Sayfalar

28 Şubat 2010 Pazar

Hacı Mesut

Hacı mesut'un mezarı İzmir'in Alipınar köyündedir. Hacı Mesut, Çanakkale Savaşı'nda, gözle kaş arasında adını bütün orduya duyurmuş ve ermişlik payesini kazanıvermiş mutlu bir insan. Mezarının önünde okuyup, niyaz etmeden kimse geçmez. Bir derdiniz, özellikle askerlikle ilgili bir müşkülünüz varsa, hemen Allah'tan o'nun hürmetine müşkülünüzün gitmesini isteyin illa onun yanına gitmenize gerk yok! eğer müşkülünüzde halis niyetiniz hakimse işiniz inşaallah oluverir.



Çanakkale savaşı'ndayız. Mülazım Emin, çiçeği burnunda bir harbiye'li. Mektebi bitirmiş, cepheye sürülmüş... Gönderildiği alay, ateş hattında kırılıyor, ama ne kırılıyor; gençler yiğitler biçiliyor. Bir zaman, geriden ikmal getirerek işi idare etmek istiyorlarsa da gün oluyor, ikmalde yetmiyor. Alaydan arta kalanları derleyip, toplayıp İzmir'in Alipınar köyüne getiriyorlar.

Acemiler gelecek , alay tamamlanacaki talim görecek ve yine cepheye sevkedilecek...

Alay tamamlanırken, durumun nezaketi gereği, alışılmış kurallara pek aldırılmıyor, eli silah tutan herkes toplanıp Alipınar'a getiriliyor. Gelenlerin içinde Hacı Mesut da var. Yaşlıca, sessiz, sadasız, kendi halinde bir habeş. Trablusluymuş. Mülazım Emin'in Konyalı Aziz Çavuş diye bir çavuşu var, nedense bu Hacı Mesut'u hiç sevmiyor. Her sabah Emin Efendi'ye tekmil verirken sayıyor, döküyor, sözün sonunu" Bir de, hiç bir işe yaramayan şu pis Arap var" diye bitiriyor.

Pis Arap aşağı, pis arap yukarı... Günün birinde, mülazım Emin:

-Bırak Aziz şu Adamı diyor. "O zaten yaşlı, sen onu talime çıkarma, koğuş temizliğine ver!"

Böylece günler geçip giderken, bir gün Mülazım hastalanıyor. Ama durumu çok ağır. Ne doktor, ne ilaç, ne sıhhiye memuru. Hastaya yardım edecek hiç kimse ve hiç bir şey yok. Akşama doğru Emin Efendi kendini kaybediyor, ateşten cayır cayır yanıyor, bir günde sanki eriyor.

Yapılcak bir şey yok, işi duaya kalmış. Görenler, sabahı bulamaz diyorlar.

Bir ara, Hacı Mesut, Aziz çavuşun yanına gelerek:" Bir nefes edeyim mi?" Diye soruyor. Mülazımın işi bitmiş ama, etsin bakalım ne olacak?

Hacı Mesut, Emin Efendi'nin yanında durmuştur, dudaklarının güç farkedilen hereketinden başka bir kımıldanış, bir ses yok. Saatler geçiyor. Hasta terliyor, Hacı Mesut terliyor. Bakleşenlerde artık takat kalmamış , kendilerini tutmasalar, "Pis arabı" yeninden yakasından tutup tartaklayacaklar. Sonunda, Hacı Mesut gözlerini Aziz çavuş'a çevirirp fısıldıyor: "Tamam, kurtuldu, ne isterse verin , yesin" Yemek mi? Mülazım ölü gibi serilmiş, gülesi geliyor Aziz çavuş'un. Tam o sırada yataktan bir inilti duyuluyor:

"- Su!"

Artık ona kimse, "Pis Arap" diyemez. Mesut'ta bir başkalık sezmekte olan bir kaç kişinin gözleri iyice açılıyor. Onun peşinden ayrılmıyorlar. Şu kadarını anlıyorlarki, Hacı Mesut, Abdüsselâm Esmerî'nin kıymetlilerindendir. Allah Katında itibarı büyüktür, ama o işi oluruna bağlamış, kendini açığa vurmamıştır.

Hacı Mesut'un çevresindeki halka her gün biraz daha büyüyor, bir kere onun sevgisine yakalanan artık kendini ondan kurtaramıyor. Hacı Mesut'ta tuhaf bir şey var. Hani çavuş yokmu, şu Aziz çavuş ... Asıl o; utanmasa işini gücünü bırakacak ve sabah ezanlarına kadar süren aşıklar sohbetinden ayrılmayacak...

Bir gün , Hacı Mesut Mülazım Mehmet Efendi'ye , Aziz çavuşla haber gönderiyor: "Yarın, davul dövdürsün, pilav zerde döktürsün, Çanakkale'de savaş bitti zafer bizimdir!"

Mülazım Emin, bu haberi biraz tuhaf buluyor, Çünkü, vaziyet, hiç te öyle Hacı Mesut'nun dediği gibi değil, gelen haberler kötü! Ordu müfettişi de tam o sıralarda Alipınar'dan geçiyormuş. Mülazım: "Acaba vaziyet ne merkezde?" diye sorunca, ordu müfettişi: "Orduyu geri çekecekleri söyleniyor, öyle olursa İstanbul düşer, vaziyet çok fena!"

Ordu müfettişi yansın yakılsın, Hacı Mesut gene haberi salıyor: "Davul dövdürsün, helva..."

Akşamın geç saatlarında Alipınar'a kan ter içinde bir atlı girip Mülazım Emin Efendinin önünde selamı çakıyor: "Gözümüz aydın efendim, çok şükür muzafferiz, Çanakkale'yi kurtardık..."

Bu kadarı yeterlidir; duyan Hacı Mesut'a koşuyor.

İlk müjdeyi veren sanki o değilmiş gibi , Hacı Mesut, masum gözleriyle etrafını saranlara gülümsemektedir. Alam bu gülümsemede, sevinçten fazla bir şey, sırlı, anlaşılmaz bir şey olduğunu o zaman telaş ve heyecandan, kimse anlayamıyor.

Bu anlamlı tebessümün kokusu bir kaç gün sonra çıkıyor. Davullar dövülmüş, helvalar yenilmiş, İzmir'in yiğit efeleri diz vurup zeybek oynamıştır.

Ortalığın sakinleştiği bir sabah Hacı Mesut, artık bütün alay gibi önünde el bağlayıp niyaza varan Çavuş'a : "Aziz Çavuş çocukları topla, bir diyeceğim var" diyor.

Aziz Çavuş'un içinde bir ateş, ne yaptıysa Hacı Mesut'u fazla konuşturamıyor.

Akşam karavanasından sonra etrafında toplanıyorlar. Hepsinin yüreği kuşkuda, ama kimse sebebini bilmiyor. Sebep Hacı Mesut'ta!

"Evlatlarım! Benim görevim burada bitti. Trablustan sizin alayı uyarmak, yüzünüzü Hak yüzüne çevirmek için gönderilmiştim. Şeyhimin dediğini yaptım. Hepiniz Abduüsselâm Esmerî'nin himayesindesiniz. Beni duâdan unutmayasınız. Ya Allah!"

Evet! Hacı Mesut "Ya Allah" demiş, Allah cemaline yürüyüvermişti. Alay karışıyor, birbirine giriyor. Gözlerinin önünde olanlara inanamıyor. Bir insan ölüme böyle söz geçirebilirmi?

Fakat, bütün telâş faydasızdır. Hacı Mesut ölüme sözünü geçirmiş, kavilli bir yolculuğa çıkar gibi yürek hoşluğu, gönül rızasıyla yürüyüp gitmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder