30 Eylül 2010 Perşembe

Sakın Terk-i Edebten.....

Mescid-i Nebevî, Medîne, Suudî Arabistan
Sakın terk-i edebten kûy-ı Mahbûb-i Hudâ'dır bu
Nazargâh-i ilâhîdir, Makâm-ı Mustafâ'dır bu.

Kuş Cenneti Milli Parkı

Kuş Cenneti Milli Parkı














Manyas İlçesindeki en büyük turizm potansiyeli Manyas Kuş Cenneti ve Milli Parkıdır. Avrupa konseyince A sınıfı diploma ile ödüllendirilen Milli Park, bu özelliği ile en çok ziyaretçi çeken milli parklardan biridir. Eski adı Aphmitis Limne olan Kuş Gölü kıyılarında yer alan milli park bu gölün kuzeydoğusunda yer almaktadır. Kuş Cenneti’nin "Milli Park" olarak ayrılmasının tek nedeni, barındırdığı kuş topluluklarıdır. Kuş Cenneti ülkemizdeki milli parklar içinde en küçük olanıdır.

Kuş Cennetine Bandırma-Balıkesir karayolunda Bandırma ’dan itibaren 15km. Kilometresinden güneye sapan 3 km.lik bir yolla ulaşır. Kuş gölü 1 Nisan 1938 tarihinde Prof. Dr. Curt Koswing ve eşi tarafından bulunmuştur ve buraya "Kuş Cenneti" adı verilmiştir.

M.Ö. 547-335 yıllarında Daskileon Satraplığı tarafından özel bir saha olarak ayrılan Kuş Cenneti ile ilgili o yıllarda yapılan envanter çalışmaları Ege Üniversitesi’nin kazılarında ortaya çıkmaktadır.


 
















II.Dünya Savaşı yıllarında, 1936’da Braunschwig Teknik Üniversitesinde Genetik Profesörü ve Doğa Bilimleri Müzesi yöneticisiyken ülkemize savaştan kaçarak gelen Prof.Curt Kosewig, 1937 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji Kürsüsü Başkanı oldu. 1938 yılında Kuş Gölü ve eski Sığırcı Köyü çevresinde incelemelerde bulunan Prof. Kosewig ve eşi Leonorre Kosewig, bir anlamda Kuş Gölü ve Kuş Cennetini keşfederek, Cennetin milli bir park alanı haline getirilmesinin öncülüğünü üstlenmiştir. Prof. Kosewig ve eşinin, Cennetin, gerçek anlamda doğal bir Cennet olduğunu ilgili makamlara kabul ettirmesi de kolay olmadı. 1938 yılından 1959 yılına kadar şahsi gayretleriyle ve özverisiyle koruduğu Kuş Cenneti ancak 1959 yılında Milli Park olarak kabul edimiştir.

1 Nisan 1938 tarihinde göle balık tutmaya giden Prof. Kosewig’in rastlantıyla farkına vardığı Kuş Cenneti’ne, uluslararası ornitologların ilgisini çekmeyi başarırken, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji ve Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün 1952 yılında Kuş Cennetinde bir istasyon kurmasını ve bu yöreyi korumak üzere bir istasyon bekçisinin görevlendirilmesini de sağlamıştır. İstasyon bekçisinin maaşını dahi Prof. Kosewig’in uzun bir süre şahsen ödediği ve yörede avcılık yapanların doğal ortamı bozmamaları için verdiği mücadele halen yörede anlatılmaktadır.

1959 yılında Milli Park statüsüne alınan Manyas Kuş Cenneti Orman Genel Müdürlüğü’ne bağlanmış ve bundan sonra gerçekleştirilen etkili koruma ile daha da gelişmiştir. Buradaki kuş topluluklarında önemli artışlar olmuştur. Bunun sonucunda da, yapılan başvuru üzerine Avrupa Konseyi tarafından 1976 yılında "A Sınıfı" diploma ile ödüllendirilmiştir. İyi korunan doğa parçalarına verilen A Sınıfı diploması, daha sonra 1981, 1986, 1991 ve 1996 yıllarında yenilenmiştir. Manyas Kuş Cenneti Milli Parkı 1981 yılında doğal sit alanı ilan edilmiş ve koruma imar planı yapılmıştır.


 















Kuş Cenneti’nde 1975 Haziranına kadar 238 kuş türünün varlığı tespit edilmiştir. Daha sonra çeşitli zamanlarda yapılan sayımlar sonucunda bu rakam 255’e çıkmıştır. Kuş türlerinden 66 tanesi Milli Parkta düzenli olarak her yıl kuluçka topluluğuna katılmaktadır. Geri kalanlar ise, göç sırasında Kuş Cenneti’ne uğramaktadır.

Kuş Cenneti Milli Parkı, Marmara Bölgesi’nin ılıman iklimi içerisinde ve kıtalar arası göç yolları üzerinde kuşların vazgeçilmez uğrak yeridir. Kuşlar göç yerlerine gidiş ve dönüşlerinde Kuş Cenneti’ne misafir olur, dinlenir, karınlarını doyurarak yollarına devam ederler. Kuş Cenneti’nde konaklama zamanları türlerine göre 1 saatle 1 ay arasında değişmektedir. Bir yılda Kuş Cenneti’ne gelen kuş sayısının 2-3 milyon kadar olduğu tahmin edilmektedir.  Kuş Cenneti Milli Parkı’nda, tanıtım vitrinlerinin yer aldığı bir müze bulunmaktadır. Parkı her yıl ortalama 67 ayrı ülkeden 80 bin kişi ziyaret etmektedir.

Kuş cennetinde canlı organizmalar ile doğa parçası bir eko sistemin bir parçasıdır. Burada canlı ve cansız varlıklar bir uyum içindedir. Kuşkusuz bütün bu unsurları birleştiren, bütünleyen gölün ılık sularıdır. Sular kışın yükselip, yazları geri çekilir. Bu ritmik düzen yuva zamanında ağaçların altında su bulunması gerektiğini yerine getirerek kuşların yuva yapmaları sağlanmaktadır.

Kuş cenneti Milli Parkı bitki ve hayvan topluluğu açısından Kuş Gölünün en yoğun yeridir. Burada yetişen başlıca ağaçlar; söğüt ve ılgın dır. Bu ağaçlar gölün güney ve doğu kıyılarında yer alır. Saz, kamış, kafa otu ve kandıra gölün bütün kıyılarında bulunur. Çevrede sulak çayırlarda yüzlerce çeşit çiçekli otlar mevcuttur. Hayvan topluluğu açısından tatlı su ıstakozu, yeşil kurbağa, sıçrayıcı kurbağa ve ağaç kurbağası sürekli mevcuttur. Gölde sazan, yayın, turna, kefal gibi 20’den fazla türde balık yaşamaktadır.


Manyas Kuş Cenneti













Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Kuş Gölü ile Kuş Cenneti’nden;
“İlyaspınar’dan doğan Türkmenler buraya Manyas derler.O kadar derin değil suyu ab-ı hayata benzer içinde alabalık, turna balığı çeşit çeşit nefis balık avlanır. Devlete vergi ödeyen avcıları vardır.Öyle herkes zevk için balık avlayamaz. Kışın bu göl, kaz, kuğu, karabatak, yeşilbaş, martı kuşu ve diğer güzel kuşlarla dolar. Her gece kaz ve kuğu sesinden kanat şakırtısından Manyas sahası titrer. Saka kuşu ve diğer güzel kuşlarla dolar. Bu kuşların avcıları da devlete vergi verirler.Birde bu gölde bir çeşit pamuğa benzer kav biter ki su içinden çıkarıp çakmak taşı üzerine koyarak çakmak ile vursan, derhal ateş alır. Ve her şeyde kullanılır. Ama adı geçen kavın kurutup da çaksan yanmaz. Her tarafta meşhur bir kavdır. Bu Manyas gölünün kenarların da yüksek sazlar yetişir. Bu göl etrafındaki halk o sazları mevsiminde koparıp, terbiye ettikten sonra renk renk hasır seccadeler, minderler ve döşemeler dokurlar ki insan hayran olur.” diye söz etmiştir.

Manyas Kuş Cenneti Milli Parkı’nın geniş kitlelere tanıtımının yapılabilmesi ve çevre kirliliği nedeniyle karşı karşıya kaldığı tehlikelere kamuoyunun dikkatini çekebilmesi amacıyla, 1987 yılından bu yana her yıl Uluslar arası Bandırma Kuş Cenneti Kültür ve Turizm Festivali ismiyle bir festival düzenlenmektedir.

Manyas Gölü

Manyas Gölü














Bandırma ve Erdek körfezinin güney kıyılarından 15 km. içerisinde bulunan gölün yüzölçümü yaklaşık 192 km2.dir. Gölün doğu-batı doğrultusundaki genişliği ise 11 km.dir. En derin yeri kuzeyde olup, burasının da genişliği 5 km.’yi geçmemektedir. Güneyden Manyas Gölüne dökülen Kocaçay aynı zamanda gölün sularını Karadere vasıtasıyla Susurluk ırmağına boşaltmaktadır. Kışın taşarak çevresine geniş bataklıklar oluşturan Manyas Gölünün çevresindeki vadilerin girişlerinde yeni alüvyonlar birikmiştir. Genellikle eski körfezlerde toplanmış olan bu alüvyonlar göl alanının küçülmesine neden olmuştur. Bu nedenle de göl düzeyi ile çevresindeki alçak yaylalar arasında 100-120 m.lik bir yükselti farkı ortaya çıkmaktadır.
Manyas Gölünün, kışın taşan, sonra çekilen alanlarda bıraktığı alüvyonlar sayesinde kazak fasulyesi adı verilen iri taneli fasulye ve mısır, ayçiçeği ve şekerpancarı da yaz aylarında yetiştirilmektedir.

Tımarhane Adası

Tımarhane Adası














Çamlık Koyunun sonunda, Şeytan Sofrası’nın eteklerinde ve yarımadanın ucunda yer alan Tımarhane Adası yalnızca adıyla değil, tepede bulunan ilginç yapılı kayalarıyla da dikkati çekmektedir. Girintili, çıkıntılı ve hemen dibindeki manastırın etrafını saran kayalar, rüzgarda uğultu ve sesler çıkarması ile ilgi çekmektedir.
Adada eskiden yaşayan Rumların "Agia Paraskevi" ismini verdikleri Çamlık Koyundaki Sarımsak Yarımadasının devamı olan Tımarhane Adasına, Türkler "Taşlı Manastır" da demişlerdir. Günümüzden 70 yıl öncesine kadar psikoterapi merkezi ve çiftlik binalarının da bulunduğu Tımarhane Adası, Cunda Adasına giden turistlerin mutlaka uğramaları gereken bir doğa harikası. Yöredeki bir diğer ilginç doğal güzellik ise Dalyan boğazı mevkiinin bir başka kıyısında yer alan "Deliklitaş"tır. Ortasındaki delik nedeniyle bu adı alan katran rengindeki Deliklitaş, Çamlık Koyunun sığ bölümünde, kumdan oluşan bir dilin ucunda yer almaktadır. Koyun içinde bir de balık üretme çiftliği yer almaktadır.

Adaya ismini veren Taşlı Manastır’ın kemerli pencereleri ve arkasında bir koridoru manastırdan arta kalan bölümlerdir.

İskele

Körfez bölgesinin en büyük yat limanının yapılmasından sonra klasik balıkçı köyü görünümünü bir ölçüde yitiren iskelede balık lokantaları ve çay bahçeleri ayrı bir özelliğe sahiptir.

Artur (Arkent), Balıkesir

Birbirinden güzel koyları ile her türlü sosyal tesise sahip bir tatil beldesi olan Arkent Tatil Sitesi Burhaniye’ye 23 km. uzaklıktaki Karaağaç beldesi sınırları içerisindedir.

Öğretmenler Mahallesi

Otel, motel ve pansiyonları ile turistik konaklama, eğlence, alışveriş olanaklarının yanı sıra temiz ve doğal bir plaja sahiptir.

Seklik Tepe Çamlığı

İlçe merkezine 3 km. uzaklıktaki seklik çamlığı, temiz havası çam ve zeytin ağaçları ile kaplı doğası ve bol su kaynakları ile huzurlu bir mesire yeridir.
Ayaklı kır bahçesi: Ören tepe arkasında Ören-Akçay sahil yolu üzerindeki ayaklı kır bahçesi modern düzenlemesi ile keyifli bir mesire yeridir.

Taylıeli Köyü

İlçe merkezine 7 km., İskele Mahallesine 1,5 km. uzaklıktaki köy, Burhaniye’nin tarihindeki öneminin yanı sıra körfez bölgesinin büyük bir bölümünü kapsayan panoramik manzarası ile görülmeye değerdir.
Çam ve zeytin ağaçları ile kaplı doğal ve bol suyu ile ideal bir mesire yeridir.

Murat Çeşme

İskele mahallesinin 2 km. kadar güneyinde, deniz kıyısında temiz denizi, suyu ve güzel doğası ile keyifli bir mekandır.

Pınarbaşı

Güre Köyü sınırları içinde Akçay’a 6 km. uzaklıkta bir piknik yeridir. Yamaçtan akan bol ve buz gibi su yaz aylarında serinlemek için ideal bir köşedir. Orman Müdürlüğü’nce işletilmektedir.
Ayrıca piknik alanı içerisinde Alabalık üretilen bir çiftlik bulunmaktadır.

Arsalan

Alan köyü karşısında 20 dönüm genişliğinde bir arazidir. Etrafı Bizans dönemine ait surlarla çevrilidir. Tek giriş yeri halk arasında "Demir kapı" olarak anılan, arkaik dönemde ana kaya oyularak açılmış geçit noktasıdır.
Giriş kapısından 300 m ileride üç sarnıç mevcuttur. I. Sarnıç 8xl2 m genişliğinde 7 m derinliğindedir. İçi Horasan sıvalı olan çift kat tuğla taş duvarın kalınlığı 2 m.dir. II. Sarnıç 4x6 m genişliğinde ve 5 m derinliğindedir. III. Sarnıç Asar’ın güney eteklerinde, 7x5 m genişliğinde, 5 m derinliğindedir. Üzeri işlemeli tuğlalarla örülüdür. Bunların hepsi Bizans dönemi içme suyu sarnıçlarıdır.

Şahin Deresi Kanyonu

Kazdağları’nın Altınoluk bölgesi eteğinde bulunmaktadır. Altınoluk’u tepeden görür. Temiz kaynak suları olan bol ağaçlı bir piknik yeridir. Ayrıca konaklama tesisi ve restoranı bulunmaktadır.

Yayla Bölgesi


Geyik, karaca üretme ve yetiştirme istasyonu bulunan bir dinlenme yeridir.
Dursunbey’de Mesire yerleri olarak; Suçıktı, Hıdırlık ve Gölcük’ün civar bölgeleri ile Refaiye, Civan Bölgesi, Adaören ve Beyel Deresi bulunmaktadır.

Şahin Deresi

Kazdağları’nın Altınoluk bölgesi eteğinde bulunmaktadır. Altınoluk’u tepeden görür.
Temiz kaynak suları olan bol ağaçlı bir piknik yeridir. Ayrıca konaklama tesisi ve restoranı bulunmaktadır.

Çağlayan Piknik Yeri

Kızılkeçili Köyü içinde olup Akçay’a 3 km. uzaklıktadır. Kültür Bakanlığı’nca tescillenmiş 800 yıllık çınar ağacı burada bulunmaktadır.

Hanlar (Handeresi)

En çok rağbet edilen piknik yerlerindendir. Akçay’a 35 km. uzaklıktadır. Ormanları ve soğuk suları ile dikkati çeker. Çevresinde lokanta ve kafeler bulunur.

Mıhlı Çay

Akçay’a 25 km. uzaklıkta, Altınoluk-Çanakkale karayolu üzerinde çevresi ormanlık bir dere kenarıdır.

Güre Gelinçamı Piknik Yeri

Güre Köyü’ne 3 km. uzaklıkta halka açık piknik yeridir. Her yıl Güre Belediyesi’nce yapılmakta olan Sarıkız etkinliklerinin bir bölümü burada yapılmaktadır.

Ayvalık Saat Kulesi

Ayvalık Saat Kulesi (Saatli Cami)














Ayvalık merkezinde yer alan saat kulesinin bulunduğu yerde XIX.yüzyılda yapılmış Agios Yanis Kilisesi bulunuyordu. Bu yapı Ayvalık’ın Yunan işgalinden kurtarılmasından sonra l928 de camiye çevrilmiştir.
Kilisenin camiye çevrilmesinden sonra çan kulesinin üzerine bir kat ilave edilmiş ve iki yüzüne yuvarlak kadranlı birer saat konulmuştur. Bundan ötürü de bu camiye Saatli Cami ismi verilmiştir.

Balıkesir Saat Kulesi

Balıkesir Saat Kulesi
























Şehrin merkezinde, Belediye parkı içindeki bir yamaç üzerinde bulunan saat kulesini, giriş kapısı üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre, h.1243 (1827)’de Silistre Valisi Girid-i Zade Mehmet Paşa yaptırılmıştır. Galata Kulesi’nin bir benzeri olduğu söylenmektedir.
Saat Kulesi h.1313 (1897) yılındaki depremde yıkılmış,ve mutasarrıf Ömer Ali Bey tarafından 1901 yılında tekrar yaptırılmıştır. 1962 yılında kitabesi onarım görmüştür.

Saat Kulesi kesme taştan 2x2 m. Ölçüsünde ve yaklaşık 20 m. Yüksekliğindedir. Kuleyi enine iki sıra silme gövdeyi üçe böler. Geniş olan orta bölümde “S” şeklindeki küçük konsollar üzerine oturtulmuş dört bir tarafta birer balkon ve ince uzun dikdörtgen pencereleri vardır. Üst bölümde her cephede, yuvarlak kadranlı birer saat bulunur. En üstte ise ahşap direkler üzerine oturtulmuş soğan başı şeklinde kubbeli bir köşkü bulunmaktadır.
Hüdavendigâr salnamesinde (h.1325) ve Ircıca’nın arşivindeki fotoğraflarla bugünkü saat kulesi arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Bu da orijinaline uygun bir biçimde yenilendiğinin kanıtıdır. Orijinal kulenin temelleri bugün toprak altındadır.

Cüneyt Köprüsü

Cüneyt Köprüsü
















Balıkesir Sındırgı ilçesi, Cüneyt Vadisinde, ormanlık bir alanda bulunan Cüneyt Köprüsü’nün kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber yapı üslubundan Karesi Beyliği zamanında, Cüneyt Bey tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır.

Köprü moloz ve kesme taştan yapılmış olup, oldukça geniş yuvarlak kemerli tek bir gözden meydana gelmiştir. Günümüzde iyi bir durumdadır.

Güvercin Köprüsü

Güvercin Köprüsü















Balıkesir Gönen ilçesinde, Gönen Çayı (Aesepus) üzerinde bulunan köprünün Roma döneminde yapıldığı ileri sürülmektedir. Bununla beraber Karasi Beyliği döneminde yenilenmiş ve Osmanlılar zamanında da kullanılmıştır.

Köprü moloz taştan yapılmış, bunun üzerine granit tozundan sıva yapılmıştır. Dört yuvarlak gözden meydana gelen köprü günümüze harap bir durumda gelebilmiştir. Halen kullanılmamaktadır.

Roma Köprüsü

Balıkesir ilinde Biga Çayı üzerinde bulunan bu köprünün ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Bu konuda kaynaklarda da yeterli bilgi olmadığı gibi köprünün yapım kitabesi de günümüze ulaşamamıştır. Köprü Sultan IV.Mehmet tarafından onarılmıştır.

Köprünün yapımında büyük halinde mermerler, tuğlalar ve moloz taşlar karışık olarak kullanılmıştır. Köprü 20 metre uzunlukta 3.65 metre genişliktedir. Doğu-batı ekseninde iki ayak üzerine oturtulmuştur. Tek kemerlidir. Kemer kısmı iri yontulmuş taşlarla çok az harç kullanılarak yapılmıştır.
Günümüzde korkuluk taşları tamamen düşmüş olup, köprü yayaların kullanabileceği durumdadır.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Erdek Kalesi

Erdek Kalesi
















Erdek Seyitgazi tepesinde sekiz adet küçük karakol niteliğinde kaleler bulunmaktadır. Ayrıca bu kalelerin 5 km. kuzeyinde Muhla kalesi bulunmaktadır.
Erdek Demirkapı mevkiinde de şehir surlarının kalıntıları görülmekte olup, bunların Erdek Körfezi’ne kadar uzandığı bilinmektedir.

Balıkesir Şadırvanı

 
 
Balıkesir Şadırvanı
















Saat Kulesi yakınındaki şadırvanı, 1908’de Ömer Ali Bey yaptırmıştır.
Yüksek, yuvarlak bir kaide üzerine pembe granitten sekizgen bir havuz oturtulmuştur. Sekizgenin her kenarına bir musluk yerleştirilmiştir.
Su haznesinin üstünde pembe granitten yedi sütunun taşıdığı soğan biçimli bir kubbesi vardır. Bu sütunlar Bursa üslubundaki kaş kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Bunları yatay bir silme ve bir ahşap saçak tamamlamaktadır.

Bigadiç Kalesi

Bigadiç Kalesi














Bigadiç’in doğusunda bulunan bir tepe üzerindeki kale, MS.IX.yüzyılda Bizanslılar tarafından yapılmıştır.
Günümüze kalıntıları gelen bu kaleye Bizans döneminde “Achyraos Kalesi” ismi verilmişti. Bigadiç kalesi Yunan işgali sırasında karargâh olarak kullanılmıştır.

Balıkesir Namazgâhı


Karasi Beyliği döneminden kalan namazgâh 1433’te yapılmıştır. Biri Türkçe, diğeri de Arapça olan iki yazıtı bulunmakta idi. Ancak, Balıkesir Lisesi bahçesindeki namazgâh, lisenin genişletilmesi sırasında yıkılmıştır.
İbn-i Batuta seyahatnamesinde Karasi Beyliği zamanında Cuma ve Bayram namazlarının burada kılındığını yazmıştır. Namazgâh 1915 yılına kadar işlevini sürdürmüştür.

Ali Şuuri Medresesi


Şahnihisar Mahallesi’nde Alaca Sokak’tadır. Kitabesinden 1862 yılında Ali Şuuri tarafından yaptırıldığı öğrenilmiştir. Medrese 1897 depreminde yıkılmış, 1906’da Kadı Abdülhalim’in yardımı ile yeniden yapılmıştır. Bu yüzden de Yeni Medrese olarak tanınmıştır. Milli Mücadele yıllarında Balıkesir Kongresi burada yapılmış, 1920’de “Milli Alay Karargâhı ve Sevkiyat Dairesi” olarak kullanılmıştır. Günümüzde İlköğretim Okulu olarak kullanılmaktadır.

Yapıldığı tarihten bu yana değişikliklere uğrayan medrese dikdörtgen planlı olup, ortadaki açık avlusunu ahşap sütunlu düz çatılı revaklar çevirmektedir. Bunların etrafında düz tavanlı on beş medrese odası bulunmaktadır. Medresenin giriş kapısı düz ve kesme taştan inşa edilmiştir.

Balıkesir Çeşmeleri


Balıkesir’de günümüze gelebilen çeşmeler: 1902’de Hacı Hüseyin Ağa vakfı tarafından yaptırılan Hacı Hüseyin Ağa Çeşmesi, Sülüklü Çeşme (1723), Fatı çeşmesi (1741), Adil Efendi Çeşmesi, Nezafet hanım Çeşmesi, Memiş Hacı Ahmet Çeşmesi, Mızıka Çeşmesi, Hasan Baba Çeşmesi, İbrahim Bakır Efendi ve İsmail Ağa’nın hayratı olan Sıra Çeşmeler (1926), Ali Sururi Efendi’nin eşi Habibe Hatun Çeşmesi (1859), Çatal Sokak Çeşmesi, Umur Bey Çeşmesi, Balıkesir’in Yunan işgalinden kurtuluşu anısına Balıkesir Belediyesi’nce yaptırılan Kurtuluş Çeşmesi (Ali Hikmet Paşa Meydanında), Ali Hikmet Paşa’nın yaptırdığı II.Kolordu Çeşmesi (1924), Anafartalar Caddesi üzerindeki, 1895 yılında yanan Yeni Çarşı girişindeki Meydan Çeşmesi (Şadırvan) ve Bandırma’da Şerife Hanım ile Haydar Çavuş Çeşmeleri bulunmaktadır.

SINDIRGI İLÇESİ

 Kertil Sındırgı'ya 8 km uzaklıkta Sındırgı-İzmir karayolu üzerinde çam ağaçları ve su kaynakları bulunan mesire yeridir.
Hisarköy Termal Tesisleri Bigadiç ilçesinin 18 km doğusunda yemyeşil bir doğa içinde bulunmakta olup 48 yatak kapasitelidir. Kaynak sularının sıcaklığı 50-95 'C arasında değişiklik göstermektedir. Kaplıca suyu romatizma, kireçlenme, siyatik, egzanıa, kadın hastalıkları ve böbrek hastalıkları başta olmak üzere bir çok rahatsızlıklar üzerinde olumlu etkiler yaratmaktadır.

MANYAS İLÇESİ

 İlçeye 40 km uzaklıktaki Soğuksu civarında eski kiliseler bulunmaktadır.

İVRİNDİ İLÇESİ

 Madra Dağı, Kvcaçay ve Dadalar Çayı mesire yerleridir.

HAVRAN İLÇESİ

 Inönü Köyü sınırları içindeki Anboğazı mevkii, mağaraları ile ünlüdür. İlçeye 18 km uzaklıktaki Havran-Yenice yolu üzerinde, Çınarlıhan mesire yeri ile Kumluca mevkiindeki şelaleler görülmeye değer yerlerdir.

DURSUNBEY İLÇESİ

 Mesire yerleri olarak; Suçıktı, Hıdırlık ve Gölcük'ün civar bölgeleri ile Refaiye, Civan Bölgesi, Adaören ve Beyel Deresi çam ağaçları içinde güzel yerlerdir. Alaçam: İlçenin güneyinde 33 km uzaklıkta Alaçam Dağları üzerinde ormanların çevrelediği bir piknik yeridir. Yayla Bölgesi: Geyik, karaca üretme ve yetiştirme istasyonu bulunan bir dinlenme yeridir.

MARMARA İLÇESİ

Marmara Adası; Türkeli, Ekinlik, Paşalimanı Adaları'ndan oluşur. İlçeye ulaşım denizyolu ile sağlanmaktadır. Saraylar Köyü Açık Hava Müzesi: Bizans döneminden kalan eserlerin bulunduğu müze, Marmara'ya 25 km uzaklıktadır. Agios Georgis Meryamana Manastırı: Avşa Köyü'nün 1.5 km güneybatısında Manastır Mevkii'ndedir.

ERDEK İLÇESİ

Kapıdağ Yarımadası ile Anadolu'nun birleştiği yere kurulmuş olan Kyzikos antik çağın en eski ve en önemli şehir devletlerindendir. MÖ 7 yy'da kurulduğu sanılmaktadır. MÖ 333 yılında Makedonya egemenliğine girince büyük İskender, adayı iki köprü ile bağladı. Köprülerden birinin başına bir kale yaptırdı. Sonraları bu kale halk arasında Belkıs olarak günümüze kadar ulaştı. Kyzikos'a Erdek üzerinden 9. km'deki Aşağı Yapıcı ve Hamamlı köyleri üzerinden gidilir. Kentin güneybatısında Roma döneminde Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olarak kabul edilen Hadrianus Mabedi kalıntıları bulunmaktadır.

GÖNEN İLÇESİ

 Gönen Mozaik Müzesi: Gönen Termal Tesisleri yanındadır. Üstü örtülü alandaki müzede, taban mozaiği ile çevresinde derlenmiş olan Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait taş eserleri bulunmaktadır. Gönen'in mesire yerleri; şehire 21 km mesafedeki Yeşil değirmen ile 7 km mesafedeki Dereköy, 8 km mesafedeki Armutlu'dur. Bu yerler doğal manzaralar yönünden olduğu kadar Dereköy mağaraları ile de ünlüdür.

BURHANİYE İLÇESİ

İlçe orman içerisinde denize hakim manzaraları olan yerlere sahiptir. İlçeye 3 km uzaklıktaki Ayaklı mevkii ve Seklik Çamlığı kaynak suları ve çam ormanlarıyla piknik ve gezinti yapmak için ideal yerler arasındadır.

BİGADİÇ İLÇESİ

Çağış, İzmir karayolu üzerinde dinlenme yeridir.

BALYA İLÇESİ

Müstecap Çamlığı ilçeye 7 km mesafede mesire yeridir.

ALİBEY ADASI

İlçeye 8 km uzaklıkta. Doğası ve tarihi mekanlarıyla ünlü olan adada deniz ürünleriyle hizmet veren lokantalar bulunmaktadır. Tımarhane Adası: Sarımsaklı Yarımadası'nın ucundaki adada eski bir psikoterapi merkezi bulunmaktaydı.

BANDIRMA İLÇESİ

















MÖ 8-10 asırlarında Kyzik ile aynı anda kurulmuştur. İlçede Haydar Çavuş Camii, Ulu Cami, Kültür Merkezi... gibi tarihi yapılar bulunmaktadır. Kuşcenneti Milli Parkı: Kuşcenneti Milli Parkı, Kuş Gölü'nün Kuzeydoğu kıyılarında bir yarımada şeklinde olup, Bandırma -Balıkesir karayolunun 15.km'sinde güneye sapan 3 km'lik bir yolla ulaşılır. 1938 yılında İ.Ü. Fen Fakültesi Zooloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Curt Kosswing tarafından keşfedilmiş, 1952 yılında. İ.U. Hidrobiyoloji Enstitüsü'nün bir İstasyonu rada kurulmuştur. Sonra daha etkin korumayı sağlamak amacıyla 1959 yılında Orman Genel Müdürlüğü'ne bağlanmış ve Milli Park statüsüne kavuşmuştur. 66 kuş türü her yıl parkta kuluçka, 21 tür de bazen kuluçka topluluğuna katılmaktadır. Milli Park'ta yeni bir müze ve hizmet binası yapılmıştır. Tanıtım vitrinleri vardır. Gözetleme kulesi ziyaretçilere hizmet ermektedir. Milli park içerisinde geceleme tesisi bulunmaktadır. Ayrıca Kuşcenneti'ne 1 km uzaklıktaki Sığırcıatik Köyü'nde mütevazi bir pansiyon bulunmaktadır. Diğer taraftan Güney Marmara'nın en büyük limanı olan Bandırma Kuşcenneti'ne sadece 18 km'dir. Bunun yanı sıra 1976 tarihinde Avrupa Konseyi'nce A sınıfı Avrupa Diploması verilmiş ve sonraları bu iki kez yenilenmiştir. Bandırma ilçesinde mesire yeri olarak Musakça Köyü, Çakıl Köyü, Erikli Köyü ve Çamlık (Edincik), Hürriyet Parkı, Atatürk Parkı gezilebilir.

ŞEYTAN SOFRASI

Çam ormanları ile kaplı, Ayvalık Adaları'na hakim yüksek bir tepedir. Özellikle güneşin batışı izlenmeye değerdir. Bir lokantası bulunmaktadır.

ÇAMLIK

Şehrin hemen kenarında şehre hakim bir tepedir. Çamlarla kaplı tepede kır gazinoları bulunmaktadır.

AYVALIK İLÇESİ

Saatli Camii: İlçe merkezinde İsmetpaşa Mahallesi'nde yerli Rumlar tarafından kilise olarak yapılmış, 1928'den sonra camiye dönüştürülmüştür. Taksiyarhis Kilisesi: İlçe merkezindedir. İsa Peygamberin doğumundan ölümüne kadar geçen hayatını tasvir eden balık derisi üzerine yağlı boya ile yapılmış tablolar, ikonalar ve tavan süslemeleri130 yıllık geçmişe sahiptir.

PLAJLAR















Değirmen Boğazı: Balıkesir'e 10 km uzaklıkta olup, Balıkesir-Bursa karayolu üzerinde orman içinde bir piknik ve dinlenme yeridir. Çamlık: Şehrin kenarında şehre hakim bir tepedir. Çam ağaçlarıyla kaplıdır. Kuvai-Milliye Müzesi: Anafartalar Caddesi'ndedir.

AV TURİZMİ

Kazdağları ve Alaçam Bölgesi'nde kara, Ege ve Marmara kıyılarında balıkçılık, Manyas Gölü'nde tatlı su avcılığı yapılır. Ayvalık: Deniz ürünlerinden mercan, çipura, karagöz, barbun, sardalye, papaline, kalamar, supya, ıstakoz, midye, karadiken, kıllı midye türü, Türkiye'de sadece Ayvalık'taki Çamlık ve Kumru Köyü'nde üretilmektedir. Bunun yanında kara avcılığı olarak; yaban domuzu, karatavuk, bıldırcın, tavşan, tahtalı çulluk, ördek, kaz avı yapılır. Edremit: Özellikle Kazdağları ve Şahinderesi Mevkii avcıların dikkatini çeken yerlerdir. Bıldırcın, kınalı keklik, yaban ördeği, yaban kazı, domuz, tilki, tavşan, çakal, ayı, geyik avı yapılır. Altınoluk, ılıca ve Akçay yöresinde balıkçılık yapılır. Erdek: Kapıdağ Yarımadası'nda yaban domuzu avlanabilir. Cevizli deresi Alabalık üretme alanı olarak tefrik edilmiştir. Burhaniye: Kınalı keklik, bıldırcın, tavşan avı ile il çeye 42 km mesafedeki Gökçedağ düzü avcılar için en uygun mekanlardır. Havran: Çınarlıhan sularında alabalık yetiştiriciliği yapılmaktadır. Sındırgı: Ilçe kara ve su avcılığı bakımından zengin bir potansiyele sahiptir. Dağlardaki tavşan, tilki, keklik, domuz avı Çaygören Barajı'nda sazan ve ördek avcılığı yapılır.

DAĞ TURİZMİ

Edremit Körfezi'nin kuzeyinde bulunan Kaz Dağları tabiat güzellikleri, tarihi güzellikleri, tarihi değeri, manzara seyri, fauna-flora zenginliği ve bol su kaynakları ile büyük bir değere sahiptir. Kaz Dağları'nda, Balıkesir merkezine uzaklığı 125 km uzunluğu 30 km olan Şahinderesi Kanyonu Jeep Safari veya Off-road için uygun mekanlardır. Ayrıca uluslararası alanda popüler hale gelen ve ülkemizde de giderek ilgi görmeye başlayan Yamaç Paraşütü'nün burada yapılma imkanı vardır. Kapıdağ (Erdek), Alaçam Yaylası (Dursunbey), Hisartepe (Bigadiç), Hanlar Yaylası (Edremit), Madra Dağı (İvrindi), Sındırgı Kertil ve Sıdan Yaylaları dağcılık ve trekking parkurlarıdır.

SUSURLUK-ACI MADENSUYU

Susurluk ilçesine 10 km mesafede Dereköy hudutları içindedir. Su, 18 'C sıcaklığında olup içilmek suretiyle mide, bağırsak hastalıklarına ve hazımsızlığa iyi gelmektedir.

SUSURLUK-KEPEKLER KAPLICASI:

Susurluk-Bandırma asfaltı üzerinde, Susurluk ilçesine 20 km uzaklıkta Ilıca Boğazı köyündedir. Kaplıcadan su ve çamur banyosu olarak yararlanılmaktadır. 55'C sıcaklığında hafif kükürt kokulu tabii lezzetli bir sudur. Banyo tedavisi, romatizma, kireçlenme, nevralji, nevrit, polinevrit, felçler ve kadın hastalıklarına, çamur tedavisi ise bütün romatizma çeşitlerine çocuk felci ve kırık çıkıktan sonraki hareketsizliklerde, kadın hastalıklarında tavsiye edilmektedir. Sezon olarak kabul edilen Haziran-Temmuz ve Ağustos aylarında Kepekler Kaplıcası'nda konaklama ve banyo imkânı bulunmaktadır.

SINDIRGI-EMENDERE KAPLICASI

 Sındırgı ilçesine 8 km uzaklıktaki Ilıca Köyü'ndedir. Suyun sıcaklığı 36oC'dir. 91.6 eman radyoaktivite tespit edilmiştir. Gut hastalarına, böbrek taşlarına, cilt ve mide hastalıklarına iyi gelmektedir. Kaplıcada banyo imkanı mevcuttur.

SINDIRGI- HİSARALAN KAPLICASI :























Kaplıca Sındırgı ilçesine 20 km., Sındırgı -Simav asfaltına 500 m uzaklıktadır. Su sodyumbikarbonatlı maden suyudur. Kaynaktan 104 'C ile çıkmaktadır. Romatizma, nevroloji, nevrit ve kadın hastalıklarına iyi gelmektedir. Hisaralan kaplıcası ile çevresindeki pansiyonlarda konaklama imkanı bulunmaktadır.

BALYA - ILICA KAPLICASI

Balıkesir Bandırma yolunun 13. km' sinden Şamlı'ya ayrılan yola 22 km uzaklıktadır. Yörede bulunan Turizm Bakanlığından Turizm İşletme Belgeli Turistik Şifa Otel 120 yatak kapasiteli olup kaplıca suyu romatizma, siyatik, kireçlenme ve bazı cilt hastalıklarına iyi gelmektedir.

EDREMİT- DERMAN KAPLICASI

Edremit ilçesine 3.5 km uzaklıkta olan kaplıca tesisinde 21 adet küvetli odada banyo imkânı mevcuttur. Kaplıca suyu çeşitli kadın hastalıklarına, romatizmaya ve içilmek suretiyle böbrek taşı rahatsızlıklarına iyi gelmektedir.

EDREMİT-GÜRE KAPLICASI

Edremit ilçesine bağlı Güre Beldesi sınırları içerisindedir. Kaplıca mahallinin denizden yüksekliği 3 m olup denizden uzaklığı 300 m civarındadır. Edremit' e 12 km, Akçay' a ise 3 km uzaklıktaki kaplıca sağlık ve dinlenme yeridir.Kaplıcanın orijinal bölümlerinde ilkçağ Roma hamamı özelliklerini taşıdığı görülmektedir. Suyun sıcaklığı 64 'C olup, romatizma, kadın hastalıkları, cilt hastalıkları, guatr, kireçlenme, sedef, böbrek taşı ve kumları ile karaciğer hastalıklarına iyi gelmektedir. Afrodit Termal Tesisleri 85 yatak kapasiteli olup kara ve hava yolu ile ulaşım sağlanmaktadır.

BALPAŞ TERMAL TESİSLERİ

Balıkesir'e 10 km uzaklıkta, İzmir karayoluna 500 m uzaklıktadır. İnşaatı devam etmekte olan tesis, 3 yıldızlı Turizm Yatırımı Belgesi' ne sahip olup 193 yatak kapasitelidir. İnşaatı tamamlandığında otelin banyolarında termal su ve özel havalandırma sistemi, Kür merkezinde ise özel banyoları, fizik tedavi birimleri, sualtı masajları, Türk hamamı, jimnastik salonu, çamur kürü, doktor ve hemşire odaları ile laboratuarları bulunacaktır. Su, Pamukçu Kaplıca suyu özelliklerini taşıdığından aynı hastalıkların tedavisinde kullanılabilecektir.

28 Eylül 2010 Salı

PAMUKÇU KAPLICALARI

Balıkesir ili termal kaynak bakımından dünyanın radyoaktivite oranı en yüksek şifalı sularına sahiptir. Edremit Körfezi'nin kuzeyinde bulunan Kaz Dağları tabiat güzellikleri, tarihi güzellikleri, tarihi değeri, manzara seyri, fauna-flora zenginliği ve bol su kaynakları ile büyük bir değere sahiptir. Kaz Dağları'nda, Balıkesir merkezine uzaklığı 125 km uzunluğu 30 km olan Şahinderesi Kanyonu Jeep Safari veya Off-road için uygun mekanlardır. Ayrıca uluslararası alanda popüler hale gelen ve ülkemizde de giderek ilgi görmeye başlayan Yamaç Paraşütü'nün burada yapılma imkanı vardır. Kapıdağ (Erdek), Alaçam Yaylası (Dursunbey), Hisartepe (Bigadiç), Hanlar Yaylası (Edremit), Madra Dağı (İvrindi), Sındırgı Kertil ve Sıdan Yaylaları dağcılık ve trekking parkurlarıdır.
PAMUKÇU KAPLICALARI:

BALIKESİR NEREDE?


















Balikesir ili,  Ankara ve İstanbul'u İzmir'e bağlayan karayolu üzerinde bir transit merkezi durumundadır. Bursa-Ankara-İstanbul, İzmir ve Çanakkale illerine düzgün asfalt yollarla bağlıdır. Ayrıca İstanbul üzerinden feribot ve deniz otobüsü ile ulaşılabildiği gibi, Körfez Havaalanı ve Balıkesir Havaalanının hizmete girmesiyle İstanbul havayolu bağlantısı da bulunmaktadır. Marmara ve Ege Denizi' ne kıyıları olması nedeniyle, zengin bir potansiyele sahiptir. Ege kıyılarında ( Alibey Adası, Sarımsaklı) - Burhaniye (Ören) - Edremit ( Akçay, Altınoluk ), Marmara kıyılarında ise Gönen (Denizkent)" Bandırma, Erdek ve Marmara (Avşa, Türkeli) turizme hareketlilik kazandıran yörelerdir. Ayrıca, kaplıcalar, Kuşcenneti Milli Parkı, Kaz Dağları ve Kapıdağ bölgesi turizmine çeşitlilik kazandırmaktadır.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Balıkesir İle İlgili Genel Bilgiler

Balıkesir Genel Görünüm















Marmara Bölgesi'nin Güney marmara Bölümünde yer alan Balıkesir'in kuzeyinde Marmara Denizi, güneyinde izmir ve Manisa, güneydoğusunda Kütahya, doğusunda da Bursa illeri bulunur. Marmara Denizi'ndeki Marmara, Türkeli, Paşalimanı adaları ile Ege Denizi'ndeki Alibey (Cunda) adaları da il sınırları kapsamındadır. Marmara Denizi'ne doğru çıkıntı yaparken batısında da Edremit Körfezi Ege kıyısında geniş bir girinti oluşturur. Balıkesir, fazla engebeli bir araziye sahip değildir.
Toprakları genellikle büyük ölçüde dalgalı, alçak sırtlarla yarılmış bir plato görünümündedir. Güney ve doğuda daha da yükselen platonun dağlarla arasında kalan kesimleri, ovalar içermektedir. İlin kuzeybatısında Karadağ (764 m.), Erdek ve Bandırma Körfezinin güneyinde Edincik Dağı (360 m.), Kapıdağ Yarımadasındaki Adamkaya Tepesi (803 m.), Sususrluk ve Kocaçay vadileri arasında Sularya (600 m.) ve Gelçal (881 m.) tepeleri belli başlı engebeleridir. Balıkesir'in en önemli yükseltisi ise, güney ve doğu kesimindeki, Kütahya sınırının bir bölümünde uzanan Alaçam Dağlarının en yüksek yeri olan Tilki Tepesi'dir (1.625 m). İlin güneybatısında İzmir sınırında uzanan Madra Dağlarının yüksekliği 1.388 m.ye ulaşır. Edremit Körfezi'nin güneyindeki Kaz Dağının (İda Dağı) yüksekliği ise 1.767 m.dir.
Vallahi Deresi




















İl sınırları içerisinde Balıkesir, Manyas, Gönen, Edremit, Burhaniye, Ayvalık, Sındırgı, İvrindi ve Sususrluk Ovaları bulunur. Balıkesir su kaynakları yönünden de oldukça zengindir. Susurluk Çayı, Gönen Çayı, Koca Çay, Havran Çayı belli başlı akarsularıdır. Kuş Cenneti, Ulusal Parkı içerisinde yer alan Manyas Gölü, Çaygören Baraj Gölü ve Tabak Gölü de başlıca gölleridir. Orman örtüsü ilin büyük bir kısmına egemendir. Doğu kesimlerinde ve kıyıdaki dağlık bölgelerde çam, meşe, gürgen, ıhlamur ve kestane ağaçlarından oluşan ormanlar bulunmaktadır. Ege kıyılarında ise daha çok Akdeniz bitki örtüsünün izleri görülmektedir.Marmara Denizi ve Manyas Gölü deniz ürünleri yönünden önemlidir.
Yüzölçümü 14.456 Km² olan Balıkesir’in 22 Ekim 2000 tarihinde yapılan sayıma göre toplam nüfusu 1.076.347’dir
Balıkesir ekonomik yönden Türkiye'nin en gelişmiş illeri arasındadır. Ekonomik etkinliği tarıma dayalıdır. Zeytinyağı ve sabun üretiminden kaynaklanan sanayi kuruluşları bulunmaktadır. Zeytin başta olmak üzere her türlü tarımsal ürün yetiştirilmektedir. Şeker pancarı, tütün, ay çiçeği, pamuk, susam, elma, armut ve kış sebzeleri üretilmektedir. Hayvancılığın bazı kolları çok gelişmiştir. Sığır, koyun ve tavuk yetiştirilmesi bunların başındadır. Kültür sığırı açısından da Türkiye'nin başta gelen merkezlerindendir. Arıcılık da yörede önem kazanmıştır.
Ayvalık














Balıkesir isminin kökeni yöredeki bir yerleşim alanı olan Achiraus'dan geldiği söylenmektedir. Sonraki yıllarda Roma İmparatoru Hadrianus'un avlandığı bu bölgeye Hadrianoptherai denilmiştir. Bir başka iddiaya göre de Balıkesir ismi, imparatorun Paleocastra isimli şatosundan gelmektedir. Selçuklular zamanında buraya Bulak Hisar veya Balık Hisar denilmiştir.
Balıkesir'in tarih öncesine ait bilgiler yeterli olmamakla birlikte son yıllarda bu bölgede yapılan kazı ve araştırmalar yoğunlaşmıştır. Yapılan bu kazılarda İlk Tunç Çağından kalma buluntularla karşılaşılmıştır. MÖ.2000'lerde Bithynialılar buraya yerleşmişlerdir. Hitit metinlerinde Assuva olarak anılan Batı Anadolu'nun bu bölgesi, antik çağda Mysia diye anılmakta idi. MÖ 3000-1200 yılları arasında bu bölgede farklı diller konuşan Pelasg ve Leleg kolonileri kurulmuştur. IV.Truva katında (MÖ 1800-1250) antik çağda ismi İda olan Kaz Dağları eteklerinde geçen efsanevi Truva Savaşları bölge halkını da derinden etkilemişti.
Kyzikos



















Homeros'un Odeseus'unda anlatılan Argonotlar Arteka (Erdek) ve Kyzikos'a bu dönemde geldiler. MÖ 1200'de Anadolu'nun batısındaki halkların başlattığı Deniz Kavimleri Göçü sırasında Yunanistan'dan gelen topluluklar burada buldukları alanlara yerleştiler. MÖ 600'lerden itibaren Mysia bölgesi de Pers İmparatorluğu etkisi altına girdi. Batı bölgesi satraplık merkezi Deskileion (Ergili Köyü) idi. MÖ 546-547'de Persler Atina tarafını tutan bütün Adramytion'luları öldürdüler. MÖ 500'de Persler'e karşı yapılan Ionia ayaklanmasına Balıkesir bölgesindeki antik kentler de katıldılar. Persler 494'de bu isyanı bastırdıktan sonra, Mysia'da bulunan kentler de cezalandırdılar. MÖ 480'de Pers İmparatoru Kserkses Yunanistan üzerine sefere çıkarken Mysia bölgesinden geçti (Maraton Savaşı). MÖ 478-477 Mysia kıyılarındaki şehir devletleri de Aktika-Dellos deniz birliğine katıldılar. MÖ 410 Kyzikos'u saran Persler'e karşı yardıma gelen Atinalı Alkibiades Bandırma Körfezinde yaptığı deniz savaşını kazandı.
MÖ 334'de Büyük İskender Çanakkale Boğazı'ndan Anadolu'ya geçti. Büyük İskender, Biga yakınlarında Granikos Çayı'nda III.Dareios'un Pers ordusunu yenmiştir. Bundan sonra bölge Persler'den temizlenmiş ve Makedonyalıların hakimiyeti altına girmiştir.
Antandros'taki evllerden birine ait taban mozaiği















MÖ 323 İskender'in Babil'de ölümü üzerine generalleri arasında çıkan savaşlardan sonra Mysia bölgesi Selevkos'lara bağlandı. MÖ 238-263'te Pergamon Krallığı'nın hakimi olan Attaloslar döneminde bölge, Pergamon yönetimine girmiştir. MÖ 133'te Pergamon Kralı III.Attalos'un vasiyeti üzerine bölge, Roma hakimiyetine geçti. MÖ 88'de Adramytion hakimi Diador, Pontus Kralı Mitridates'in tarafını tutarak çevrede bulunan Latince konuşan binlerce insanı öldürttü. Sonra da Romalıların intikamından korkarak intihar etti. Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra (MS 395) buraları da merkezi Bizans olan Doğu Roma yönetiminde kaldı. Bu devirde Balıkesir ve çevresi Bizans eyalet sistemi içinde Obsikion Theması teşkilatı içinde kaldı. Körfez bölgesi bu thema içinde Noecastron Theması'na bağlı idi. MS 670'de İstanbul'u kuşatmaya gelen Arap ordusu Kyzikos'u ele geçirerek yedi yıl burada kaldılar. 718'de ikinci defa İstanbul'u kuşatmaya gelen Ararplar Bergama ve Edremit bölgesini yağmaladılar.
Balıkesir Saat Kulesi ve Şadırvanı


















Malazgirt Savaşı'ndan (1071)sonra, Süleymen Şah Balıkesir bölgesine gelerek Kyzikos'u ele geçirdi(1080), 1081'de Ulubat gölü kıyısında bir Bizans ordusu yok edildi. Kyzikos ve Poimanenon (Manyas) Türklerin elinde kaldı. 1085'de Süleyman Şah doğuda savaşırken emirlerinden İlhan Bey kısa süre önce ellerinden çıkmış olan Kyzikos, Apollonia, Poimanenon ve Edincik dolaylarını geri aldı. 1086'da Vezir Ebu Kasım, Süleyman Şah'ın ölümü üzerine ayaklanan bazı emirleri bastırıp birleştirdi. Buraya yerleşen Türkmen beylikleri ilk kez denizcilikle uğraşmaya başladılar. 1090'da Bizans İmparatoru 1. Aleksios Komnenos Mysia'da yerleşmeye çalışan Türkmenler üzerine kumandan Eufuryanis Alexaders'i yolladı. Apollonia'yı kuşatan Bizanslılar kanlı savaşlardan sonra kale kumandanı İlhan'ı iç kaleye sığınmak zorunda bıraktılar.Bu olayı duyan Türkmenler yardıma gelince Bizanslılar geri çekildiler. Ertesi yıl Bizans ordusu, önce Kyzikos'u aldı, sonra bir baskınla Apollonia'yı da ele geçirerek kaledekilerle birlikte kumandanı da esir etmişlerdir.
Zağanos Paşa Camii














Vezir Ebu Kasım'ın kardeşi İlgazi İznik'te baş kaldırınca (1092), I.Kılıçaslan tarafından yenilgiye uğratılarak Marmara kıyıları ve Edremit körfezi'ne kadar olan yerler ele geçirildi. Buradan Ege adalarına ve Midilli'ye akınlar yapıldı. Aynı yıl İzmir emiri Çaka Bey'de Edremit'ten Abydos'a kadar olan kıyıları zaptetti. Ne var ki Haçlı seferleri sırasında buradaki Türkmen boyları etkisiz hale getirildi ve bundan sonra, yöreye hakim olan Bizanslılar Türkmenlerin ilerlemesi karşısında fazla direnemedilerse de bölge Bizanslılar ile Türkmenler arasında sürekli el değiştirdi. Sonunda 1280 yıllarında Karasi Beyliği Germiyanoğlu yakup bey ile beraber Mysia bölgesine girdiler ve buraya hakim oldular.
XIV.yüzyılın başlarında Karasi Beyliği merkezi Balıkesri olmak üzere burada kuruldu. Karasi Beyliği önce Anadolu Selçuklularına, 1308-1335 yıllarında da İlhanlılara bağlı kaldı. karasi beyliğinin toprakları 1345'te Osmanlıların eline geçmiştir. XVI. yüzyıl ortalarında Celali Ayaklanmaları burada meydana gelmiştir. XV-XIX.yüzyılları arasında Balıkesir Anadolu eyaletine bağlı bir sancak konumundaydı. XVIII.yüzyılın ikinci yarısında merkezi otoritenin zayıflaması ile birlikte, burası çeşitli ayaklanmalara sahne olmuştur. 1836 yılında yeni oluşturulan Hüdavendigâr Müşirliğine, 1840'da Hüdavendigâr eyaletine bağlanmış, 1845'te merkezi Manisa'da olan Saryhan eyaletine katılmıştır. Balıkesir 1888'de kısa bir süre içerisinde vilayet olmuştur. II.Meşrutiyetten sonra yeniden sancak olarak yönetilmiştir.
Balıkesir eski evlerinden bir örnek























I.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında yöre, önemli olaylara sahne olmuştur. İzmir'in işgalinden sonra Yunan ilerlemesine karşı burada toplanan Balıkesir Kongresi'nde direnme kararı alınmış ve Kuvayı Milliye ile birlikte başarılı direniş yapmışlardır. Balıkesir'de Yunan işgali 30 Haziran 1920'den 6 Eylül 1922'ye kadar sürmüştür. İstiklâl Savaşı'ndan sonra 1923 yılında il merkezi olmuş ve 1926 yılında Karesi ismi Balıkesir olarak değiştirilmiştir.
Balıkesir yöresinde Adramytteion Thebai, Adramyttion, Akhyraous, Antandros, Artaka (Erdek), Artemea, Astyra, Aureliane (Havran), Daskleion, Hadrianoutherai, Koryhantis (Coryphas), Kytonion, Kyzikos, Passandra, Poimanenon (Eski manyas), Podoselene, Prokennesos (Marmara Adası), Pyrrha, Zeleia (Sarıköy) antik kentleri bulunmaktadır.
Tarihi yapılar yönünden oldukça zengin olan yörede, Yıldırım Külliyesi (Eski Cami), Zağanos Paşa Külliyesi (1461), Yeşilli Cami (Hisariçi Camisi), Tahtalı Cami (1452), Hakkı Çavuş Camisi (1352), İbrahimağa camisi, Hacıömer (Martlı) Cami (1571), Hacı Ali Bey Camisi, Karaoğlan Camisi, Kasaplar Camisi, İbrahimbey Camisi (1466), Sefer Ağa Camisi, Vicdaniye Camisi, Eminağa Camisi (1897), Çınarlı Cami (1905), Alaca Mescid Camisi, Umurbey Camisi, Hamidiye Camisi (1898) Şeyh Lütfullah Camisi, Hacı Kaya Cami, Kırımlılar Camisi (1862), Kayabey Camisi (1907), Ali Suuri Medresesi, Karasi Bey Türbesi, Hayrettin Efendi Türbesi, Sinan Efendi Türbesi (XV.yüzyıl), Paşa Sultan Türbesi (1472), Balım Sultan Türbesi, Hasan Baba Türbesi, Çırpıllı Dede Türbesi, Fatma Sultan Türbesi, Yıldırım Köprüsü, Paşa Hamamı (1461) ve Saat Kulesi bulunmaktadır. Bunların yanı sıra da yörede çeşitli kaplıcalar, mesire yerleri ile müzeler bulunmaktadır.

SARIKIZ EFSANESİ

Kaz Dağı













Kazdaği’nın eteğinde ki köylerden biri de Kavurmacılar köyü’dür.Efsanenin kahramanı „Sarıkız“ Senem’inde ailesi ile birlikte yüzyıllar önce burada yaşadığı ileri sürülmektedir.Sarıkız’ın babası Molla Ahmet,köyün ileri gelenlerinden,varlıklı ailelerinden sayılır.Geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sağlarlar.Davarlarla ilgilenmek için ,bir de Osman isminde çobanları vardır.Molla Ahmet Senem’i Çul Mehmet’in oğlu Ahmet’e kızının rızası olmadan nişanlar, nişanlamasına da Senem çoban Osman’a sevdalıdır.Bir birlerini delicesine sevmektedirler.Bunların sevdası köylüler için uzun kış gecelerinin dedi kodusu olmuştur.Zamanla bu sevdayı küçümseyen bazı köylüler nasıl olur da bir çoban parçasi köyün en güzel kızı na sevdalanır diyerekten dedi koduların dozunu artırırlar.Senem’in namusu köylülerden sorulur olmuştur.Her tarafta senem’le Osman’ın sevgileri,konuşulup olmadık dedikodular üretilirken; bu durum,Molla Ahmet ve hanımı Pembe hanımın da canını üzmektedir.Bir an önce dünürleri çul Mehmetle konuşup ;düğün dernek kurup dedi kodulardan kurtulmak isterler.Karşılıklı konuşmalar ,akrabaların baskısı sonucu düğün tarihi olarak bir Kurban Bayrama’mı sonrasi belirlenmiş Okuntular (Davetiye) dağitilmiştir.

Magnesia (Maindros Magnesiası)















İzmir-Aydın karayolu ile ulaşılan Ortaklar bucağına bağlı ve oraya 4 km. uzaklıktaki Tekinköy’ün yanı başındadır.
Batı Anadolu’daki İon yerleşmesi sırasında kurulan kentlerin hemen hemen hepsi deniz kıyısında veya sahile çok yakın olmalarına karşılık Magnesia, (Maiandros Magnesiası) Kolophon ile birlikte bunun dışında kalmıştır. Kentin ilk kurulduğu yer kesinlik kazanamamakla beraber Lethaus (Gümüşçay) ile Maindros’un (Büyük Menderes) birleştiği yerdedir.
Kuzey Yunanistan’daki Magnesia’dan Anadolu’ya gelen Aioller’in kurduğu bu kentten söz eden kaynakların çoğunda “Magnesia’lıların uğradığı felâketler “denilmiştir.
Magnesia kazılarında Agora’nın güney-batı köşesindeki 17 no.lı, 51 satırlık bir kitabe bize kentin kuruluşu ile en güzel ve en doğru hikâyeyi anlatmaktadır . Üst kısmı kaybolmuş olan kitabenin kalan metni şöyledir:
“ ... hangi nedenle geldikleri anlaşılıncaya kadar tanrının buyurduğu kehanet gizli kalmaktadır. Tanrının,zamanın geldiğini bildirmesinden az sonra Gortyn ve Phaistos arasında bir kent kurdular ve mutlu bir şekilde oraya yerleşip,kadınlar ve çocuklar edindiler,kehanete göre kendi soylarından gelenlere tanrının isteğini aktardılar. Yaklaşık seksen yıl sonra beyaz kargalar göründüler ve hemen şükran kurbanları keserek geri dönüşleri konusundaki kehaneti öğrenmek üzere, Themisto’nun Argos’da rahibe ve Ksenyllos’da birinci Archon olduğu sırada Delphi’ye bir heyet gönderdiler. Onlara şu kehanet bildirildi;
“Siz Magnesialılar,siyah bir kuş yerine,beyaz kanatlı bir kuş gördüğünüz için uzak Girit’ten geldiniz ve ölümlülere bir mucize olarak görünen bu olay karşısında anayurdumuza yeniden dönüp dönmemekte kararsızdınız. Ama anayurt toprağından bir başka yere yelken açmak gereklidir. Babam,benim ve kız kardeşim için Magnesialılara Peneios ve Pelion dağının hakim olduğu topraktan daha kötü olmayan bir toprak parçası tahsis etmek uygundur. Ey asil Magnesialılar, sizler nereye yelken açmanız gerektiğini soruyorsunuz. Tapınağın kapısının yanında duran adam size yolu gösterecek. Bu yol sarp Mykale dağının arkasındaki Pampylialıların ülkesine sizi götürmeli, orada kıvrımı çok (Meander) nehrin kenarında çok sayıda arazisi olan Mandrolytos’un zengin evi var. Burada Olimpialı, hilekârlığa hükmedenlere değil, hak edenlere zaferi ve büyük refahı temin eder.
Bu kutsal alanda Glaukos’un soyundan gelen cesur bir adam var. Tapınağı terk ettiğinizde bu kişi karşınıza çıkacak, çünkü kader bunu böyle istedi. Bu şahıs size anakaradaki bol buğdaylı araziyi gösterecek. Magnesialıların silah taşıyan akraba halkını, Thorax dağına ve Manthios nehrine ve Endymion karşısındaki sarp Mykale dağına ulaşmaları için rehberliğin altında Pampylialıların körfezine gönder, Leukippos. Burada zengin ve hayrete değer Magnesialılar, Meandros’un evinde surlarla çevrili kentlerde oturacaklar
.”
Bilge Umar buradaki yerli halkın Luwi’ler olduğunu söylerken “Magnesia isminin Hellen dilinde bir anlamı olmadığını da belirtir. Burada M.Ö.680 ile 652 arasında Lydia Kralı Gyges’in hakimiyetini görüyoruz. Kentin Gyges’in düşmanlığını kazanmasına sebep olarak bazı antik yazarlar, Gyges’in gözdesi olan bir ozanın Magnesia’da uğradığı hakaretlere bağlamışlardır. Daha sonra Kuzeyden gelen bir kavim olan Kimmerler kente M.Ö.657’de hakim olmuşlardır. Peş peşe gelen bu saldırılar nedeniyle Magnesia tahrip edilmiştir. Daha sonra bütün Anadolu’da bir fırtına gibi esen Pers hakimiyetinden burası da nasibini almıştır. Pers Kralı I.Artaxerxes, Salamis Savaşının Atinalı kahramanı Themistokles’in memleketinde gözden düşmesi üzerine onu Anadolu’ya davet etmiş ve yaşaması için üç kent önermiştir. Themistokles’de bunların içinden Magnesia’yı seçmiştir (M.Ö.460). Magnesia’lılar da kahramana büyük saygı göstermişlerdir. Buna karşılık Themistokles, Magnesia’da Artemis adına bir mabet yaptırarak kızını da oraya rahibe yapmıştır. Themistokles Artemis Leukophryus kutsal alanında kurban sunarken ölmüştür. Onun ölümünden sonra onun anısına Magnesia’lılar agora’da bir anıt yapmışlardır.
İon kentlerinin almış olduğu ortak karara uymayan Magnesia, Atina’nın başkanlığındaki Delos Deniz Birliği’ne katılmamış ve Atina-Sparta savaşında taraf olmamıştı. Spartalıların savaşı kazanmasından sonra buraya gelen Spartalı komutan Thibron kentin savunmasız durumunu görünce Perslerin tekrar buraya gelmelerine mani olmak için kenti Thoraks Dağına (Gümüş dağı) taşımıştır.
Magnesia’nın yer değiştirmesiyle ilgili bu söylentilerden çok Menderes’in taşıdığı millerin bunda büyük payı olduğu sanılmaktadır. Alınan bütün bu önlemlere karşı Magnesia yine de Perslerin eline geçmiş, Büyük İskenderin Anadolu’ya gelişine kadar da onların egemenliğinden kurtulamamıştır. M.Ö.334’de Büyük İskender’e gönül rızası ile bağlanmışlar, daha sonra M.Ö. 240 da Seleukos krallığına, M.Ö.189’da da Bergama Krallığına tabi olmuşlardır. Bergama Krallığının vasiyet yoluyla Roma’ya bağlanmasıyla Magnesia’da Roma’nın Asya eyaletleri içerisinde önde gelen kentlerinden biri konumuna girmiştir (M.Ö. 133). Nitekim M.S. III.yy.a tarihlenen bir sikke üzerinde “Asya’nın yedinci kenti” yazısı da bunu doğrulamaktadır. M.Ö. 87’de Pontus Kralı IV.Mithradates direnerek Roma’ya bağlılığını kanıtlamış, Sulla’da onları bağımsızlıkla mükafatlandırmıştır. M.S.17’deki büyük depremde çok zarar gören şehri İmparator Tiberius 12 yıldan kısa bir süre içinde yeniden inşa etmiştir. Bundan sonra kent için talihsiz bir süreç başlar, önce Gotlar tarafından yakılıp yıkılır. Daha sonra 620-30’da Pers Kralı II.Hüsrev’in akınları karşısında Artemis kutsal alanı çevresindeki surun içine çekilerek kendini korumaya çalışır. Bizans döneminde ise bir piskoposluk merkezi olur ve daha sonra da önemini tamamen yitirir.
Platon’un anlattıklarına dayanarak ve son buluntuların ışığında M.Ö. II.yy.da, çevresi surla çevrili,yaklaşık 1300x100 m.lik bir alanı kaplayan, ızgara plânlı bir kent olduğunu tanımlıyoruz. Yine Platon’a göre şehrin nüfusu yaklaşık 20 000 kişi olup, her biri bir tanrının adını alan 12 semte (phyle) bölünmüştü. Bu tanrılardan sekizinin adını duvar yazıtlarından öğreniyoruz. Bunlar Aphrodit, Apollon, Ares, Hephaistos, Hermes, Hestia, Poseidon ve Zues’dur.
Magnesia 18.yüzyıldan başlayarak gezgin ve Arkeologların ilgisini çekip araştırdıkları bir yerdir. Buradaki ilk ciddi çalışmayı 1817-21 arasında J.N.Huyot yapmış ve şehir plânını çizmeye çalışmıştır. Bu çalışmalar bugün Paris Bibliothèque National’dadır. 1842-43’de Ch.Texier yanına mimar Jacques Clerget ve ressam Clèm Boulanger’i yanına alarak buraya gelmiş ve ilk ciddi çalışmaları başlatmıştır. Artemis tapınağının çıkmasıyla ünlenen bu kazı maalesef Türkiye için çok acı vericidir,zira tapınağın neredeyse bütün frizleri Türkiye’den Paris’e taşınmıştır. Bugün Paris Louvre Müzesinde “Magnesia of Meandrum” seksiyonunda Ch.Texier’in adı ile teşhir edilmektedir. Bu frizler, toplam uzunluğu 40 m.yi bulan 41 adet blok ve parçalardan meydana gelmektedir. Amazonlar ile Hellenlerin savaşını canlandırmaktadırlar. 1872-73’de O.Rayet ve A.Thomas burada incelemeler yaparak en kapsamlı yayını gerçekleştirdiler. 1887’de İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Osman Hamdi Bey Texier’in arazinin bataklık oluşu ve su basması yüzünden götüremediği 20 m. uzunluğundaki friz bloklarını İstanbul Arkeoloji Müzesine getirir.1890’da Carl Human’ın başkanlığında Alman Arkeoloji Enstitüsü burada küçük bir kazı ile işe başlar ve çalışmalarını 1893’e kadar sürdürür. Bu kazılarda çıkan eserlerin bazı parçaları da ne yazık ki Berlin Müzesine götürülmüştür. Bu dönemdeki çalışmalar Artemis kutsal alanında, altarda, agora’yı çevreleyen Stoa’larda ve Zeus tapınağında yoğunlaşmıştır. Bu dönemden sonra burası uzun süre unutuldu. Ta ki 1985’e kadar. Bu tarihten itibaren Prof. Dr. Orhan Bingöl’ün başkanlığında Ankara Üniversitesi tarafından metotlu bir şekilde araştırma ve kazılar yapılmaktadır. Bu çalışmaların sonunda,Artemis Kutsal Alanı, tapınağı , sunağı, tören yolu, propylon, Agora, Zeus tapınağı, Bizans suru, Latrina, Çarşı Bazilikası, Odeon, tiyatro Athena tapınagı, Theatron , şehir surları, Stadion, Gymnasion ve nekropoller çıkarılıp plânları ve rölöveleri çizilmiştir.
Magnesia’daki Mimari yapılar:
Artemis Leukophtyene Kutsal Alanı ve Mabedi
Portikolarla çevrili olan bu kutsal alanın ortasında Artemis Tapınağı ve sunağı, doğusundaki Propylon ile Agoraya bağlanmaktadır.
M.Ö.II.yüzyılın başlarına ait olan Artemis Mabedi 41x67.5 m. ölçüsündedir. Mabedin mimarı aynı zamanda Teos’daki Dionysos mabedini de yapmış olan Hermogenes’tir. Alman Arkeoloji Enstitüsünün yapmış olduğu kazılarda bu mabedin altında M.Ö. IV.yy.a ait arkaik bir mabet olduğu anlaşılmıştır. Bölgesi devamlı su basmasından dolayı epeyce tahrip olan yapının plânı güçlükle çıkarılabilmiştir. Pronaos ile Naos’un içerisi sütunlarla çevrilidir,ayrıca dış sütun dizisi ile mabet duvarları arasındaki uzaklık alışılagelenin iki katına çıkarılmıştır. Antik Çağ mimarisinde bu uygulamaya Pseudodipteros adı verilir. Mabedin kısa kenarlarında 8, uzun kenarlarında da 15 adet attika tipi sütun bulunmaktadır. Burada dikkati çeken bir başka özellik de Pronaosdaki iki sütunun aynı şekilde Opisdodomos’da da uygulanmış oluşudur. Ayrıca Naos’un içerisine üçer sütun konulmuştur. Artemis mabedinde diğer İon mabetlerinde görülmeyen özellikler vardır. Bunun en belirgin olanı cephenin doğuya yönelmesi gerekirken burada batıya doğru olmasıdır. Bunun nedeni Artemis Leukophryene’nin Frig kökenli bir Anadolu tanrısı olmasına bağlanmıştır. Bu anıtta gölge-ışık oyunlarına da çok önem verildiğini anlıyoruz, çatı yükünün hafifletilmesinin yanı sıra bazı yenilikler de yapılmıştır. Daha çok Roma çağında görülen geniş temenosun ortasında yer almış ve bu alan Agora tarafından kesilmiştir. Mermer bloklarla döşeli olan zemin batıya doğru bir eğim yapmakta idi. Mabetteki Artemis heykelinin nasıl olduğunu sikkelerden anlıyoruz. Aynen Ephesos Artemisinde olduğu gibi aşağıya doğru incelen vücudunda dar bir giysi vardır, iki yana açmış olduğu ellerinde birer yün yumağı tutar. Başında yüksek bir Polos bulunmaktadır. Göğsündeki çok sayıdaki çıkıntı ise muhtemelen bereketi sembolize eden koç yumurtaları olmalıdır. Eski tarihçilerin anlattıklarından heykelin ahşap üzerine altınla kaplı olduğunu öğreniyoruz. Ayaklarının iki yanında ise birer kartal yer almaktadır.
Tapınağın önemli özelliklerinden biri de alınlıkların ortasında bir büyük yanlarında da iki küçük kapı kabartmalarının yer almasıdır. Bu Artemis Leukophryene ve onun kültü ile ilgilidir. Bu kapı “tanrının kendini göstermesi” ve “varlığını kanıtlaması”(Epiphanie) sembolüdür.
Magnesia’lılar her dört yılda bir Artemis adına şenlikler yapmış ve diğer İon kentlerine haber göndererek onların da katılmalarını istemişlerdir. Bunun sonucunda da diğer kentlerden farklı olarak kutsal bir konuma girmiştir. Bu durumu Agora’daki bir duvardaki yazıt açıklamaktadır.

Artemis Sunağı
Artemis Mabedinin batısında, Bergama’daki Zeus sunağına benzeyen at nalı şeklinde bir sunaktır. Günümüze sadece temelleri ulaşabilmiştir. Avlulu bir yapı olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Rölyef karakterli heykellerinin bir kısmı bugün Berlin Müzesindedir. 1994 yılından itibaren burada yeniden kazılara başlanmıştır. Sunağın 15.80x23.10 m. ebadında olduğunu temel kalıntılarından anlıyoruz. Etrafı traverten üstüne mermer plakalarla döşeli, Altar iki yandan, sütunlu portikolarla çevrili idi. Prof. Dr. Bingöl, altar kabartmalarında Olympos’lu on iki tanrının heykelleri olduğunu söyler. Bugün bu kabartmalardan iki figür Berlin müzesindedir.

Propylon (Anıtsal Giriş)
Agora’nın doğu stoasının ortasında, tapınak ile Agora arasındadır. Prof. Orhan Bingöl sütunların bazılarını restore edip ayağa kaldırmıştır. Yapı iki basamaklı mermer bir krepis üzerinde oturur. Sütun kaideleri Attika-İon üslubundadır. Doğu tarafındaki sütunlar kapı söveleriyle sınırlandırılmıştır. 1993 yılından itibaren burada da kazılara başlanmıştır.

Zeus Sosipolis Mabedi
Agora’nın doğu-batı yönünde İon üslubunda, Hellenistik dönemde yapılmıştır.Kentin kurtarıcısı (Sosipolis) olarak tanımlanan Zeus’a atanmıştır. G.Gruben’in mimar Hermogenes’in ilk yapılarından biri olduğunu söylediği bu mabet stylobat üzerinde 7.38 x 15.81 m. ebadında idi. Cephesindeki frizler bugün Berlin Müzesindedir. Zeus’a ait olduğu kuvvetle muhtemel bir gövde parçası ile vücudun alt bölümüne ait giysinin bir parçası bulunmuştur. Bu parçalar sikkelerin üzerindeki Zeus tasvirleri ile uyuşmaktadır. Sikkelerin ışığında ,Zeus’un sol elindeki asasına dayanarak tahtında oturup sağ elinde ise muhtemelen Artemis’in büstünü tutmakta olduğunu anlıyoruz.

Tiyatro
Artemis mabedinin güneyindeki bir tepenin batı eteğinde kentin 3500 kişilik tiyatrosu bulunuyordu. Mimar Hermogenes tarafından yapıldığı tahmin edilirse de bu kesin değildir.Son kazıların ışığında tiyatronun üç safhada yapıldığı anlaşılmıştır. İlk inşaası M.Ö. III. yy.a ait olduğu tahmin edilir. Bu tarihten kalma kısım beş bölümlü, kireç taşından sahne binası, iki yanında merdivenleri olan bina ve koridorlar ile orkestranın ortasına kadar uzanan tünel ile yuvarlak orkestradır. İkinci ilavelerin yapıldığı tarihin M.Ö.200 olduğunu, tiyatronun yapımı için para bağışında bulunan Apollophanes’in şerefine konmuş olan iki heykelin kaidesindeki yazıtlardan öğreniyoruz. Bu dönemde 25.5 m. uzunluğundaki analemma duvarları, proskenanın mermer blokları ve duvarların ortalarındaki kapılar yapılmıştır. Bu döneme ait tiyatroda, devrinin önemli müzisyeni ve şairi olan Anaxenor’a ait bir heykel ile yazıt vardır. Strabon’un da bahsettiği bu kişiye, Magnesia’lıların ne kadar önem verdikleri ve onunla gurur duydukları bellidir. Üçüncü yapı dönemi M.S. 22. yy. a aittir. Bu dönemde 3.m.yüksekliğindeki podyum ile Orkestradaki tünelin T şeklinde uzatılmasıdır. Tiyatrodan pek az kalıntı günümüze gelebilmiştir.. Oturma kademelerinin hemen hemen tamamı yok olmuştur. Büyük bir olasılıkla M.S.263’deki Got akınları sırasında büyük tahribata uğramış ve yıkılmıştır. Çünkü buluntular çok dağınık bir haldedir.

Odeon
Agora’nın güney-doğu yönündedir ve çok az kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Hellenistik çağa tarihlenen odeon’un taşları da muhtemelen Bizans suru’nun yapımı sırasında parça parça sökülüp kullanılmıştır.

Stadion
Odeon’un güneyinde iki tepenin ortasında,186 m. uzunluğunda “U” şeklindedir. Günümüzde tamamen ağaçlar ve makilerle kaplıdır. Bilgilerimiz buraya gelen Huyots ve Clerget’in çizimlerine dayanmaktadır.

Gymnasion
Kentin ortasında olup Magnesia’da görülen en yüksek kalıntıdır. Hamam, Apodyterion ve Palaestra’dan meydana gelmiştir. Yaklaşık 100x25 m2’lik bir alanı kaplar. Apodyterion kalın duvarlı dikdörtgen bir yapıdır. Burada halen Prof. Orhan Bingöl kazı çalışmalarını sürdürmekte olup, oldukça geniş bir bölümü açığa çıkarmıştır. M.S. 2-3 yy.lara tarihlendirilir. Hamam kısmı Miletos’daki Faustina hamamına çok benzer. En alttaki tonozlu koridor ve odalardan oluşan 250 m.lik mekan kazılar sonucu açığa çıkarılmıştır. Korent nizamındaki sütunlarla çevrili Palestra Apodyterion’un doğusundadır .Bu kısım doğu’da staolarla çevrili büyük yapı ile birleşmektedir.

Latrina
M.S.4-5 yy.a tarihlenen bu tuvalet 1993-1995 arasında Prof. Orhan Bingöl tarafından kazısı tamamlanıp restore edilmiştir. Havuzlu bir ön odadan girilen Latrina’nın temizlenmek için kirli ve temiz su kanalları kanalizasyonu ve iki adet güzel çeşmesi vardır. 15.85 x 8.40 m. ebadındır. Latrina’nın oturulan sekisi ile döşemesi mermer kaplıdır. 32 kişinin aynı anda kullandığı oturma sekilerinden anlaşılmaktadır. Genel Tuvalet Roma’da çok yaygındır. Kişiler burada hem ihtiyaçlarını gideriyorlar hem de sohbet ediyorlardı. Bu yüzden Roma devri Latrina’larında insanları birbirinden ayıran özel bölümler yoktur. Duvarlar opus sectile dekorasyon ile bezenmiştir. Buna ait parçalar restorasyon sırasında, kanalizasyon kanalından çok sayıda çıkmıştır.

Bizans Suru
Bu sur, Pers Kralı II.Hüsrev’in akınlarından korunmak için yapılmıştır. Esas kent surunun blok taşları burada kullanılmıştır. Surun kuzey duvarının iç tarafına 5 m.lik aralıklarla 4.m.yükseğe yerleştirilmiş 50x50 ebadında yuvalar yapılmıştır. Bunların ne için yapıldığı anlaşılamamıştır. Sur duvarlarındaki kaplamanın içi çok sert bir harç ve şpoli malzeme ile doldurulmuştur.

Aphrodisias














Antik Çağlar’ın görkemli bir kenti olan Aphrodisias ören yeri, Babadağ sırasının eteğinde, denizden yaklaşık 600 m yükseklikte bir plato üzerinde yer almaktadır. Burası İzmir’in güneydoğusunda, karayolu ile yaklaşık 230 km uzaklıkta, Aydın ilinin Karacasu ilçesine bağlı Geyre köyü yakınındadır.
Eski kaynaklar Aphrodisias hakkında çok az bilgi vermektedir. Byzantium’lu Stephanos’a göre kent, MÖ 13.yüzyılda kurulmuştu ve Ninoe (etimolojik olarak yarı efsanevi Babil kralı Ninos kökenli) olarak adlandırılıyordu. Kentin başka adları da vardı.
Aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit adına kutsal törenler yapılan Aphrodisias kenti Antik Çağ’ın önde gelen mimarlık, sanat, heykeltraşlık ve tapınma merkeziydi. Bilimsel araştırma ve arkeolojik kazılar sonucunda Aphrodisias’taki ilk yerleşmenin MÖ 4000 yıllarında Kalkolitik Çağlar’da başladığı tespit edilmiştir. Kesin bilgiler MÖ 11.yüzyıla aittir ve tarihçi Appian tarafından verilir.Ona göre Aphrodisias, komşu kent Plarasa (Bingeç) ile birlikte bu dönemde gümüş ve bronz sikkeler darbetmiştir.
Aphrodisias’ın en parlak ve gelişkin dönemi, Roma Çağları’ndadır. kentin yakınında Baba Dağı eteklerinde bulunan ocaklardan sağladıkları değerli mermerlerden olağan üstü güzellikte heykeller ve yapı elamanları üreten ve imparatorluğun her yanına ihraç eden Aphrodisiaslı ustalar,”Aphrodisias stili”olarak bilinen “Manierist” sanat okulunu kurdular. Beş yüzyıl kadar süren yoğun iskan ve geleneksel Roma yaşantısı boyunca,göz kamaştıran güzellikte yapılarla dolu bir kent ortaya çıktı.
Bizans Çağları’nda dinsel ve siyasal nedenlerden olumsuz etkilenen Aprodisias, giderek eski parlak dönemlerini geride bıraktı. Yangınlar, yer sarsıntıları, Sasani ve Arap akınlarıyla harap oldu ve zamanla terk edildi.
Arkeoljik kazı ve araştırmalar ilk defa 1904’te başlatıldı. 1961’den itibaren “National Geographic Society” kurumunun finansmanı ile New York Üniversitesi adına 1990 yılına kadar Prof. Kenan Erim’in başkanlığında, günümüzde ise Prof. Roland Smith tarafından sürdürülmektedir. Bu kazılar ve bilimsel araştırmalar sonucunda mimarlık, heykeltraşlık, tıp, matematik, astronomi alanlarında ve çeşitli sanat dallarında önemli çalışmalar yapıldığı belgelenmiştir. Tıp araştırmacısı Xenocrates, Romancı Chartiton ve Düşünür Alexander Aphrodissias’lıdır. Hamam ve agora, kentin tapınağı, stadyum, 10.000 kişilik tiyatro, Roma- Bizans dönemleri arasında yapılmış surlar, akropol, odeon bugün de ayakta duran yapıtlarındandır.
Arkeolojik kazılara son yıllarda büyük önem verilmesi, bu kazılarda bulunan çok iyi korunmuş sanat eserlerinin bolluğu ve güzelliği, buluntuların yerinde yapılan bir müzede topluca değerlendirilip sergilenmesi dolayısıyla Aphrodisias’ı Aydın ilinin sahip olduğu en önemli kültür mirası haline sokmaktadır.
Aydın ilinin güneydoğusunda, Karia bölgesinin ise kuzeydoğusunda yer alan Aphrodisias hakkında tarihsel kayıtlarda çok az bilgi bulunmaktadır. Daha çok yapılan arkeolojik kazılar, kendi açıklamasını da birlikte getirmektedir. Bizanslı tarihçi Stephanus’un yazdığına göre bir leleg-pelasg yerleşimi olan kentin ilk adı Lelegonpolis idi. Gelişince Megalopolis adını aldı. Daha sonra da Babil’in yarı söylence kralı Ninos’un ardından Ninoe diye anılmaya başlandı. Bu adına, Aphrodisias’da bulunmuş bir kabartma üzerinde de rastlanmıştır. Nino, nina ve nin Akad dilinde Tanrıça İştar, Astarte ya da Astartia için de kullanılmaktadır, İştar, Babil ve Ninova’nın Hazreti Süleyman’a bile hükmetmiş aşk tanrıçası idi ve özellikleri Afrodit’inkilere çok benzemekte idi. Daha doğrusu Aphrodisias, Ninoe’nin Yunanca çevirisi idi. Bu durum, bir Karia yerleşim yeri olan doğu etkisinde çok eski bir Ana Tanrıça tapım yeri olduğunun kanıtı sayılıyor.
Asurluların Babil’den çok uzak bir köşede İştar adına bir tapım yeri kurdukları varsayımı hiç de yabana atılmayacak bir olasılıktır. İ. Ö. 2000’in başlarında, Hititler’in ilk dönemlerinde Anadolu’da birçok Asur Kolonisi bulunuyordu. Hellenistik çağda, Yerel Tanrı ve Tanrıçalara Yunan mitolojisindeki benzerlerinin adlarını yakıştırmak adet olmuştu. Aphrodisias Afrodit’i de aslında karakter olarak Yunan Afrodit’inden bir hayli ayrılmaktadır. Daha çok, Anadolu’daki toprak, yeraltı ve bereketi de simgeleyen Ana Tanrıça Kibele’ye benzemektedir. Bir bakıma Efes Artemis’i ile de benzeşir.
Afrodisias’da antik tiyatronun yaslandığı tepe, aslında İ. Ö. 3000 yılından daha fazla bir zaman öncesinden yığılmaya başlamış bir höyüktür. Burada yapılan kazılar, eski Tunç çağından beri yerleşim yeri olarak seçilmiş bu yerin tarih öncesi kültürleri hakkında yeterince bilgi veriyor.
İ. Ö. III. yüzyılda Mısır’dan gelerek Karia hakkında bir kitap yazmış olan tarihçi Appolonios, Aphrodisias’lı olarak anılır. Aphrodisias’ın kent olarak adı, ilk kez Romalı diktatör Sulla’nın İ. Ö. 82 yılında Delphor Tapınağı’nm Kehanetine uyarak buraya Karia’nın sembolü olan çift yüzlü balta ile altın bir taç göndermesi dolayısıyla geçer. Belgede biraz abartılı da olsa, Tanrıça Afrodit adına adanmış büyük bir Karia kentinden söz eder. Bu arada Aphrodisias adı geçen paralara da rastlanıyor.
Basılan ilk paralardan Aphrodisias’ın adı komşu kent olan Plarasa’dan (Bingeç) sonra yazılıyor. Daha sonraki sikkelerde Plarasa adı ortadan tamamen kalkıyor. Bütün bunlar Aphrodisias’ın başlangıçta tıpkı Didim gibi sadece bir tapım yeri olduğunu, çevresinde zamanla gereksinmelerden doğan bir yerleşim alanı geliştiğini ve günün birinde de Plarasa adlı kentin tarih sahnesinden silinip Aphrodisias’ın bir kent durumuna yükseldiğini gösteriyor.
Aphrodisias yazıtlarından birinde de İ. Ö. I. yüzyılda eyaletteki vergi toplayıcılarının tutumunu şikayetle görevlendirilmiş iki Aphrodisias’lının Roma’ya gidişlerinden bahsetmektedir. İ. Ö. 39-35 yılları arasında Marcus Antonius tarafından gönderilen senato buyrultusu, Aphrodisias tapınağının sağınma sınırının Efes’teki Artemis tapınağınınki kadar genişletildiğine dairdir.
Tiyatro kazılarında çok sayıda imparator mesajları bulunmuştur. Bunların çoğu uygulanacak olan bağışıklıkları içermektedir. Roma’nın imparatorluk dönemi, Aphrodisias’ın altın çağı olmuştur. Önemli bir edebiyat, sanat merkezi olan kent, tıp ve felsefe alanında atılımlar yaptı. Ayrıca Aphrodisias’da çok ünlü bir heykel okulu vardı.
Yapılan kazılarda bir heykel atölyesi ile çok sayıda tamamlanmış ve yarı yarıya yapılmış heykel bulundu. Heykellerde kullanılan mavimsi gri mermer Babadağ’ının eteklerinde, kentin 2 km. doğusundaki ocaklarda çıkarılıyordu. Bu taş, yerinde işlendiği gibi bir heykel malzemesi olarak yarı işlenmiş ya da bloklar halinde özellikle Menderes vadisindekiler olmak üzere Anadolu’nun başka kentlerine de ihraç ediliyordu.
Roma’da İtalya’nın ve Yunanistan’ın her köşesindeki birçok kentte bulunan bir çok güzel heykelde Aphrodisias’lı ustaların imzaları tespit edilmiştir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki Aphrodisias’da yapılan şenlikler sırasındaki heykel yarışması, yalnız bu kente özgü olaydır.
Hıristiyanlığın yayılması ve imparatorluğun resmi dini olmasından sonra, Afrodit’in adını unutturmak üzere Bizans döneminde buraya Stavropolis (Haç kenti) adı verildi. Ancak, kent bölgenin adı olan Karia olarak anıldı. Türkler tarafından eski kalıntılar üzerine kurulan köyün Geyre adının da Karia’dan bozma olduğu sanılıyor.
Afrodisias ören yeri, geçen yüzyılın başından itibaren batılı gezginlerin dikkatini çekmeye başlamıştır.
Bunların başında Charles Texier ve Laborde gelmektedir. Bunlar görülen kalıntıları anlatmışlar ve bunlardan çizimler de yapmışlardır. 1904-1905 yıllarında Paul Gaudin başkanlığında bir Fransız heyet kısa süreli iki kazı yaptı. 1913’de A. Boulanger’in de bir teşebbüsü oldu. 1937’de Julio Jakopi’nin yönetimindeki İtalyan heyeti de kazılar yaptı.
Aphrodisias'ta en verimli kazılar ise, 1961 yılından beri Prof. Kenan Erim yönetimindeki (ölüm:1990) National Geographic Society tarafından da desteklenen New York Üniversitesi adına yapılanlar olmuştur. Bu kazılar sırasında iyi korunmuş birçok yapı yanında olağanüstü güzellikte sayısız heykel gün yüzüne çıkarıldı. Bunların ancak bir bölümü Aphrodisias’ta kurulan özel müzeye yerleştirilebildi.
Yaklaşık 520 hektarlık bir alanı kaplayan Aphrodisias ören yeri Roma döneminde inşa edilmiş, Bizans döneminde onarılmış 3,5 km’lik bir surla çevrilmiştir. Duvarın inşa ve onarımlarında eski mimari parçaların kullanıldığını görüyoruz.
Kent, aslında Prehistorik bir höyük olan 15 metre yükseklikteki Akropol tepesi diye anılan yükselti hariç düz bir alanda kurulmuştur.

Priene (Güllübahçe)















Priene M.Ö. 1200 yıllarında Batı Anadolu kıyılarına yönelik Dor göçü sırasında Atina Kralı Kodros’un torunlarından Aipytos tarafından kurulmuştur. Ancak Priene’nin ilk kurulduğu yerin nerede olduğu bilinmemektedir. İon yerleşmesinin başladığı yıllarda kurulan kentlerin başında da Priene gelmektedir.
Priene sözcüğünün Hellen dilinde anlamı yoktur. Luwi/Pelasg dilinden geldiği.değişerek bu şekli aldığı tahmin edilir.
M.Ö.495’de oniki gemiyle Lade Savaşına katılan ve iki önemli limanı olan bu kentte Antik Çağın ünlü düşünürü Bias yaşamıştır.
Kentle ilgili olarak Bias’ın iki öğüdü ile tarihe geçkmiş ve çağının önemli olaylarında da bunlar etkili olmuştur. Bunlardan birincisi ile Lydia Kralı Kroisos’un adalara saldırması önlenmiş ,diğeriyle de Pers saldırıları karşısında Prienelilerin yurtlarını bırakıp Sardes’e gitmelerini sağlamıştır.
Eski Priene’den günümüze hiçbir kalıntı gelemediği gibi nerede olduğu da kesinlik kazanamamıştır. Ondan günümüze yalnızca M.Ö.500’de basılmış, ön yüzünde Athena’nın resmi olan elektron bir sikke gelebilmiştir. Büyük bir olasılıkla eski Priene Maiandos’un (Büyük Menderes) getirdiği alüvyonların,toprak birikintilerinin,çamırların altında kalmıştır.
Bugünkü Priene Atina’nın yardımıyla M.Ö. 350’de eski Priene’nin limanı olan Naulokhos’un kıyıları ile sırtını yasladığı Mykale dağı arasında kurulmuştur.
Strabon, Priene’nin başlangıçta deniz kıyısı olduğunu,zamanla Maiandros’un taşıdığı birikintilerden ötürü denizden 6,5 km. içeride kaldığını belirtir.
Şöyle ki:

Gerçekten,toprak gevrek ve kolay ufalanabilen cinstendi,aynı zamanda tuzlarla dolu olup kolay yanabilirdi ve belki de bu nedenlerden nehrin akıntısı, sık sık yönünü değiştirdiğinden,Maiandros kıvrılarak akmaktadır. Nehir aşağılara çeşitli zamanlarda, kıyının çeşitli kısımlarına alüvyon yağmakla beraber,sel toprağının bir kısmını da açık denize sürükler. Gerçekte, kırk stadia uzunlukta sel toprağı yığınları evvelce deniz kıyısında olan Priene’yi bir iç kent yapmıştır.”
Daha sonra Strabon Priene’yi anlatmaya şöyle devam eder:
Maindros’un denize döküldüğü yerlerden sonra,yukarı kısımlarında Priene kentinin ve üstü yabani hayvanlarla dolu ve ağaçlarla kaplı olan Mykale dağının bulunduğu Priene kıyısı gelir.
Eski Priene, Lydia Kralı Ardys’in saldırısına uğrayıp ele geçirilerek haraca bağlanır.
Ardından Pers Kralı Kyros’un eline geçer ve M.Ö.494’de Perslere karşı ayaklanan batı Anadolu kentlerinin, Miletos’un öncülüğünde başlattığı bağımsızlık savaşına katılır.
Lade adası da bu deniz savaşına 12 gemiyle katılmıştır. M.Ö.334’de Büyük İskender Perslere karşı savaşa giderken buraya uğramıştır.
Yeni kentin yapımı Büyük İskender’in M.Ö.334’de İonla’ya gelişinden sonra büyük hız kazanmıştır. Büyük İskender burada yapılmakta olan Athena mabedinin yapımına maddi katkıda bulunmuş, bunea karşılık Prieneliler de mabedi ona ithaf etmişlerdir. Nitekim Priene kazılarında bunu açıklayan bugün British Museum ‘da olan bir ithaf yazıtında bu açıkça yazılıdır.
Priene, M.Ö.II.yüzyılda Pergamon Krallığının yönetimine girmiştir. Bu yıllarda Kappadokia kralı Ariarathes, kardeşi Orophernos tarafından tahttan uzaklaştırılmıştı.
Böylece Kappadokia Kralı olan Orophernos eline geçirdiği 400 talenti Priene’ye saklanması için göndermişti.
Ne var ki, Ariarathes Bergama Kralı II.Athalos’un yardımıyla yeniden Kappadokia tahtına geçince,kardeşinin gönderdiği bu parayı Prieneli yöneticilerden istemiştir. Prienelilerin parayı ancak onlara veren kişiye iade edebileceklerini söylemeleri üzerine Ariarathes, Attalos’un da izniyle Priene topraklarına saldırmıştır.
Prieneliler Roma’dan yardım istemelerinin yanı sıra fırsatını da bularak parayı Orophernos’a geri vermişlerdi. Bütün bu olaylar gelişirken Prieneliler epey güç günler geçirmişlerdir.
Priene, Bergama krallığından sonra M.Ö.II.yüzyılda Romalıların egemenliğini tanımak zorunda kalmıştır.
Ancak Maiandros nehrinin sürekli getirdiği toprak ve çamur birikimleri kentin denizden uzaklaşmasını gittikçe hızlandırmıştı. Bu arada kent halkı Roma’ya ödemek zorunda kaldığı vergilerden, Mitpridates zamanındaki savaşlardan büyük zarar görmüştür. Siyasi baskılardan Neulokhos limanını kullanamamış, komşusu Miletos’un güçlenmesi sonucu onunla ekonomik yönden rekabet edemeyince de önemini yitirmeye başlamıştır.
Roma İmparatorluğunun sonlarına doğru çevresindeki kentlerin ilgisinden tümüyle uzaklaşan Priene Bizans çağında yalnızca bir piskoposluk merkezi olmasıyla yetinmiştir.
Hellenistik çağın en güzel mimari yapıtlarını günümüze taşıyan bu antik kentte arkeolojik kazılara ilk kez (1895-1898) Carl Human başlamış ve öncelikle Athena mabedi üzerinde durulmuştur. Onun ölümünden sonra kazıları Th.Wiegand devam ettirmiştir. Başlangıçta Athena mabedine yönelik olan çalışmalar gün geçtikçe genişlemiş ve tüm Priene’ye yayılmıştır. British Society of Dilettani kazılarından sonra Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Wolf Koenıgs, Athena mabedi, Agora, Zeus MabediGymnasium ve yazıtlar üzerinde çalışmalarını sürdürmüşlerdir.
Antik Çağ’ın en büyük tarihçilerinden olan, aynı zamanda Tarihin Babası olarak bilinen Heredot ise, kitabında Priene için şöyle der ; "Panionion’da toplanan Iyonlar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altına ve en güzel iklime sahip yörede kurmuşlardır. Güneyden baslayarak ilk kentleri Miletos’dur; hemen sonra Myus ve Priene gelir. Gerçekten de Milet, Didim ve Priene Antik Kentleri’nin yeraldığı bölge, Anadolu’nun en güzel bölgelerinden birisidir.”  Günümüzden 2000 yil önce Söke Ovası tamamen bir deniz, Bafa Gölü de bir koy şeklindeydi. Bu denizin kenarında Antik Çağ’in en güzel kentlerinden birisi `Priene’ yer alıyordu. Priene’ liler denizcilikle uğraşıyorlardı.
Priene’nin kelime anlamı "Hisar Yurdu" demektir. Priene Kenti’nin ilk önce nerede kurulduğu belli degildir. M.Ö. 494 yilinda Iyon Birligi ile Persler arasında yapılan Lade deniz Savası’ na Priene’liler 12 gemi ile katılmışlardı. Savaş sonunda lyon donanmasi yenilgiye uğrayınca Milet ve Apollon gibi Priene Kenti de yakılıp yıkıldı.
M.Ö. 350 yıllarına doğru kent yeniden bugünkü yerinde inşa edildi. Miletli ünlü şehirci mimar Hippdamos’ un, kendi adıyla anılan “Hippodamos Plani” na göre yeniden yapılan bu kent, arkeolojide Hellenistik Çağ’ın en güzel kentlerinden biri olarak bilinir. Kentin Naulochos adında bir limanı olduğunu belgelerden biliyoruz ama bu limanın yeri henüz belli değildir.
Helenistik dönem boyunca şehir Ptolemaic ve Seleucid Krallıklarının ve Pergamum Krallığı’nın yönetimi altına girdi. M.Ö. 133’de Pergamum Kralı II. Attalus’un ölümünden sonra toprakları kendi isteğiyle Roma’ya eklendi ve böylelikle Priene Roma egemenliğine altına girdi. Bizans döneminde şehir piskoposluktu. Bulgular İmparatorluğun çöküşüne kadar yerleşimin devam ettiğini kanıtlamaktadır. Bu dönemin sonunda ise, Priene tamamen terk edilmiştir.

Didyma (Didymaion-Didim)















Aydın ilinin Söke ilçesi, Yeni Hisar köyü (Yoran) sınırları içerisinde yeralan Didyma, Apollon Tapınağı ile ünlüdür.
Didymaion, Miletus’a bağlı bir kâhinin ikamet yeri ve mabet olarak bilinir. Son kazılardan Didyma’nın sadece bir kâhinin ikametgâhı değil, aynı zamanda yoğun bir yerleşim yeri olduğu da anlaşılmıştır. Antik Tarihçilerden Thoukydides  ve Pausanios'tan öğrenildiğine göre Sicilya'nın kuzeyindeki Lipari takım adalarından iki tanesi de bu ismle anılmıştır. Bunun yanı sıra Yunanistan'ın Thessalia bölgesinde de Strabon tanrılar anası Dinayme'nin tapınağından söz eder. XIX.Yüzyılda Sir Charles Newton "iki dev sütun ile üzerindeki architrav parçası ve tamamlanmamış üçüncü bir sütun, Apollon Tapınağı'ndan tek ayakta kalandır. Anıtsal kalıntılar düştükleri yerde parçalanmış buzullar gibi üst üste yığılmış duruyorlar" diyerek o zamanki tapınağın durumunu açıklamıştır.
Didyma Apollon Tapınağı'nın bulunduğu yöre hiç bir zaman bir kent niteliği taşımamış, Claros gibi bie kehânet merkezi olmaktan öteye gidememiştir. Branchidai (Brankhidai) ismi verilen Delphoi kökenli, soylu bir aileden gelen rahiplerin yönetimindeki Didyma'da her yıl veya dört yılda bir ayinler düzenlenmiş, bayramlar yapılmış, şenlikler, geceleri meşale koşuları birbirini izlemiştir. Branchidai sözcüğü Didyma'nın yanında zaman zaman ikinci bir isim olarak kullanılmıştır. Roma döneminde de bu şenlikler sürdürülmüştür.
Etimoloji yönünden incelendiğinde, Didyma sözcüğünün Grekçe olmayıp Anadolu kökenli olduğu görülür. Bununla birlikte Grekçe'de ikizler anlamında "didymi" sözcüğünün Didyma'ya benzemesi Apollon ile kız kardeşi Artemis'i çağrıştırmıştır. Ancak Didiyma'da Artemis kültünden de söz edilmişse de bu kült ikinci planda kalmıştır.  Anadolu'nun bir çok yerindeki Artemis, Aphrodite, hekate Tapınakları Apollon veya Zeus'un isimleriyle tanınmıştır. Bu nedenle Didyma Apollon Tapınağı'nın da anatanrıça yerine Apollon ismiyle tanınmıştır.
Didyma Apollon Tapınağı'nın bulunduğu yerde, İon göçünde ve Miletos'un kuruluşundan kalan arkaik bir tapınak vardı. Büyük bir olasılıkla Apollon'a ithaf edilen bu tapınak, bir çok hükümdar, özellikle Lidya kralı Kroisos da ziyaret etmiştir. Pausanias kehanetin İon göçünden de önce bu yörede var olduğunu ileri sürmüştür.. Didyma'da ele geçen yazıtlar da M.Ö.600 yıllarında burada yapılmış bazı öğütleri içermektedir.
M.Ö.V.Yüzyılda Perslarin Anadolu'ya yaptıkları akınlarda arkaik devirde yapılmış olan ilk Apollon Tapınağı Kral Darius tarafından M.Ö.494'de yıkılmış, içerideki bronz Apollon heykeli de Ekbatana'ya götürülmüştür. Herodot, M.Ö.494'te İonia ayaklanması başarısızlıkla sonuçlanıp Miletos düşünce Dareios'un hem tapınağı hem de kehanet yerini yağmalayıp yaktığını belirtmiştir.
Strabon ile Pausanias ise aynı eylemin Kserkes'in M.Ö.479'da Plataia yenilgisinden sonra Yunanistan'a dönerken yaptıklarını öne sürmüştür. Bu olaylardan sonra Brankhidler tanrılara karşı sadakatsiz tutumlarından dolayı suçlanmışlar, tanrılara sunulmuş hazineleri Pers kralına teslim etmişler ve sonra da pers ülkesine kaçmışlardır. Pers kralı onları Sogdiana yakınlarına yerleştirmiştir. Aradan geçen 150 yıl sonra İskender buraya geldiği zaman ordusundaki Miletosluların isteği ile Brakhidlerin yerleştiği köyleri yerle bir etmiştir. İskender, pers İmparatorluğu'nun başkenti Ekbatana'da Kserkses'in Didyma'dan almış olduğu Apollon'un heykelini de geri vermiştir. Bundan sonra tapınak yaklaşık 160 yıl kadar harap durumda kalmış, İskender'in Pers zaferinden sonra Helenistik devirde (M.Ö.300 - M.S.30) yapılmıştır. Bundan sonra Didyma kutsal alanı kısa zamanda zenginleşmiş ve eski canlılığına kavuşmuştur. M.Ö.278'de Galat saldırılarından çok etkilenerek zarar görmüş, Romalılar ise Didyma'ya ilgi göstermiş, M.S.100'de İmparator Traianus Miletos'tan Didyma kutsal alanına giden 17.70 km. uzunluğundaki yolun yapımına katkıda bulunmuştur. M.S.III.Yüzyılda geçtikleri her yeri yağmalayan Gotlar Anadolu'nun batı kıyılarında da ilerlemeye başlayınca Didyma Apollon Tapınağı korunma amacıyla kaleye dönüştürülmüştür. Hıristiyanlık döneminde de burası canlılığını korumuş, tapınağın yanına bir de kilise yapılmıştır.
Didyma Apollon Tapınağı
Helenistik dönemde yapılan Didyma Apollon Tapınağı’nın mimarları Efesoslu Paionius ile Miletoslu Dapnistir. M.Ö.300’de yapımına başlanan tapınağın planı çok fazla büyük düşünüldüğünden yapım çalışmaları M.S.II.yüzyılın ortalarına kadar sürmüş ancak tam olarak bitirilememiştir. Bazı duvarlarda son işçilik yapılmamış, taşlar traşlanmamıştır. Günümüze ulaşan sütunlardan birinin yivsiz oluşu bunu kanıtlamaktadır.
Didyma Apollon tapınağı dipteros plan düzeninde, çift sıra sütunla çevrelenmiş bir yapıdır. Tapınağın kısa tarafında on, uzun tarafında ise yirmi bir sütun bulunmaktadır. Tapınak yedi basamaklı bir kaide üzerinde olup, böyle yüksek bir kaide, Helenistik dönemde Anadolu’da yaşayan bir geleneği gösterdiği gibi, arazi konumundan dolayı da çukurda kalan tapınağın yükseklik kazanmasını sağlamıştır.
Mabet sütunlarının her birinin ayrı birer kaideleri bulunmaktadır. Burada kare Plinhos’lar üstüne üst üste ve konkav levhalar (toros) ile konveks levhaların (troçhilos) yerleştirildikleri görülür. Eski İon üslubu denilen bu şekildeki kaideler cephenin ortasındaki sekiz sütun kaidesi dışında kalanların hepsinde uygulanmıştır.
Didyma Apollon Tapınağı’nın pronaus, iki sütunlu salon, sekos ve naiskos olmak üzere dört bölümlü bir plan düzeninde olduğu dikkati çeker. Pronaos’da her sırada üçer tane olmak üzere dört dizinin oluşturduğu on iki sütun vardır. Buradaki döşeme taş levhalarla kaplanmıştır. Buradaki iki sütunlu salona açılan kapı 19x5.60 m. yüksekliğinde ve anıtsal bir görünümdedir. Ancak 1.45 m. yüksekliğindeki eşik içeriye girişi engellemektedir. Anadolu’nun diğer Grek ve Roma tapınaklarında görülmeyen bu eşik dini bir görüşten kaynaklanmaktadır.
Antik çağlardaki dini görüşe göre ibadete gelen insanlar tapınakların içerisine giremez, dışarıdaki sunağın bulunduğu yerde toplanırlardı. İçeriye sadece rahipler ve Apollon kültü ile ilgili olanlar girebilirdi. Ölümlülerin buradan geçmesine izin verilmediğinden bu anıtsal kapının yalnızca Apollon’a ait olabileceği düşünülmektedir.
Tapınağın Naosu’ndan 22 m. genişliğinde, 22 mermer basamakla ayrılan iki sütunlu salon olup, penceresi bulunmamaktadır. Salonun ortasında çok kalın iki sütun tavanı desteklemektedir. Buradaki merdivenlerden üst kata çıkılabilmektedir.
Didyma Apollon tapınağında Pronaos’tan Sekos’a (Neos) anıtsal kapının iki yanındaki küçük kapıdan geçilmektedir. Sekos 21.30 m. yüksekliğindeki iri taş blokların oluştuduğu duvarlarlarla bir avlu görünümündedir. Tapınağın üzeri açık olduğundan Sekos’un içerisinde bulunması gereken Apollon’un kült heykeli prostilos üslubunda yapılmış, küçük bir İon tapınağında korunuyordu. Bizans döneminde bu tapınak taşlarından yararlanılabilmek için yıkılmış, yerine de basilika yapılmıştır.
Tapınağın güneyinde stadium bulunmaktadır. Ayrıca tapınağın basamaklarından bazıları da yarışlarda belirli kişilerin oturması için ayrılmıştır. Yarışların başlangıç noktası doğu yönünde ve günümüzde de görülebilmektedir.
Didyma Apollon tapınağı ile ilgili araştırmalar 1834’te Anadolu’yu dolaşan Fransız gezgin Charles Texier ile Halikarnasis’daki kazıları yapan İngiliz arkeolog Charles T.Newton tarafından yapılmıştır. Onların ardından Berlin Müzesi adına Theodor Wiegant 1904’te bilimsel çalışmaları başlatmış ve 1913 yılına kadar sürdürmüştür. Didyma çalışmaları 1962’de Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Klaus Tucheld tarafından yeniden başlamış ve günümüzde de devam etmektedir.