- Çifte Hamam - 1
- Çifte Hamam (İshaklı-Sultandağı) - 2
- Eski Hamam, Emirdağ
- Gedik Ahmet Paşa Hamamı (Merkez) - 1
- Gedik Ahmet Paşa Hamamı - 2
- Hacı Paşa Hamamı
- Kadı Hamamı
- Kasımpaşa Hamamı (Merkez) - 1
- Kasımpaşa Hamamı - 2
- Millet (Gavur) Hamamı
- Yeni Hamam
Sayfalar
▼
30 Nisan 2011 Cumartesi
HAMAMLAR
TÜRBELER
- Boyalıköy Hanikâhı ve Türbeleri
- Çelebi Sultan ve Abdurrahman Karahisari Türbesi (M...
- Çelebi Sultan ve Abdurrahman Karahisari Türbesi
- Demiryalayan Türbesi
- Devrani Sultan Türbesi
- Hayran Balı Sultan Türbesi
- Herdane Bahar Baba Türbesi, İhsaniye
- Kadınana Türbesi
- Mevlevihane Türbesi
- Merd-i Yek Sultan Türbesi
- Sahipler Sultan Türbesi
- Saya Baba Türbesi, İhsaniye
- Seyyid Hasan Basri Türbesi
- Şirin Baba Türbesi
- Yargeldi Sultan Türbesi
Altıgöz Köprüsü (Merkez)
Afyonkarahisar’ın Çirit kayası eteğinde, Akarçay üzerindedir. Selçuklu üslubunda, altı kemerli olarak yapılmıştır. XIII.yüzyılda Akkoyunlu oymak beylerinden İlyas Bin Oğuz tarafından yaptırılmış, Osmanlı döneminde, 1861’de onarılmıştır.
Köprünün doğu-güney yüzünde soldan ikinci ve üçüncü gözler arasında beyaz mermer üzerine yazılmış bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe antik bir lahit parçası olup, antik çağa ait bir kitabenin üzeri kazınmış ve Selçuklu sülüsü ile 16 satırlık kitabe buraya yerleştirilmiştir:
“Yüksek sıfatlara ve saygılara layık, bu köprünün sahibi ünlü emir ve rahmetli Oğuz oğlu Sabıküddin Ebül Vefa İlyas Bey, sağlığında köprüyü yaptırmış, öldükten sonra harap olunca bıraktığı vakfın gelirinden onarılmasını da evlatlarına emretmiş bulunduğundan O’nun kutlu oğlu ünlü emirlerden Bedrettin, İslamların direği, melikler ve sultanlar soyundan Ebu Hamid Hacı Mehmet Bin İlyas tarafından H.606 senesinde (1209) onarılmıştır. Hayır dua ve iyi dilekleri ile yazan Mehmet…”
Kırkgöz Köprüsü (Bolvadin)
Bolvadin’in 6 km. Güneyinde Bolvadin ile Sultandağı arasında Akarçay üzerindedir. Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu döneminde yapılmış olan Kırkgöz Köprüsü XVI.yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat seferine hazırlık olmak üzere yapılan yol onarımı sırasında Mimar Sinan tarafından onarılmış ve boyu uazatılmıştır. Köprü 375 m. Uzunluğunda, 64 gözlüdür. Bolvadin yönündeki 175 m.lik bölümü ile 22 gözünü Mimar Sinan yapmıştır. Köprünün dört gözü Kurtuluş savaşı sırasında Yunan ordusu tarafından dinamitlenmiştir. Bu gözler sonradan Türk askerleri tarafından yenilenmiştir.
Osmanlı döneminde köprünün yatağı üzerine bir de namazgâh eklenmiştir. Köprüden namazgaha girilen kapı üzerindeki beyaz mermer kitabeye bununla ilgili iki satırlık bir yazı yazılmıştır. Bugün bu kitabe Afyonkarahisar Müzesi’ndedir.
Sahip Ata Kervansarayı
Açık bir avlu etrafında kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Avlu duvarları kale duvarları gibi dışa kapalıdır. Avlunun kuzey yönünde giriş kapısı bulunmaktadır. Selçukluların diğer eserlerinde olduğu gibi avlu kapısının anıtsal bir görünümü vardır.
Kesme taştan profilli taş işçiliği ile dikkat çekmektedir. Portal nişinin iki yanında iki sütun yer almakta olup, kapının üzeri mukarnaslarla bezenmiştir. Avlunun çevresinde set üzerinde yolcuların kaldığı mekanlar sıralanmıştır. Avlunun ortasında küçük bir köşk mescit bulunmaktadır. İki katlı kare mekanlı olan bu mescit kesme taştan yapılmış olup, birinci kattaki dört köşede bulunan ayaklar ve bunları birleştiren dört sivri kemer ikinci katı taşımaktadır. İkinci kat tamamen ibadete ayrılmış olup, içeriye kuzeyden girilmektedir. Her cephede de birer küçük pencere bulunmaktadır. Mescidin üzeri mukarnaslı bir kubbe ile örtülmüştür. Ayrıca kuzey duvarı önünde de tonozlu bir yapı kalıntısı vardır.
Eğret Han
Afyon-Kütahya karayolu üzerinde Eğret (Anıtkaya) Köyü’nde bulunan Eğret Hanı’nın kitabesi bulunmadığından ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Ancak, mimari yapısından XIII.yüzyıl Selçuklu hanlarından biri olduğu anlaşılmaktadır.
Dikdörtgen planlı hanın içerisinde dörderden iki sıra halinde sekiz sütun bulunmaktadır. İç mekan üç nefe ayrılmış ve orta nef diğerlerinden daha yüksek tutulmuştur. Payeler birbirlerine sivri taş kemerlerle bağlanmıştır. Üzerleri moloz taşlardan yapılmış kemerlerle takviye edilerek beşik tonozla örtülmüştür. İç mekanlar kuzey cephede birinci ve üçüncü bölümlere açılan mazgal şeklindeki pencerelerle aydınlatılmıştır.Duvarları kesme taştan yapılmıştır.
Hanın batısındaki giriş kapısı dışarıya doğru taşkın olup, kesme taş kaide üzerinde sütun demetleri ile bezenmiştir. Selçuklu hanlarında çok sık görülen geometrik desenli ve mukarnaslı nişlerin yerini burada sadelik almış ve kapı sivri bir kemerle sonuçlanmıştır. Giriş kapısı beden duvarlarından daha yüksektedir. Burada kitabe yeri varsa da kitabesi günümüze gelememiştir. Han yakın tarihlerde onarılmıştır
Dikdörtgen planlı hanın içerisinde dörderden iki sıra halinde sekiz sütun bulunmaktadır. İç mekan üç nefe ayrılmış ve orta nef diğerlerinden daha yüksek tutulmuştur. Payeler birbirlerine sivri taş kemerlerle bağlanmıştır. Üzerleri moloz taşlardan yapılmış kemerlerle takviye edilerek beşik tonozla örtülmüştür. İç mekanlar kuzey cephede birinci ve üçüncü bölümlere açılan mazgal şeklindeki pencerelerle aydınlatılmıştır.Duvarları kesme taştan yapılmıştır.
Hanın batısındaki giriş kapısı dışarıya doğru taşkın olup, kesme taş kaide üzerinde sütun demetleri ile bezenmiştir. Selçuklu hanlarında çok sık görülen geometrik desenli ve mukarnaslı nişlerin yerini burada sadelik almış ve kapı sivri bir kemerle sonuçlanmıştır. Giriş kapısı beden duvarlarından daha yüksektedir. Burada kitabe yeri varsa da kitabesi günümüze gelememiştir. Han yakın tarihlerde onarılmıştır
Taşhan (Çay)
Taş Medresenin doğu cephesinin karşısında bulunan Taşhan (Ebul Mücahit Yusuf Hanı), kitabesine göre III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, Ebul Mücahit Yusuf Bin Yakup tarafından Taş Medresenin Mimarı Oğul Bey Bin Muhammed'e 677 H. (1278 M.) yılında yaptırılmıştır.
Günümüzde kapalı bölümü ayakta kalan hanın avlusu da bulunmaktaydı. Kare planlı kapalı bölümün tam ortasında kubbeli bir kısım vardır. Kubbede tuğla kullanılmıştır. İç mekandan kesme taştan yapılmış ayakları birleştiren kemerler üzerindeki üst örtüyü oluşturan tonozlar moloz taştır.
Hanın üzeri toprak dam ile örtülüdür.
Moloz taştan inşa edilmiş olan hanın portali ise kesme taştan inşa edilmiştir.
Günümüzde kapalı bölümü ayakta kalan hanın avlusu da bulunmaktaydı. Kare planlı kapalı bölümün tam ortasında kubbeli bir kısım vardır. Kubbede tuğla kullanılmıştır. İç mekandan kesme taştan yapılmış ayakları birleştiren kemerler üzerindeki üst örtüyü oluşturan tonozlar moloz taştır.
Hanın üzeri toprak dam ile örtülüdür.
Moloz taştan inşa edilmiş olan hanın portali ise kesme taştan inşa edilmiştir.
Döğer Kervansarayı
Osmanlı döneminde kervan yolu üzerinde bulunan Döğer Kervansarayı İhsaniye ilçesinin yakınlarındadır. Kitabesi günümüze ulaşmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Sultan II.Murat zamanında yapıldığı söylenmektedir.
Döğer Kervansarayı iki katlı ve iki kısımdan meydana geldiğinden ötürü değişik bir mimari yapıya sahiptir. Kervansarayın birinci kısmı iki katlı olup, 29.40x13.20 m., İkinci kısım ise 27.10x13.20 m. ölçüsündedir. Kervansarayın birinci bölümünün beden duvarları, üst örtüsü kesme taştan olmasına karşılık ikinci kısım moloz taştan yapılmıştır. Birinci kısmın zemin katı girişten sonra üç adet haç şeklinde paye birbirleri ile ve duvarlarla, kalın kemerlerle bağlanmışlardır.
Giriş kapısının hemen yanında bulunan nişin içerisindeki mazgal şeklindeki pencere içerisini aydınlatmaktadır. İç mekanın üzeri çapraz tonozlarla örtülmüştür. İkinci kata giriş kapısının karşısına gelen merdivenlerden çıkılmaktadır. İkinci kat uzun bir koridor şeklinde olup, çevresinde mazgal pencereli, ocaklı ve üzerleri kubbeli odalar bulunmaktadır. Ayrıca küçük bir mescit de bu bölüme eklenmiştir.
Kervansarayın ikinci kısmının girişi birinci kısma göre daha büyük ve dışa doğru çıkıntılıdır. Üzeri beşik bir tonozla örtülmüştür. Burası da kalın duvarlardan yapılmış olup, diğerinden farklı olarak tek katlıdır. İç mekan altı büyük sivri kemerlerle duvarlara ve birbirlerine bağlanarak bölümler oluşturmuştur. Üzeri beşik tonozla örtülüdür.
Kervansarayın bir ve ikinci kısımları arasında iki mazgal pencere bulunmaktadır. Büyük olasılıkla Döğer Kervansarayında önce birinci kısım, sonra da ikinci kısım yapılmıştır.
Döğer Kervansarayı iki katlı ve iki kısımdan meydana geldiğinden ötürü değişik bir mimari yapıya sahiptir. Kervansarayın birinci kısmı iki katlı olup, 29.40x13.20 m., İkinci kısım ise 27.10x13.20 m. ölçüsündedir. Kervansarayın birinci bölümünün beden duvarları, üst örtüsü kesme taştan olmasına karşılık ikinci kısım moloz taştan yapılmıştır. Birinci kısmın zemin katı girişten sonra üç adet haç şeklinde paye birbirleri ile ve duvarlarla, kalın kemerlerle bağlanmışlardır.
Giriş kapısının hemen yanında bulunan nişin içerisindeki mazgal şeklindeki pencere içerisini aydınlatmaktadır. İç mekanın üzeri çapraz tonozlarla örtülmüştür. İkinci kata giriş kapısının karşısına gelen merdivenlerden çıkılmaktadır. İkinci kat uzun bir koridor şeklinde olup, çevresinde mazgal pencereli, ocaklı ve üzerleri kubbeli odalar bulunmaktadır. Ayrıca küçük bir mescit de bu bölüme eklenmiştir.
Kervansarayın ikinci kısmının girişi birinci kısma göre daha büyük ve dışa doğru çıkıntılıdır. Üzeri beşik bir tonozla örtülmüştür. Burası da kalın duvarlardan yapılmış olup, diğerinden farklı olarak tek katlıdır. İç mekan altı büyük sivri kemerlerle duvarlara ve birbirlerine bağlanarak bölümler oluşturmuştur. Üzeri beşik tonozla örtülüdür.
Kervansarayın bir ve ikinci kısımları arasında iki mazgal pencere bulunmaktadır. Büyük olasılıkla Döğer Kervansarayında önce birinci kısım, sonra da ikinci kısım yapılmıştır.
Gedik Ahmet Paşa Hamamı (Merkez)
Gedik Ahmet paşa Camisi’nin kuzeydoğusunda yer alan hamam, külliye ile birlikte 1472 yılında Gedik Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Çifte hamam olarak yapılan bu hamam yol seviyesinin yükselmesinden ötürü zemini yolun altında kalmıştır. Moloz taştan yapılan hamamın erkekler kısmı kadınlar kısmından daha büyüktür. Erkekler kısmının soyunmalığı dört kademeli duvarlardan meydana gelmiştir. Kare planlı bölüm, iki kademeli duvarlardan sonra sekizgene geçilmiş ve üzeri çatı ile örtülmüştür. Ayrıca doğu yönünde dışarıya doğru çıkıntılı kesme taştan giriş kapısının ortasına da Bursa kemerli bir giriş açılmıştır. Bu kapının sağ ve solunda sivri kemerli iki pencere ile aydınlatılan soğukluk bulunmaktadır. Erkekler kısmının soyunmalığına bitişik olan kadınlar kısmı, ölçü ve yükseklik olarak erkeklerinkinden daha küçüktür. Buraya batıdaki yay kemerli bir kapıdan girilmektedir.
Kadınlar ve erkekler kısmının soyunmalığının üzeri pandantiflerin taşıdığı merkezi kubbelerle örtülüdür. Soyunmalıktan dikdörtgen ve beşik tonozla örtülmüş soğukluk kısmına geçilir. Erkekler bölümünün sıcaklık kısmı, ortadaki kubbeli bölümün iki yanında tonozlu dikdörtgenler halindedir. Ayrıca bunun doğusunda da yine üzeri kubbe ile örtülü iki özel halvet bulunmaktadır.
Kadınlar kısmının halveti erkeklere göre daha farklıdır. Burada üçer tane yan yana sıralanmış kubbeli hücreler vardır. Kuzeyinde ise bugün yol seviyesinin altında kalmış olan sarnıç ve külhan bulunmaktadır.
Millet (Gavur) Hamamı
Afyon şehir merkezinde Tac-ı Ahmet Mahallesi, Hamamaralığı Sokağında bulunuyor. Osmanlı döneminde bu mahallede Ermenilerin yaşamaları ve hamamın Ermeni ustalar tarafından yapılmış olması nedeniyle hamama Gavur Hamamı adı verilmiş. Güneyden kuzeye doğru eğimli bir arazi üzerine inşa edilmiş olan hamamın kuzey kesiminde erkekler kısmı, güney kesiminde ise bayanlar kısmı yer alıyor. Çok uzun süredir kullanılmayan hamam şu an harap bir görünüm içinde.
Hacı Paşa Hamamı
Akmescit Mahallesinde bulunan Hacı Paşa Hamamı yaklaşık 30 yıl önce Abdullah ve Halil Alimoğlu tarafından yaptırılmış. İçi ve dışı mermerle kaplı hamamın erkekler bölümü bulunuyor. Hamam hizmet vermeyi sürdürüyor.
Kadı Hamamı
Hamam, Fakıhpaşa Mahallesi, Kadı Hamam Caddesinde bulunuyor. Sadece erkeklere hizmet veren hamam doğudan dükkanlarla, diğer üç yönden ise binalarla çevrili. Sonradan inşa edilen binalar yapının cephelerini tamamen kapattığı için inşa malzemesi hakkında bilgi edinilemiyor.
Yeni Hamam
Umurbey Mahallesi, Yeni Hamam Caddesi ile Keçepazarı Caddesinin kesiştiği köşede bulunan hamam kadın ve erkek hamamı olarak inşa edilmiş. Yapının doğu ve güney cephelerinin önünde dükkanların bulunması nedeniyle hamam dışarıdan görülemiyor. Hizmete kapalı olan hamam bakımsız bir halde bulunuyor.
Kasımpaşa Hamamı (Merkez)
Afyon Voyvoda (Gazlıgöl) Caddesi’nde bulunan Kasımpaşa Hamamını, Tuti Mezakoğlu Kasım Paşa tarafından Mimar İlyas Ağa’ya 1475’te yaptırmıştır.
Çifte hamam olan bu hamamın erkekler ve kadınlar kısmının soyunmalıkları yan yanadır. Erkekler soyunmalığının giriş kapısı güney cephededir. Hamamın bütünü moloz taştan ve taşların arası da derzli olarak yapılmıştır. Hamamın giriş kapıları dışarıya doğru hafifçe çıkıntılı olup, dikdörtgen bir frizle çerçevelenmiştir.
Soğukluklar küçük dikdörtgen halinde olup, sıcaklık daha da büyüktür. Her bölümün iki özel halveti ile bunlara bitişik sıcaklık, külhan ve su sarnıçları bulunmaktadır. Ana bölümleri pandantifli kubbelerle örtülmüştür.
Çifte Hamam (İshaklı-Sultandağı)
İshaklı Sahip Ata Kervansarayı arkasında ve Çarşı Camisi’nin karşısında yer alan hamamın kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Yapı üslubundan ve Çarşı camisi’nin yanında bulunmasından ötürü XV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.
Hamam, kadınlar ve erkekler bölümleri ayrı olup, çifte hamam plan düzenindedir. Soyunmalıklar her iki bölümde yan yanadır. Kare planlı ve kubbeli olan soyunmalık bölümlerinin duvarları moloz taştan yapılmış, aralarına da tuğla parçaları ile derz yapılmıştır. Dıştan kubbe etekleri testere dişi şeklindeki çıkıntılarla hareketlendirilmiştir. Erkekler soyunmalığının kadınlar kısmı soyunmalığından farkı büyük bir kemerle niş şeklinde genişletilmiş olmasıdır. Hamamın sıcaklık bölümleri pandantifli kubbelerle duvarlar üzerine oturmuştur. Sıcaklığın batı ucuna külhan kısmı ve iki de özel halvet bölümü yerleştirilmiştir.
Hamam, kadınlar ve erkekler bölümleri ayrı olup, çifte hamam plan düzenindedir. Soyunmalıklar her iki bölümde yan yanadır. Kare planlı ve kubbeli olan soyunmalık bölümlerinin duvarları moloz taştan yapılmış, aralarına da tuğla parçaları ile derz yapılmıştır. Dıştan kubbe etekleri testere dişi şeklindeki çıkıntılarla hareketlendirilmiştir. Erkekler soyunmalığının kadınlar kısmı soyunmalığından farkı büyük bir kemerle niş şeklinde genişletilmiş olmasıdır. Hamamın sıcaklık bölümleri pandantifli kubbelerle duvarlar üzerine oturmuştur. Sıcaklığın batı ucuna külhan kısmı ve iki de özel halvet bölümü yerleştirilmiştir.
Mevlevihane Türbesi
Şehirde Zaviye Mahallesinde bulunan Mevlevihane içerisinde de Mevlana'nın torunlarından Mehmet Semai Çelebi (Sultan Divani) ve bir takım Mevlevi büyüklerine ait on iki mezar sandukası yer alıyor. Afyon'da Sultan Divani türbesi en fazla ziyaret edilen yerlerden birisi olarak görülüyor. Adağı olanlar, bebeği olmayanlar, yaramazlık yapan çocuklar buraya getirilerek duada bulunuyorlar. Daha önce de basamağı şerif adı verilen ve Sultan Divani'nin olduğu belirtilen ayakkabının, hastanın başına yahut ağrıyan yerine sürmesiyle yürüyeceğine inanılmaktaydı.
Sultan Divani'den sonra bir takım insanların uygulayarak hayata geçirdikleri, akıl ve bilim dışı bu inanış ve düşüncelerin XX. yüzyılın ortalarına kadar geldiği söyleniyor. Namık Kemal'in annesi Fatma Zehra hatunun mezarı da mevlevihanenin giriş bölümünde bulunuyor.
Sultan Divani'den sonra bir takım insanların uygulayarak hayata geçirdikleri, akıl ve bilim dışı bu inanış ve düşüncelerin XX. yüzyılın ortalarına kadar geldiği söyleniyor. Namık Kemal'in annesi Fatma Zehra hatunun mezarı da mevlevihanenin giriş bölümünde bulunuyor.
Kadınana Türbesi
Afyon'da Kadınana ismiyle anılan üç kız kardeşe ait iki türbe bulunuyor. Kardeşlerden Asiye Sultan'a ait türbe Kadınana İlköğretim Okulunun yanında yer alıyor. Kubbeli olarak yapılan türbenin kitabesi bulunmazken yapının XIII. yüzyıla veya XIV. yüzyıla ait olduğu biliniyor. Diğer kardeşlerden Melek Peyker ile Naime Gevher Hanım Sultanların türbesi ise mevlevihanenin batı tarafında bulunuyor. Selçuklu hükümdarlarından III. Alaaddin Keykubat'ın kızları olan Kadınanalar, yerli söylentiye göre Anadolu Valisi Emir Çobanoğlu Demirtaş beyin zulmünden kaçarak Afyonkarahisar'da sahipoğluna sığınmışlar.
Tüm mal varlıklarını şehrin gelişmesinde ve hayır işlerinde kullanmışlar. Kardeşlerden Melek Peyker, Orta Kalacık'taki kaynaktan açıkta gelen suyu, kapalı ark haline getirmiş. Naime Gevher Hatun, şehrin ortasından geçen dere üzerine köprüler yaptırmış. Asiye Sultan ise şu anki Saraçlar içi, Kadınana türbesi, Müftülük, Afyon Lisesi ve Ordu Bulvarı başlangıcına kadar olan bölgede yaklaşık bin kişilik mezar yaptırmış. Bu üç kız kardeşe Kadınana lakabı verilmiş.
Tüm mal varlıklarını şehrin gelişmesinde ve hayır işlerinde kullanmışlar. Kardeşlerden Melek Peyker, Orta Kalacık'taki kaynaktan açıkta gelen suyu, kapalı ark haline getirmiş. Naime Gevher Hatun, şehrin ortasından geçen dere üzerine köprüler yaptırmış. Asiye Sultan ise şu anki Saraçlar içi, Kadınana türbesi, Müftülük, Afyon Lisesi ve Ordu Bulvarı başlangıcına kadar olan bölgede yaklaşık bin kişilik mezar yaptırmış. Bu üç kız kardeşe Kadınana lakabı verilmiş.
Merd-i Yek Sultan Türbesi
Şehirde bulunan diğer bir özel mezarlık da, Gavur Kalesi diye anılan tepenin eteğindeki Merd-i yek (Mürdümek) Sultan’a ait mezarlıktır. Merd-i Yek Sultan’ın Afyonkarahisar’ın fethi sırasında mezarının bulunduğu yerde şehit düştüğü nakil olunmaktaysa da, daha sonraki yıllarda vefat ettiği anlaşılmaktadır. Mezar taşı kitabesinin ebcet hesabıyla 733/1332 tarihli olduğu, dolayısıyla Merd-i Yek Sultan’ın belirtilen yılda vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Devrani Sultan Türbesi
Şehir merkezinde görülen bir başka müstakil mezar, Devrânî Sultan’a aittir. Kurtuluş Caddesi kenarına sonradan alınan türbe, önceden caddenin orta kısmında bulunuyormuş. Türbenin ilk halinde, eski kalıntılardan direk ve direk başlıklar ile Devrânî Sultan merkadi önünde yüz elli okkalık yuvarlak bir taş varmış. Bu taşa istikbal taşı denirmiş. Devrânî Sultan’ın Sultan Dîvânî’nin arkadaşlarından olduğu, XVI. yüzyıl ortalarında yaşadığı sanılmaktadır. Evliyâ Çelebi, XVII. Yüzyılda Afyonkarahisar’daki ziyaretgahları belirtirken Devrânî’nin Mevlânâ neslinden olduğunu nakletmektedir.
Hayran Balı Sultan Türbesi
Köylerde bulanan meşhur türbelerden bir diğeri Hayran Balı Sultan’a ait olanıdır. Türbe, Gazlıgöl Kaplıcası yakınlarındaki Kayıviran (Kayıören) Köyü’ndedir. Horasan erenlerindendir. Rivayete göre Hacı Bektaş dergahında Karaca Ahmet, Seydî Hasan Basrî, Yârgeldi Sultan ile birlikte eğitim görmüş, Afyonkarahisar’ın fethinde bulunmuştur. Ayrıca zaviyesinde cilt hastalığı tedavisi yapmıştır.
Yargeldi Sultan Türbesi
Türbelerden bir diğeri Yârgeldi Sultan’a ait olan türbedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi Yârgeldi Sultan da, Karaca Ahmet, Seydî Hasan Basrî ve Hayran Balı Sultan ile birlikte Hacı Bektaş dergahında eğitim almış, rivayete göre Afyonkarahisar’ın fethine katılmış, Göynük Köyü’ne yerleşerek tekkesini kurmuştur.
Seyyid Hasan Basri Türbesi
Önemli görülen ve bilhassa önceden sıkça ziyaret edilen türbelerden bir diğeri Seyyid Hasan Basrî Türbesi’dir. Seydiler Köyü’nde bulunmaktadır. Türbede bulunan on mezardan üçünün Hasan Basrî, hanımı ve oğluna ait olduğu, diğerleri hakkında bilgi sahibi olunmadığı nakledilmiştir. Seyyid Hasan Basrî, Halep’te öğrenimini yaptıktan sonra, Kırşehir’deki Hacı Bektaş dergahına uğrayarak burada da bir müddet tarikat eğitimi almıştır. Arkadaşlarından Yârgeldi Sultan, Hayran Balı Sultan ve Karaca Ahmet Sultan’la Sahip oğulları ülkesi olan Afyonkarahisar’a gelerek, her biri takdir edilen köylerde birer zaviye kurmuşlardır. Seyyid Hasan Basrî de Seydiler köyünde zaviyesini kurmuştur. Yaptığımız incelemede, köy halkının rivayetine göre, burada Hasan Basrî’ye ait cami, türbe, hamam, aşhane, misafirhane, zikirhane, hastane ve bir de çeşmesi varmış. Kadiri tarikatına mensupmuş. Şu anda köyde cami, türbe ve çeşme bulunmaktadır. Diğerlerinin yıkılmış olduğu, zaviyesinin ise 1924 yılına kadar hizmet verdiği anlaşılıyor. Halk bilgilerine göre, Hasan Basrî kuduza yakalanan hastaları tedavi etmiş, vefatından sonra da tedavi şekli günümüze kadar gelmiştir.
Şirin Baba Türbesi
Afyonkarahisar’da önemli gördüğümüz bir başka türbe Şirin Baba’ya ait olan türbedir. Afyon merkez Elpirek (Saraydüzü) Köyü’nde bulunan fiirin Baba Türbesi kare planlı ve tek kubbeli yapıdır. Yapı olarak Beylikler devri özelliğini taşımaktadır. fiirin Baba’nın mezarı türbe içerisinde ve sandukalıdır. Türbenin girifl kapısının üzerindeki tarihten 958/1551 yılında tamir edildiği anlaşılmaktadır.Şirin Baba Türbesi daha önce köy camii ile bitiflikken, cami yıkılarak birbirinden ayrılmışır. fiirin Baba ve oğlu Bağışlamış Baba, Hacı Bektaş dergahında çıraklık yaparak, oranın eğitiminden geçtikten sonra, Afyonkarahisar’a gelerek zaviyesini kurmufltur. Yıldırım Bâyezid, Elpirek (Saraydüzü) Köyü’nde değirmen ve tarla vakfederek, Şirin Baba’yı halkı eğitmesi için görevlendirmiştir.
Demiryalayan Türbesi
Demiryalayan türbesi de Afyon'da bilinen türbeler arasında. Abdurrahim Mısri Sultan'ınDemiryalayan türbesi müridlerinden olan Demiryalayan'ın yoğurtçuluk yapan bir kişi olduğu biliniyor.
Rivayete göre Abdurrahim Mısri Sultan bir gün Kasım Paşa'ya "Çarşıda Demiryalayan adında bir yoğurtçu var. Git pazarlık et, yoğurt al sonra da bir bahane ile yoğurdu kafasına geçir. Bakalım ne diyecek." der.
Kasım Paşa gider yoğurdun fiyatını sorar daha sonra "Çok pahalı, insafsız adam" diyerek yoğurdu kafasından aşağı geçirir. Buna karşılık Demiryalayan sükunetle "Afedersiniz efendim, hiddetlendirerek size zahmet verdim." der ve özür diler.
Hayatı hakkında başka bilgiye rastlanmayan Demiryalayan'ın mezarı Karaman Mahallesindeki türbede bulunuyor.
Rivayete göre Abdurrahim Mısri Sultan bir gün Kasım Paşa'ya "Çarşıda Demiryalayan adında bir yoğurtçu var. Git pazarlık et, yoğurt al sonra da bir bahane ile yoğurdu kafasına geçir. Bakalım ne diyecek." der.
Kasım Paşa gider yoğurdun fiyatını sorar daha sonra "Çok pahalı, insafsız adam" diyerek yoğurdu kafasından aşağı geçirir. Buna karşılık Demiryalayan sükunetle "Afedersiniz efendim, hiddetlendirerek size zahmet verdim." der ve özür diler.
Hayatı hakkında başka bilgiye rastlanmayan Demiryalayan'ın mezarı Karaman Mahallesindeki türbede bulunuyor.
Çelebi Sultan ve Abdurrahman Karahisari Türbesi (Merkez)
Mısrı Camisi’nin güneybatı kenarında bulunmaktadır. Caminin L planın ucunu oluşturan bir bölüm türbeye dönüştürülmüştür. Üzeri kubbe ile örtülü olan türbede Akşemseddin’in soyundan Abdurrahman Karahisari ile Kasım Paşa’nın oğlu Çelebi Sultan gömülüdür. Türbeye hem cami içerisinden hem de yan harimden geçilmektedir.
Sahipler Sultan Türbesi
AFYON
27 Nisan 2011 Çarşamba
Habib Karamani
Anne tarafından Hz. Ebubekir, baba tarafından Hz. Ömer soyundan geldiği rivayet edilen Habib Karamani’nin ailesi ve hayatının ilk dönemleri hakkında pek bir bilgi yoktur. Seyahatlerinden biri esnasında kendisiyle Konya’da tanışmış olan Lamii Çelebi’nin, “Seyyid Yahya Hazretlerine vardıkta akaid şerhi okurmuş” ifadesinden zahir ilimleri tahsil etmekte olduğu anlaşılıyor. O sıralarda daha çok ilim tahsil etmek ve manevi feyz alabilmek için, memleketinden ayrılarak Halvetiyye tarikatının pir-i sanisi Seyyid Yahya Şirvani’ye intisab etmek üzere İran’a gider. Şirvan’da Seyyid’in dervişleriyle karşılaştığında, onlara, “şeyhiniz bana bir günde mevlamı gösterebilir mi?” diye sorunca, müridlerin önde gelenlerinden Hacı Hamza öfkelenerek, “bunda şüphen mi var?” der ve okkalı bir tokat atar. Yere düşerek kendinden geçen Karamani’den haberdar olan şeyh, onu yanına çağırtıp, “dervişler gayretli olur, onların kusuruna bakma ve sakın huzursuz da olma” diyerek teselli eder ve gönül alır. Sonra da, “şu pencerenin yanına git ve otur. Orada gördüklerini bize anlat.” Diye buyurur. Şeyhin işaret ettiği yere varınca Karamani, sır kapılarının açıldığını ve hakikat aleminin gözlerinin önüne serildiğini fark eder. Mana aleminin bütün güzellikleri ortadadır ve o anda Habib Karamani, bambaşka bir insan oluvermiştir. Kalbinde dünya sevgisine dair bir şey kalmamıştır. Yüksek marifetlere ulaşır, dergaha geldiğinde kalbinden geçenlere kavuşmuştur. Benlikten geçtiğini, bütün benliğini şeyhinin kapladığını anlar ve dili çözülür. “O geldi, biz gittik”
Hicabi Baba
Kırım’ın Bahçesaray kasabası Akyefe müftüsü Ebus-Suud Efendi’nin torunu olan Abdulbaki, 1777 senesinde memleketinden hicret edip Amasya’ya gelerek burada yerleşip kalır. Şehrin alimlerinden Ürgüplü Hacı Ahmet Efendi adındaki zatın tedris-i rahlesinden geçerek icazetini alır. Daha sonra tasavvuf alanında bir mürşitten el almak arzusunu duyan Abdulbaki, Turhal Şeyhi lakabı ile tanınan Nakşibendi tarikatının Üveysiye kolu mensuplarından Şeyh Mustafa Efendi’ye intisap eder. Halk arasında Hicabi Baba olarak anılan Abdulbaki’nin şeyhi Mustafa Efendi de tahsiline Amasya’da başlayıp daha sonra İstanbul’a giderek Şeyh Murad Nakşibendi Hazretlerinin oğlu Ali Efendi’ye intisab etmiş ve kendisinden halifelik almıştır. Daha sonra memleketi olan Turhal’a dönerek burada dergahını kuran Şeyh Mustafa Efendi Kesikbaş adıyla anılan cami inşaatını başlatmış, Yeşilırmak üzerine bir köprü yaptırmıştır. Sadrazam Mehmed Paşa’nın kendisine bağlılığı ve sevgisi dolayısıyla Turhal Civarında bulunan Dazya köyünün mülkiyeti kendisine verilmiş ve bunların gelirleri de Cami, köprü ve dergaha vakfedilmiştir. Şeyh Mustafa Efendi Hazretleri 1782 senesinde vefat etmiş ve yaptırdığı dergah ve caminin yanında defnedilmiştir. Sahih hadislerden derleyip toparlamak suretiyle "el-Bedrü'l-Münir fi Şerh-i Ehadisi'l-Beşiri'n-Nezir" adındaki hadise dair eseriyle "Mürşidü's-Salikin" adında bir eseri, "Hadis-i Erbain" adında diğer bir eseri daha vardır. M. Tahir Bursevi Şeyh Mustafa Efendi Hazretleri'nin, Halvetiyye tarikatının Şabaniyye kolundan da hilafet aldığını, buna dair belgeyi Üsküdar'da bir kütüphanede gördüğünü bildirmektedir. Şeyh Mustafa Efendi Hazretleri'nin en meşhur halifesi, Niğde’nin Bor ilçesinde medfun bulunan Ahmed Kuddusi Efendi Hazretleri'dir. Mustafa Efendi Hazretleri'nin Turhal’da yaptırmış olduğu "Kesikbaş Camii" bu adını, hicri 85 yılında Hüseyin Antaki Hazretleri ile gelen bir şehitten almaktadır.
İsmail Siraceddin
Bugün Amasya’da Şamlar Mahallesi’nde şehre hakim yüksekçe bir tepe üzerinde inşa edilmiş olan türbesinde medfun bulunan Halidi şeyhin efsaneleşen hayatı, şehrin sırlarla dolu mistik kimliğini zenginleştiren unsurlardan sadece bir tanesidir. Osmanlı sadrazamı Mehmet Rüşdü Paşa’nın babası İsmail Efendi’nin Rusya’da başlayan hayat hikayesi, uzun ve yorucu badirelerden sonra Amasya’da noktalanır.
1782 yılında Rusya’nın Şemahi kazasına bağlı Kürtemir’de dünyaya gelen İsmail, Muhammed Nuri Efendi’den ders alır. 18 yaşında eğitimine devam etmek üzere gelmiş bulunduğu Erzincan’da Evliyazade denilen zatın rahle-i tedrisinden geçer. Ardından Tokat’a kendisini çekmiş bulunan Şeyh Yahya el Mervezi’den Hadis ilmini öğrenir. Bu arada Ademoğlu lakabıyla tanınan Molla Muhammed namındaki zattan felsefi ilimleri tahsil eder. Fıkıh öğrenimi için de uzun bir yol kat etmesi gerekecektir. 1805 yılında Bağdat’tan Burdur’a gelir. Artık öğretim sırası gelmiştir ve bunun için de doğduğu memlekete dönecektir. Yedi yıl boyunca Kürtemir’de ders verir. Hicaz yolu görünür. Dönüşünde İstanbul’a geçerek (1813) birkaç ay burada kalır. Tasavvufun çekiciliğine kapılır ve Hindistan’da bulunan Seyyid Abdullah Dehlevi Hz.lerini ziyaret etmek üzere şehirden ayrılır. Fakat Şeyhin elini öpmek nasip olmayacaktır. Basra’ya geldiği zaman vaki olan manevi bir işaret üzerine Bağdat’a yönelir. Burada Mevlana Halid Şah Süleymani Hazretlerine intisab eder ve bu alimden seyr-i sülükünü tamamladıktan sonra pek fazla müride nasip olmayan ve bugün türbesinde asılı olan icazetname ile Hilafet rütbesi alır (1817). Artık zahiri ve batıni ilimleri yaymakla görevlidir. Otuz beş yaşlarına geldiği o günlerde mürşidinin izni ile Şirvan’a döner ve dokuz yıl kadar orada irşad görevi ile meşgul olur, ve bu arada evlenir.
1782 yılında Rusya’nın Şemahi kazasına bağlı Kürtemir’de dünyaya gelen İsmail, Muhammed Nuri Efendi’den ders alır. 18 yaşında eğitimine devam etmek üzere gelmiş bulunduğu Erzincan’da Evliyazade denilen zatın rahle-i tedrisinden geçer. Ardından Tokat’a kendisini çekmiş bulunan Şeyh Yahya el Mervezi’den Hadis ilmini öğrenir. Bu arada Ademoğlu lakabıyla tanınan Molla Muhammed namındaki zattan felsefi ilimleri tahsil eder. Fıkıh öğrenimi için de uzun bir yol kat etmesi gerekecektir. 1805 yılında Bağdat’tan Burdur’a gelir. Artık öğretim sırası gelmiştir ve bunun için de doğduğu memlekete dönecektir. Yedi yıl boyunca Kürtemir’de ders verir. Hicaz yolu görünür. Dönüşünde İstanbul’a geçerek (1813) birkaç ay burada kalır. Tasavvufun çekiciliğine kapılır ve Hindistan’da bulunan Seyyid Abdullah Dehlevi Hz.lerini ziyaret etmek üzere şehirden ayrılır. Fakat Şeyhin elini öpmek nasip olmayacaktır. Basra’ya geldiği zaman vaki olan manevi bir işaret üzerine Bağdat’a yönelir. Burada Mevlana Halid Şah Süleymani Hazretlerine intisab eder ve bu alimden seyr-i sülükünü tamamladıktan sonra pek fazla müride nasip olmayan ve bugün türbesinde asılı olan icazetname ile Hilafet rütbesi alır (1817). Artık zahiri ve batıni ilimleri yaymakla görevlidir. Otuz beş yaşlarına geldiği o günlerde mürşidinin izni ile Şirvan’a döner ve dokuz yıl kadar orada irşad görevi ile meşgul olur, ve bu arada evlenir.
Kurtboğan Evliyası
XIV. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Amasya Emiri Şadgeldi Paşa’nın yaptırmış olduğu köprüden geçip şehrin istasyonuna doğru yolu tuttuğunuzda nihayetinde bir mescidle karşılaşırsınız. Bu pek de küçük olmayan yapının içersinde, oğlu ile ün kazanan bir evliya kabri vardır ki, kabrin sahibi bu zat, Şeyh Hamza Hazretlerinden başkası değildir. Onun, Dünya tarihinde bir devir açan Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin’in babası oluşu dışında, halk arasında anılmakta olduğu lakabını vefatından sonra aldığı da söylenebilir. Anlatılır ki, şeyhin vefat ettiği günün gecesi bir kurt gelip kabrini açar. Yeni mezarları bularak ölüyü kabrinden çıkarıp parçalayan bu kurt, bölgeye musallat olmuştur. Ertesi gün kabri ziyarete gelenler kurdun ölüsü ile karşılaşır. Şeyh Hamza Hazretlerinin eli de mezarın dışındadır. Hal sahibi bir zat şunları söyler. “Kurt değdiği için elin yıkanması gerekir.” El derhal yıkanır ve kabirden içeri çekildiği görülür. Bu inanılmaz olaydan sonra Şeyh Hamza Hazretleri ‘Kurtboğan’ lakabıyla insanların muhayyilesinde yerini alır. Oğlu Mehmed Şemseddin’in İstanbul’un fethi sırasında Ebu Eyyub el Ensari’nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükselttiğini, 1460’da Göynük’te vefat ettiğini, Fatih Sultan Mehmed’in 1464’te onun adına türbe yaptırmış olduğunu da bu arada ilave edelim.
İğneci Baba
Halk arasında İğneci Baba ismiyle meşhur olan İğnecizade Şeyh Safiyüddin Mahmud Halveti’nin bir yangın sonrası yenilenen türbesi Amasya’nın Kocacık Mahalllesindeki çarşı içinde yer alır. Vaktiyle türbenin yanındaki konak şeyhin torunu Ayşe Hatun tarafından Amasya kadılarının ikametine ayrılmıştır. 1893’teki yangın sonucunda Amasya Maarif Komisyonu bu geniş ve kıymetli arsayı zabt etmiş, yerine önemli gelir sağlayan binalar yaptırmıştır. Neticede, türbeye ait tek dükkan bile kalmamıştır. Fakat halk arasında, bu komisyonun başkan ve üyelerinin uğradığı talihsizlikler, vakıf eserlere yapılan müdahaleye bağlanmıştır.
Ahmet Hulusi Efendi
Tahsilini Amasya ve İstanbul’da yapan Ahmed Hulusi Efendi Mayıs 1867’de Galata Mollası olur. Aynı yılın Aralık ayında Mekke-i Mükerreme ve daha sonra da İstanbul payelerini alır. Kırk yaşında iken 1874'de İstanbul Kadısı olur. Anadolu Kazaskerliği payesini alır. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) sırasında Afganistan’ın Rusya’ya taarruz ederek Osmanlı Devleti’ne yardımda bulunmasını ve aynı zamanda İngiltere ile diplomatik münasebetlere girişmesini temin için Meclisi Tetkikatı Şer'iye Başkanı iken 1877’de fevkalade sefir olarak
Dersi Tamam Hazretleri
Amasya’da, ne hikmettir bilinmez, sanki evliyanın sırrı ölümünden sonra açığa çıkar. Sağlığında müftülük görevi yanısıra öğrencilere ders veren Hacı Ömer Efendi, vefatıyla yokluğunu hisseden talebelerinin eksik kalmış eğitimlerini kabri başında vermeye devam eder. Şeyh Hamza Hazretlerinin Kurtboğan lakabını ahirete göçüşünden sonra alması gibi, Hacı Ömer Efendi de Dersi Tamam lakabını Hakk’ın rahmetine kavuşmasıyla alır.
Bu menkıbenin benzerinin Kastamonu eviyalarından Müfessir Alaeddin Hazretleri hakkında da anlatıldığını burada not edelim. Kaynaklarda Hicri 665-747 yılları arasında yaşamış olduğu kaydedilen evliyanın türbesi Kastamonu şehir merkezinde Püre Mahallesindedir. Menkıbeye göre bir öğrencisine Kur’an-ı Kerim dersi verirken tamamlayamadan vefat etmiştir. Rüyasına girdiği öğrenciye her gece kabrine gelmesini söyler. Bunun üzerine öğrenci her gece evliyanın kabrine gider. Evliya da yarım kalan dersini tamamlatıp öğrenciye Kur’an-ı Kerim’i öğretir.
Bu menkıbenin benzerinin Kastamonu eviyalarından Müfessir Alaeddin Hazretleri hakkında da anlatıldığını burada not edelim. Kaynaklarda Hicri 665-747 yılları arasında yaşamış olduğu kaydedilen evliyanın türbesi Kastamonu şehir merkezinde Püre Mahallesindedir. Menkıbeye göre bir öğrencisine Kur’an-ı Kerim dersi verirken tamamlayamadan vefat etmiştir. Rüyasına girdiği öğrenciye her gece kabrine gelmesini söyler. Bunun üzerine öğrenci her gece evliyanın kabrine gider. Evliya da yarım kalan dersini tamamlatıp öğrenciye Kur’an-ı Kerim’i öğretir.
Sadreddin Muhammed Horasani
Bölge sakinleri arasında bu gün Hacı Dede olarak bilinen Amasya velîlerinden Sadreddin Muhammed Horasani’nin yörenin meşhur âlimlerinden Seyyid İbrâhim Hazretlerinin babası olduğu kabul edilir. Amasya'nın Akdağ nâhiyesine bağlı Yenice köyündeki türbesinin yanında yer alan zâviyesinden günümüze hiç bir iz kalmamıştır. Belde belediyesi tarafından 2005’te türbenin çevre düzenlemesi yapılmış olup ziyaretlere açıktır.
Halil Dede
Amasya’nın köylerinden Saz Köy'de Anadolu erenlerinden Halil Dede adına her yıl Saz Köy Kültür ve Sanat Şenliği tertiplenir. Saz Köy muhtarlığı ve Saz Köy Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği kültür sanat şenliğinde kurbanlar kesilir, birlik beraberlik pilavı yapılır, altı yüz yaşında olduğu tespit edilen pelit ağacının altında semah dönülür, yöre sanatçıları halk türkü ve deyişlerinden türküler okur.
Ergonaş Baba
Yassıçal Belediyesi tarafından felçli hastalara şifa verdiğine inanılan Ergonaş Baba adına her yıl hasat mevsimi sonrasında düzenlenen ‘Erkonaş Baba Kültür ve Sanat Festivali’nde pilav pişirilip, halay ve semah gösterileri tertiplenir.
Temiz ve bakımlı görünüşüyle dikkati çeken türbenin hemen karşısında, kesilen etlerin pişirilmesi için mutfak ve yanında bir Cemevi bulunur. Sandukanın bulunduğu bölüm geniştir ve ziyaretçilerin istirahat edebilmesi için hazırlanmış minderlerle çevrilidir. Taşova’nın Uluköy kasabasındaki Ergüneş Baba’nın dört oğlundan biri olduğu kabul edilen Ergonaş Baba’nın Horasan Erenlerinden olup burayı mekan tutmuş olduğuna inanılır.
Hıdrellez, Aşure, Bayram ve özel gecelerde birlik ve beraberliği sağlama dışında ziyaretlerin çoğunluğu felçli hastaların şifa bulması amacıyla yapılır. Sandukanın başında bir gece kalıp sabah ezanıyla birlikte türbeyi terk eden hasta, iyileştiği zaman adak kurbanıyla birlikte tekrar türbeyi ziyarete gelir.
Temiz ve bakımlı görünüşüyle dikkati çeken türbenin hemen karşısında, kesilen etlerin pişirilmesi için mutfak ve yanında bir Cemevi bulunur. Sandukanın bulunduğu bölüm geniştir ve ziyaretçilerin istirahat edebilmesi için hazırlanmış minderlerle çevrilidir. Taşova’nın Uluköy kasabasındaki Ergüneş Baba’nın dört oğlundan biri olduğu kabul edilen Ergonaş Baba’nın Horasan Erenlerinden olup burayı mekan tutmuş olduğuna inanılır.
Hıdrellez, Aşure, Bayram ve özel gecelerde birlik ve beraberliği sağlama dışında ziyaretlerin çoğunluğu felçli hastaların şifa bulması amacıyla yapılır. Sandukanın başında bir gece kalıp sabah ezanıyla birlikte türbeyi terk eden hasta, iyileştiği zaman adak kurbanıyla birlikte tekrar türbeyi ziyarete gelir.
Mehmed Efendi
Aynı dönemde yaşamış ilim ve gönül ehli zatlardan biri de Sarı Ahmedzade diye meşhur Mehmed Efendi’dir.Küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline yönelir. İstanbul'a gelerek zamânın alimlerinden ders alır. Öğrenimini tamamladıktan sonra müderris olur. Kastamonu Medresesinde vazîfe alıp talebe okutur. Bir müddet sonra vazîfesini oğluna bırakıp memleketi olan Amasya'ya döner.Tasavvufî bir hayat yaşayarak evinde ilim ve ibâdetle meşgûl olur. Devamlı ibâdetle ve kitap mütâlaa etmekle meşgûl olan Mehmed Efendi, insanlar arasına fazla çıkmaz. Çıktığı zamanlarda da tefsîr, hadîs ve fıkıh dersleri verir. Buhârî-i Şerîf, Mişkâtü'l-Mesâbih hadîs kitaplarını ve Hâdimî hazretlerinin Tarîkat-ı Muhammediyye kitâbının kopyasını çıkarır. Ders verdiği zamanlar dışında yazdığı kitaplardan biri de El-eşbâh isimli kitabıdır. Bilhassa kırâat ilminde yüksek ilim sâhibi olan Mehmed Efendi, güzel ahlakı ile insanlara örnek olur. İlim, fazîlet ve mânevî haller sâhibi olan Mehmed Efendi, Peygamber efendimizi rüyâsında çok görür.
Bahşi Halife
XVI. yüzyılda yaşamış büyük tefsir ve hadis alimi olarak kabul edilen Bahşi Halife’nin Akbilek adlı bir Türkmen oymağından geldiği ileri sürülür. Onun, Amasya’nın Taşova ilçesine bağlı bugün Uluköy diye bilinen Sonusa’dan olduğu kabul edilir. Künyesi ‘Dede Bahşi bin İbrahim’ şeklinde kaydedilen Halife tahsilini tamamlamak için Mısır’a gider. Orada İmam Suyuti, Şeyhü-l İslam zekeriyya el-Ensari, Şemsüddin Muhammed es-Sehavi gibi alimlerin derslerine devam ettikten sonra Amasya’ya döner.
Fatih Sultan Mehmed, II.Beyazıd, ve Yavuz Sultan Selim dönemlerini idrak eden Bahşi Halife’nin ilmi kudretine şahit olarak onun, ‘Müfti’s-Sakaleyn (insanların ve cinlerin müftüsü) İbn Kemal’in üstadı olduğu söylenir. Bir çok tefsirin hafızasında olduğu övgüyle bahsedilmekte ve diğer ilimlerde ise müstesna bir kudrete sahip olduğu tabakat kitaplarında anlatılmaktadır.
Fatih Sultan Mehmed, II.Beyazıd, ve Yavuz Sultan Selim dönemlerini idrak eden Bahşi Halife’nin ilmi kudretine şahit olarak onun, ‘Müfti’s-Sakaleyn (insanların ve cinlerin müftüsü) İbn Kemal’in üstadı olduğu söylenir. Bir çok tefsirin hafızasında olduğu övgüyle bahsedilmekte ve diğer ilimlerde ise müstesna bir kudrete sahip olduğu tabakat kitaplarında anlatılmaktadır.
Abdurrahman Çelebi
Aynı yıllarda yaşamış bir Hakk aşığı daha vardır. Pir Hüsameddin isminde tasavvuf ehli bir zatın oğlu olan Abdurrahman Çelebi, şiirlerinde babasının adına izafeten Hüsami mahlasını kullanan bir şair-mutasavvıftır. Amasya’da Saraçhane Camii bitişiğinde medfun bulunan Şeyh Zekeriyya Hazretlerinden feyzini tamamlar ve onun halifesi olur. Dost canlısı bir zat olan Çelebi, aynı zamanda eşsiz bir rüya yorumcusudur. Onun sema yaparak zikretmeyi sevdiği anlatılır. Gümüşlüoğlu sülalesine mensup ve Pir İlyas Hazretlerinin yakın akrabası olduğu için ‘Pirzade’ lakabı ile de anılan şeyh 1498 yılında vefat eder. Yakup Paşa Tekkesi içinde yer alan türbeye defnolunur. Halk arasında bu zata “Aşağı Pirler Evliyası” da denir.
Mir Hamza Nigari
Siraceddin İsmail’in, Amasya’da diğer camilerden barok üslubuyla ayrılan Şirvanlı Camii’nin türbe bölümünde medfun bulunan müridi Mir Hamza Nigari ise, 1799 yılında Karabağ’a bağlı Zengezor köyünde dünyaya gelir. Babası Mir Rükneddin (Seyyid Emir Paşa), annesi Kızhanım (Hayrünnisa) olup Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde bulunan Zengezor’a bağlı Cicimli köyünün sevilip sayılan “seyyid ocağı” na mensupturlar. Ataları Medine-i Münevvere’den gelerek bölgeye yerleşmişlerdir. Küçük yaştan itibaren tahsil ve terbiyesinde ihtimam gösterilmiş, dini ilimler okutulmuş, Arapça ve Farsça öğretilmiş olan Mir Hamza Nigari 15 yaşından itibaren Karabağ’da Karapirim köyüne giderek Karakuş Mahmut Efendi diye anılan alimden ders almaya başlar. Bir kaç yıl Seki tarafına giderek Küçük Dehne denilen yerde Şikest Abdullah Efendi isimli zatın rahle-i tedrisinden geçer. Muhtemelen 1830’larda Mevlana Halid’e mülaki olmak için yola çıkar. Fakat onun 1826’da Şam’da kolera sebebiyle vefat etmiş olduğunu öğrenir. Nakşibendi mensuplarının Sivas’ta toplanmış olmaları sebebiyle gideceği yer de aslında bellidir. Sivas’ta bulunan Mevlana Şah İsmail ile mülaki olur. Tahsilini bitirdikten sonra adı geçen şeyhe intisab eder ve sülükünü bitirdikten sonra Mevlana ile birlikte Amasya’ya gelir. Mürşidinden izin alarak önce Konya’da Mevlana Türbesi’nde sonra da Medine’de “Ravzai Mutahhara”da erbain çıkarır. Hac farizasını yerine getirip, Şam ve Kudüs’ü de ziyaret ederek Medine-ı Münevvere, Basra, Bağdat, Halep ve Şam yolu ile İstanbul’a geçer. İstanbul’dan Amasya’ya döner ve bir sene sonra, yine Mevlana Şah İsmail Hazretlerinin emri ile –muhtemelen Şeyhin vefatından önceki son görüşmeleridir- Rusya’ya geçer. Orada on sene kadar irşad, eğitim, ve öğretim görevi ile meşgul olur.
Mustafa Akif Efendi
Merzifonlu Ebu Muhammed Bayram Efendi’nin oğlu Mustafa Akif 1686 yılında Amasya’da dünyaya gelir.İlim ehli bir âileye mensûb olan Mustafa Akif Efendi, küçük yaşta öğrenimine başlar. Zamanının ileri gelen alimlerinden akli ve naklî ilimleri tahsîl eder. Şeyh Muhammed Amâsî'nin babası Abdullah Efendi ile Remzi el-Kayseri ilim tahsil ettiği âlimlerin başında gelirler. Tahsil için zamânın çeşitli ilim merkezlerini gezer. Kâhire'ye giderek, Arabî ilimler ile hadîs ilmini öğrenir. Burada özellikle Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim ve diğer sahîh hadîs-i şerîf kitaplarını okur. Ebü'l-İzz el-Acemî ona hadîs-i şerîf
okutmakla ilgili icazet verir.
okutmakla ilgili icazet verir.
Hacı Hızır Efendi
Halveti tarikatının Şemsiyye kolunun kurucusu Ahmed Şemseddin Sivasi’nin (1520-1597) çocukken babası tarafından Zile’den Amasya’ya getirilerek dualarına mazhar olduğu Şeyh Hacı Hızır Efendi Hazretleri Habib Karamani’nin halifelerindendir. Kaynakların kendisinden marifetler ve kerametler sahibi şeklinde bahsettiği zatın muhtemelen XVI. yüzyılın ortalarında vefat ettiği tahmin edilebilir. Amasya Tarihi yazarının vermiş olduğu Mehmed Paşa Tekkesi’nde şeyhlik yapmış zatların isim listesinde yer almadığı göz önünde tutularak Kara Şems’in babasının şeyhi olan Hacı Hızır Efendi’nin şehirde bulunan çok sayıdaki Halveti tekkesinden birinde hizmet vermiş olduğu düşünülebilir.
Alemi Efendi
Zileli Abdurrahman Efendi'nin talebesi ve Kadızadeliler Hareketine set çeken ünlü Halveti Şeyhi Abdülmecid Sivasî Hazretleri'nin halifesi olan Alemi Efendi, Amasya'da, Sultan II. Beyazıt Camii'nde, kürsü şeyhi idi. 1635 yılında vefat ederek Pirler Parkında yer alan Pir İlyas Türbesi çevresindeki mezarlığa defnedilir. Onun sağlığında kaleme almış olduğu eserleri şunlardır: Kitâbü'l-Makbul fi Halîl-Huyûl. Bu eser Türkçe olup üç bölümden müteşekkildir ve Sultan II. Osman'a takdim edilmiştir. Mesmûatü'n-Nakayih ve Mecmuatü'n-Nasayih adlı eserin ise bir nüshası, Eyüp'te Hüsrev Paşa Kütüphanesi'ndedir. Nüsahu'l-Hukkâm Sebebü'n-Nizam adlı eserin de bir nüshası, Eyüp'te Hüsrev Paşa Kütüphanesi'nde bulunmaktadır. Diğer eserleri ise, Nuru'l-Ashab ve Kahrü's-Sibab.Risâletün fi't-Ta'lim ve't-Teallüm, Risâle-i Regaibiyye, El-Hukûkü'l-İlâhiyye adlarını taşımaktadır
Seydi Halife
Mehmet Paşa Camii haziresinde yer alan kabirlerden biri de 1533’te vefat etmiş olan Seydi Halife’ye aittir. Onun 1485’lerde gelişiyle birlikte Habib Karamani’yi mürşid olarak seçmiş olduğu ve şeyhinin vefatından sonra yaklaşık otuz beş yıl tekkenin başında bulunduğu anlaşılıyor. Şeyh Habîb-i Karamânî hazretlerinin Amasya'ya geldiği ve halkı irşada başlamış olduğu sıralarda talebeleri arasında Ali isimli biri vardır ki, bağlılığı ve muhabbeti sebebiyle kısa zamanda tasavvufun yüksek derecelerine ulaşmakla kalmaz aynı zamanda şeyhin halifeleri arasında ön sıralara çıkar.
Serçoban
Şeyh Safiyüddin Mahmut’un, hal ve hareketlerindeki sadeliği ile tanınan ve çobanlık ile geçimini sağlayan bir kardeşi vardır. Zamanla Amasya’nın bir mahallesi haline gelmiş olan Karasenir Köyüne yerleşen Serçoban, bir gün ayakkabıcılık yapan ağabeyi İğneci Baba’yı ziyarete gelir. Beraberinde de koyunlarından sağdığı sütü bir mendiline çıkılayıp hediye olarak getirmiştir. Amacı, bu sütün mendilden sızmadığını göstermektir. Serçoban mendilini kunduracı dükkanının duvarındaki bir çiviye asar. Bu sırada İğneci Baba dükkanında bir bayanın ayak ölçüsünü almaktadır. Serçoban, bayanın topuklarını görererek, “ne kadar da güzel” diye aklından geçirdiğinde, çiviye asılan mendilden süt yavaş yavaş damlamaya başlar.
Pir İlyas
Gümüş madeni dolayısıyla Amasya’nın Gümüş adını alan bir kasabası vardır. Bu kasabanın önde gelen sülalelerinden biri de Gümüşlüoğlu diye bilinir. Gümüşlüzade Şücaeddin İlyas’ın 1400’lere doğru Amasya müftüsü olarak şöhret bulduğu anlaşılıyor. Menkıbe onu aksak Timur ile karşı karşıya getirir. Önemli bir askeri kuvvet ile Amasya’ya gelen Numaneddin ül Cebbar el Mutezili adında faziletli bir zatın başkanlığındaki heyet, Amasya ulemasını imtihana davet eder. Akli ve nakli ilimlerden on tane zor soru soracaktır. İyi cevap verildiği takdirde Amasya halkı zulüm görmeyecek, aksi takdirde Sivas gibi Teymurlenk’in ordusu tarafından urulacak, kılınçtan geçirilecektir.Şücaeddin İlyas Amasya’daki ilim heyetini toplar ve bu davete icabet eder. Sorulan sorulara tereddütsüz gayet ikna edici cevaplar verir. Timur’un heyeti hayrete düşer ve Amasya ve halk böylece büyük bir felaketten kurtarılmış olur.
Giriftzen Asım Bey
Klasik Türk müziğinde nefesli sazlar arasında yer alan ney’in bir çeşit cinsi olan “Girift” üflemekte devrinin en başarılı icracısıdır.1851 yılında Teselya’da doğdu. Muhzirbaşızade Ali Efendi’nin oğludur. Musiki çalışmalarına 14 yaşında Yenişehir Mevlevihanesi’nde başladı. Neyzen Yusuf Paşa’nın talebelerinden Neyzen Hasan ve Salim beylerden dersler aldı.İzmir’de Askeri Hesap Memuru olarak çalışırken Mülazım rütbesiyle subay oldu. 1872’de İstanbul’a döndükten sonra Sultan Abdülaziz tarafından kurulan İstanbul İtfaiye Teşkilatına yüzbaşı rütbesi ile girdi. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına Bölük Kumandanı görevi ile katıldı. Savaş sonra İstanbul’daki görevinin başına döndü bu sefer Binbaşı rütbesi ile İstanbul İtfaiye Kumandanı oldu . Amasya’ya sürgün edildi |
Muzaffer Doğanbaş
Doğum Yeri ve Tarihi : Amasya – 1967
Çalıştığı Kurum : Amasya Müze Müdürlüğü
Kadro Unvanı : Müze Araştırmacısı
Mesleği : Sanat Tarihçi
Öğrenim Durumu : Lisans : (1985-1990) Erzurum – Atatürk Üni. Fen-Edb. Fak. Arkeoloji
ve Sanat Tarihi Bölümü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı
Yüksek Lisans (Master) : (2003-2005) Ankara – Gazi Üni. Sosyal
Bilimler Ens. Sanat Tarihi Bilim Dalı
Yayınları :
Turan Böcekçi
Eylül 1944’te Amasya’da Bağlarüstü Köyünde doğdu. İlk öğrenimini Samsun’da hafızlık eğitimini de İstanbul’da Gaziosmanpaşa Kur’an Kursunda tamamladı. 1962’de Şam Emniyet Lisesinden mezun olup 1969’da Kahire El-Ezher Üniversitesi İslami İlimler, 1970’de Bağdat Arap Dili ve Edebiyatı fakültelerinden mezun oldu. On yıl kadar Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında çeşitli hizmetlerde bulundu. Daha sonra kurum değiştirerek 1983 yılında Milli Eğitim Bakanlığına bağlı İmam Hatip Liselerinde Meslek Dersleri Öğretmeni olarak göreve başladı. Evli ve bir çocuk babasıdır. Kitap okumayı, seyahat etmeyi ve Türk Sanat Müziğini sever.
2002’de Osman Fevzi Olcay’ın Amasya Ünlüleri adlı eserini Osmanlıca aslından çevirmiş bu kitap Amasya Belediyesi Kültür Yayınlarından çıkmıştır. 2003 yılında kaleme aldığı kitabı Amasya Evliyaları adını taşımaktadır.
Zeynep Hatun
XV. y.y. kadın şairlerimizden olan Zeynep Hatun tarihte divan şairi olarak bilinen ilk kadın şairimizdir. Kendisi de bir şair olan Fatih Sultan Mehmet devrinde yaşamış olan şairin tanınmasına imkan sağlayan bir olgu da bu devirde yaşamış olmasıdır. Dönemin padişahı; şiiri bilen ve kültürel faaliyetlere büyük önem vererek ayrım yapmaksızın kalem ve sanat ehli kimseleri çevresinde toplayarak onlara iltifatta bulunan bir sanatsever idi. Zeynep Hatun'un doğum tarihi bilinmemektedir. Kastamonu veya Amasyalı olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Asıl adı Zeynünnisa olan Zeynep Hatun kültürlü bir ortamda yetişmiş,Arapça ve Farsça dillerini öğrenmiş, musıki ile de ilgilenerek beste yapacak derecede bilgisahibi olmuştur. Şiirlerini daha çok erkeksi bir eda ile merdane ifadelerle yazmıştır. Çağdaşı Mihri Hatun ile karşılıklı atışmaları ve latife tarzında söyleşileri vardır. Babası bir Osmanlı Kadısı olan Zeynep Hatun; yine bir kadı olan İshak Efendi ile evlenmiştir. İshak Efendi onun şiir çalışmalarını anşlayışla karşılamıştır. Zeynep Hatun dönemin kadın sorunlarından biri olan kadının aşağılık konumundan sıyrılma konusunu işler fakat bunun kadınsı duygulardan arınarak bir erkeğe yakın duygular içinde mert, bilge bir kişi olmakla mümkün olabileceğini düşünür. Kadınsı duyguların kadını zayıf kıldığını, ruhsal eksiklik nedeni olduğunu savunur. Şiirlerinde açık ve sade bir dili tercih etmiştir. Eseri Fatih adına tertip edilmiş bir divandır. En meşhur beyti:
Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım
Cihanda dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyettir,
Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım
Cihanda dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyettir,
Haşim Nezihi Okay
Trabzon Öğretmen Okulu'nu bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde sınavlara girerek, edebiyat öğretmeni oldu. Sinop, Zile, Develi, Bursa, Bandırma ortaokul ve liselerinde Türkçe-edebiyat öğretmenliği yaptı. İstanbul Atatürk Kız Lisesi öğretmenliğinden emekliye ayrıldı. İlk şiiri, Trabzon'da yayımlanan "İzler" dergisinde çıktı. Önceleri gazel ve kasideler, daha sonra Ziya Gökalp'in etkisinde kalarak, şiirler yazdı. Halk edebiyatı konularındaki derleme ve araştırmalarıyla tanınır.
ŞİİR KİTAPLARI
ŞİİR KİTAPLARI
Salih KORKMAZ
Salih Korkmaz`ın ardından ...- Kasım Alper Özdemir
Ülkemiz yine çok değerli bir ustayı yitirdi. 1941 Amasya Taşova ilçesi Arpaderesi köyü doğumlu olan ve dillerden düşmeyen eserleri ile müzik dünyasına ismini yazdıran Şair Salih Korkmaz, kalp hastalığı nedeniyle tedavi gördüğü Bursa İhtisas Hastanesi
Ülkemiz yine çok değerli bir ustayı yitirdi. 1941 Amasya Taşova ilçesi Arpaderesi köyü doğumlu olan ve dillerden düşmeyen eserleri ile müzik dünyasına ismini yazdıran Şair Salih Korkmaz, kalp hastalığı nedeniyle tedavi gördüğü Bursa İhtisas Hastanesi’nde hayatını kaybetti.
İrfan Özbakır
1926 yılında Amasya'da dünyaya gelen İrfan Özbakır, ilköğrenimini burada tamamladı. Küçük yaşta fark edilen musiki yeteneği nedeniyle Amasya'da Ali Şener, Mustafa Türköver ve Rasim İstanbul'dan ders aldı. İstanbul'da vatanî görevini yaparken, ünlü isimleri tanıma olanağı bularak, İstanbul Belediye Konservatuarı'na girdi. Şefik Hürmeriç, Cavit Ongun, Kemal Gürses gibi hocalardan aldığı derslerle usul, makam, nazariye, edebiyat, solfej ve repertuar bilgilerini güçlendirdi.
İstanbul Radyosu'nda 7 yıl süreyle fasıl heyetinde çalışan Özbakır, uzun yıllar solistlere uduyla eşlik etti. 1960 yılında Yüksel hanımla evlenen Özbakır'ın Ümit ve Bilgehan isimli iki çocuğu vardı.
Ayşe Tunalı, Sinan Özen, Emel Sayın, Muazzez Ersoy gibi ünlülere ders veren, Türk Sanat Müziği'ne sayısız eser kazandıran, 500'ün üzerinde bestesi bulunan İrfan Özbakır, Marmaris'in Armutalan Beldesi'ndeki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu 14 Aralık 2003 günü hayatını kaybetti.
İrfan Özbakır'ın en bilinen eserleri arasında 'Sensiz Kalan Gönlümde', 'Ömrümce Hep Adım Adım, Her Yerde Hep Seni Aradım', 'Gülünce Gözlerinin İçi Gülüyor', 'Pişman Olur da Bir Gün', 'Şarkımı Senin İçin Yazdığımı Bilseydin', 'Kim Demiş ki Sevgiler Ayrılıkla Biter' yer alıyor.
Arif MEŞHUR
1946 yılında Taşova'nın Alpaslan Kasabası'nda doğdu. Lise mezunu olup, 2 çocuk sahibidir. 1968 yılında TRT'nin açtığı Türk Halk Müziği sınavını kazanarak Radyo sanatçısı oldu. Arif Meşhur, TRT'deki eğitimini tamamladıktan sonra 1973 yılında ilk solo türküsünü okudu. Okuduğu türküler" Sivas Ellerinde Sazım Çalınır, Dostum Dostum, Ötme Bülbül, Her Seher, Her Sabah Cümbüşe Gelir, Hem Okudum Hem Yazdım, Yandı ha Yandı "dır.
Arif Meşhur emekli olup halen İstanbul'da ikamet etmektedir.
Arif Meşhur emekli olup halen İstanbul'da ikamet etmektedir.
HÜSEYİN MENÇ
1959 yılında Amasya’da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Amasya’da yaptı. 1979’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne, 1980’de Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ne devam etti. 1986’da Amasya Belediye Başkanlığı Kültür Danışmanlığı, 1989’da Milli Eğitim Müdürlüğü Eğitim Araçları ve Donatım Merkezi’nde görevler üstlendi. 1993 yılında memuriyetten istifa ederek Türkiye genelinde kurulan İhlas Haber Ajansı (İHA) Amasya Temsilciği’ne geçerek aktif gazeteciliğe başladı. 2001 yılı Haziran ayında Devlet memurluğuna tekrar geçiş yaparak, Valilik bünyesinde oluşturulan “Kitap Hazırlama Komisyonu”nda görev aldı. Ayrıca “Asılsız Ermeni İddialarına Kamuoyu Oluşturma ve Çalışma Grubu” başkanlığını yaptı.
28 Mart 2004 Mahalli İdareler Seçimi’nden sonra Amasya Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’ne getirildi. Aynı zamanda Özel Kalem Müdürlüğü’nü üstlendi. Halen bu görevlerini sürdürmektedir.
Hüseyin MENÇ evli ve iki kız çocuğu babasıdır.
Amasya Kültürüne katkıları
Mehmet Tektaş
1956 Yılında Samsun-Kavak’da doğdu. 1974 yılında Amasya Kız İlköğretmen Okulundan mezun oldu. İstanbul Eyüp Uluğbey İlkokulu öğretmeni iken 1980 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünü bitirdi. Aynı yıl Amasya Lisesi Sanat Tarihi öğretmenliğine, daha sonra Amasya Müzesi Müdürlüğüne atandı. 1992 yılına kadar bu görevde bulundu. Amasya İl Kültür Müdürlüğü’nde şube müdürü, 2006 yılından itibaren de il Kültür ve Turizm Müdürü olarak görev aldı. 23 Nisan 2007 tarihinde emekli oldu.
Öğrencilik yıllarında tanıştığı Ord. Prof. Dr. Süheyl ÜNVER’den aldığı tavsiyelerle 1983 yılında suluboya resim çalışmalarına başladı. Amasya’nın kaybolan mimari eserlerini ve bugün olmayan kesimlerini tablolarında belgelendirdi. Ayrıca fotoğraf sanatı ve Türk tezhip sanatı ile yakından ilgilendi, kurslar yönetti.
1991 yılında mesleki incelemelerde bulunmak üzere kısa bir süre Özbekistan’ın Semerkand şehrinde bulundu. 1994 de “Kültür Sohbetleri” köşesi ile Amasya’da yayımlanan HÂKİMİYET gazetesinin kadrolarında yer aldı.
1991 yılında mesleki incelemelerde bulunmak üzere kısa bir süre Özbekistan’ın Semerkand şehrinde bulundu. 1994 de “Kültür Sohbetleri” köşesi ile Amasya’da yayımlanan HÂKİMİYET gazetesinin kadrolarında yer aldı.
Strabon (MÖ 64 - MS 23)
Eski Yunan, Coğrafyacı. Antik Dünya hakkındaki coğrafya kitabı ile tanınmıştır.
Amasya'da doğdu, Roma’da, bir başka kaynağa göre de Amasya’da öldü. Klasik Yunan eğitimi gördü.Aristodemos’tan hitabet dersleri aldı. İÖ 44’te öğrenimini sürdürmek amacıyla Roma’ya gitti. Başlangıçta Aristotelesçi görüşleri savunduysa da, sonraları Augustus’un öğretmenlerinden olan Athenodoros’un etkisinde kalarak Stoa Okulu’nun görüşlerini benimsedi. İÖ 31’e değin Roma’da kaldı. İÖ 29’da Yunanistan’ı gezdi.İÖ 28’de Mısır’a gitti.
Roma İmparatorluğunun büyük bir bölümünü dolaşmıştır. Roma ve İskenderiye’de uzun süre kaldı. Olgunluk çağında Historika Hypomnemata (Tarihi Hayıralar) adlı bir yapıt (bugün kayıptır) yazdı.Bu yapıt, 43 cilttir ve Polybios tarihinin bir devamıdır, Korinthos ve Kartaca’nın (İÖ 146) yıkılışından Sezar’ın ölümüne ya da Aksium Savaşına dek süren dönemi kapsar. Yalnız 19 parçası ele geçmiştir. Geographumena veya Gedgraphika (Coğrafya) adlı yapıtının büyük bölümü günümüze kadar gelmiştir. 17 cilttir. Yazar bu yapıtını Yunan ve Roma dünyasının kültürlü kişileri için yazmıştır. En geniş seçmeci düşüncelere yer veren yapıt, Eratosthenes, Hipparkhos’tan ve Epheros, Polybios ve Poseidonios adlı tarihçilerden esinlenmişti. Strabo’un coğrafyası tarihsel bir özellik taşımakla birlikte, insanın, kavimlerin ve imparatorlukların fizik dünya ile olan ilişkilerini de belirtir.Bu özelliğiyle Ptelemaios’un Geographike Aphegesis adlı coğrafyasından üstündür.
Sabuncuoğlu Şerefeddin
Fatih döneminin meşhur hekimleri arasında yer alan Sabuncuoğlu (1386?-1470), şehzadeler şehri diye anılan Amasya şehrinde doğmuş ve temel eğitimini orada, Amasya Darüşşifâsı'nda tamamlamıştır.
Şerefeddin Sabuncuoğlu, diğer birçok hekimin aksine özellikle cerrahî ile ilgilenmiştir. Genel olarak hekimler cerrahîye pek ilgi duymamışlar ve hatta cerrahî tedavinin gerekli olduğu durumlarda bile, ilaçla tedaviyi tercih etmişlerdir. Bunun sebebi cerrahî müdahalede hayatî tehlikenin çok yüksek olması ve bu tehlikeyi asgariye indirecek ve ameliyatı kolaylaştıracak bazı teknik imkanların bulunmasıdır. Bu tip imkanların oluşması için, yani antibiyotik, analjezik, antiseptiklerin ve bunların yanı sıra anatomi bilgisinin yeterince gelişmesi için 19. yüzyılı beklemek gerekecektir.
Şerefeddin Sabuncuoğlu'nun eserlerinden birisi Akrabadin Tercümesi'dir. II. Bayezid, şehzadeliği zamanında, Amasya Valisi iken (1481-1512), Şerefeddin Sabuncuoğlu'ndan Zeyneddin el-Cürcânî'nin (öl. 1136) Zahire-i Harzemşâhî diye bilinen eserini tercüme etmesini istemiş Sabuncuoğlu da bu hacimli eserin sadece farmakoloji kısmını çevirmiştir.
Şerefeddin Sabuncuoğlu'nun eserlerinden birisi Akrabadin Tercümesi'dir. II. Bayezid, şehzadeliği zamanında, Amasya Valisi iken (1481-1512), Şerefeddin Sabuncuoğlu'ndan Zeyneddin el-Cürcânî'nin (öl. 1136) Zahire-i Harzemşâhî diye bilinen eserini tercüme etmesini istemiş Sabuncuoğlu da bu hacimli eserin sadece farmakoloji kısmını çevirmiştir.
İskender Haki
“Medrese Önü Camisi kalem işlerini İskender Hâki 1951’li yıllarda yaptı,
O tarihlerde Yokuşbaşında küçücük bir matbaası da vardı,
Kendini yetiştirmiş, tarihe meraklı, zanaatkâr, şiir yazar,
Kalem işinin üstadı, renk ve grafik bilgisi kadar,”
O tarihlerde Yokuşbaşında küçücük bir matbaası da vardı,
Kendini yetiştirmiş, tarihe meraklı, zanaatkâr, şiir yazar,
Kalem işinin üstadı, renk ve grafik bilgisi kadar,”
Elemelere kalan ilk altı şiirden Merzifon idadisi hat muallimi (merzifon lisesi hat öğretmeni)İskender Haki bey'in "İstiklâl Marşı" adlı şiiri :
ey müslüman, ey türkoğlu
açıldı istiklâl yolu
benim bu son günlerimdir
diyor size anadolu.
çek sancağı türk ordusu
olmaz türkün can korkusu.
esarete dayanır mı
türk vatanı, türk namusu
bu son savaş bize farzdır
fırsatımız gayet azdır.
muzaffer ol da ey millet
altın ile tarih yazdır.
birleşelim özümüzden
dönmeyelim sözümüzden
hem silelim bu lekeyi
tarihteki yüzümüzden.
ey müslüman, ey türkoğlu
açıldı istiklâl yolu
benim bu son günlerimdir
diyor size anadolu.
çek sancağı türk ordusu
olmaz türkün can korkusu.
esarete dayanır mı
türk vatanı, türk namusu
bu son savaş bize farzdır
fırsatımız gayet azdır.
muzaffer ol da ey millet
altın ile tarih yazdır.
birleşelim özümüzden
dönmeyelim sözümüzden
hem silelim bu lekeyi
tarihteki yüzümüzden.
N. Berin Taşan
1928'de Amasya Merzifon'da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Yurdun çeşitli yerlerinde cumhuriyet savcılığı yaptı. 1985'te İzmir Karşıyaka Başsavcısı olarak emekli oldu. Avukatlık yaptı. Halen İzmir'de yaşamını sürdürüyor. İlk şiiri 1946 yılında Varlık dergisinde yayımlandı. Ardından Yeni Ufuklar, Dostlar gibi dergilerde yer aldı. Şiirin yanı sıra edebiyatla ilgili araştırmalar, incelemeler ve oyunlar yayınladı. Merzifonlu Şeyh Abdurrahim Rumi ile ilgili bir de incelemesi var.
ESERLERİ:
ESERLERİ:
Sadi Bayram
Sadi Bayram, Amasya ili Merzifon ilçesinde 10 Mart 1943’de doğdu. İlk ve orta tahsilini Merzifon’da yapan Sadi Bayram; Amasya, Kütahya ve Kayseri Liselerinde okuduktan sonra, 1963’de Kayseri Lisesini bitirdi. Aynı yıl, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Klâsik Arkeoloji Bölümüne girdi, 1968’de mezun oldu.
Sadi Bayram Lise tahsili sırasında Amasya 12 Haziran, Merzifon’nun Sesi, Turizm Dergilerinde muhabirlik yapmış, 26.6.1965 yılında Önasya Dergisini kurmuş, aylık olarak 78 sayı çıkarmış, Sarı Basın Kartı hamili, olup, Önasya Ajansı’nı 1968 yılında kurmuştur. Mart 1972 tarihinde vatanî görev dolayısıyla Önasya Dergisi yayınına ara vermiştir.
Özkan Yalçın
20 Mayıs 1949'da Sivas'ın Gürün ilçesinde doğdu. Babası berber Turgut, annesi ev hanımı Mahire'dir. Çocukluk günleri oldukça çileli geçen Özkan Yalçın, ilkokulu Gürün'de, ortaokulu Sivas'ta okudu. Daha sonra Malatya Bölge Ziraat Okulunu bitirdi. Gürün'de ziraat teknisyeni olarak göreve başladı. 1967-1971 yılları arasında bu görevi yürüten Yalçın, 1971'de Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümüne girdi. 1974'te mezun oldu. Baykan'a atandı. Ancak orada göreve başlamadan Valilik oluruyla Batman Endüstri Meslek Lisesi'nde görevlendirildi. Bir yıl sonra ise Gürün Lisesine atandı. 9 Şubat 1976'da Ayhan Özdeğer'le nişanlanan Özkan Yalçın, 4 Temmuz 1976'da evlendi. 1977 yılında Tuzla'da yedek subayken büyük oğlu Mehmet Burak doğdu. Bunu 1980'de Hatice Burcu, 1981 yılında ise küçük oğlu Turgut Yağmur takip etti.
Asker dönüşü Şarkışla'ya atanan Özkan Yalçın, 1981 yılında kendi isteğiyle Konya'ya atandı. Şubat 1984'te Suluova Lisesi'nde göreve başlayan Yalçın, 1986'da Aşık Veysel, Dramı-Sanatı-Deyişleri adlı eserini, 1989'da da "Yağmur Kuşları" adlı şiir kitabını yayınladı. 1990'da Amasya Lisesine atanan Özkan Yalçın, daha sonra Anadolu Lisesi ve Atatürk Lisesi'nde görev yaptı. Kasım 1995'te emekli oldu. 1997'de yakalandığı kanserden 17 Mart 1998 günü öldü.