Sayfalar

30 Eylül 2010 Perşembe

Sakın Terk-i Edebten.....

Mescid-i Nebevî, Medîne, Suudî Arabistan
Sakın terk-i edebten kûy-ı Mahbûb-i Hudâ'dır bu
Nazargâh-i ilâhîdir, Makâm-ı Mustafâ'dır bu.

Felekde mah-i nev, Bâbüsselâm'ın sîne çâkıdır
Bunun kandili Cevza, matla-i ziyâdır

Habîb-i Kibriyâ'nın habgâhıdır fazilette
Teveffuk-i kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu.

Bu hâkin pertevinden oldu deycur-i adem zâil
Amadan açdı mevcudât düş çeşmin tutiyâdır bu.

Murâd-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Met'af-ı Kudsiyandır cilvegâh-ı enbiyâdır bu
Mescid-i Nebevî, Medîne, Suudî Arabistan
Osmanlı devrinde yaşamış arif ve meşhur şâir Yusuf Nâbî, 1678 yılında bir kafile ile hac yolculuğuna çıkmıştı.
Kafilede devletin ileri gelen paşaları da bulunuyordu.
Kafile hicaz bölgesine girince Hz.Peygamber'i ziyaret aşkı Nâbî'yi iyice sardı.
Öyle ki, vücudu bir hoş oldu, uykusu kaçtı, hiç uyumadı.
Bir gece yarısı kafile Peygamber şehri Medine-i Münevvere'ye yaklaştı.
Kafilede bulunan Eyyüplü Râmi Mehmed Paşa o esnada kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış uyuyordu.
Rasûl-i Kibriy'nın beldesine girerken arkadaşlarında gördüğü bu manzara Nâbî'ye hiç de hoş gelmedi.
Paşayı uyandıracak bir şekilde şu meşhur beyitleri söylemeye başladı:

Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!
Nazargah-i ilahîdir, Makam-ı Mustafadır bu.

Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergaha,
Metâf-ı kudsiyadır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.
Mescid-i Nebevî, Medîne, Suudî Arabistan
Açıklaması şöyledir: 

Edebi terketmekten sakın! ^
Zira burası Allahu Teala'nın Habibinin beldesidir.
Burası, Hak Tealâ'nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir, Muhammed Mustafâ'nın makamıdır.

Ey Nâbî! Bu dergaha edebin şartlarına dikkat ederek gir.
Sakın edebi basite alma. 
Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir.

Bu beyitleri işiten paşa, gözünü açtı, hemen kendine geldi, ikazın sebebini anladı, ayaklarını topladı, doğruldu.

Nâbî'ye dönerek:
- Ne zaman yazdın bunları? Senden başka duyan oldu mu onları? diye sordu.

Yusuf Nâbî:
- Bunları daha önce herhangi bir yerde söylemiş değilim.
Şimdi, sizi bu halde görünce elimde olmadan yüksek sesle söylemeye başladım.
İkimizden başka bilen yok! dedi.

Paşa:
- Öyleyse bu aramızda kalsın, diye ikaz etti.
Nâbî sustu, yola devam ettiler.
Kafile, sabah ezanına yakın Hz.Rasûlüllâh'ın mescidine yaklaştı.
Bir de baktılar ki, mescidin minârelerinden müezzinler, ezandan önce, Nâbî'nin:
"Sakın terk-i edepden... " beytiyle başlayan naatını okuyorlar.

Nâbî ve Paşa hayret ettiler.
Mescide girdiler, namazı kıldıktan sonra, hemen müezzinin yanına koştular.

Nâbî, heyacanla:
- Allah adına, peygamber aşkına söyle, sen ezandan evvel okuduğun o beyitleri kimden, nereden ve nasıl öğrendin? diye sordu.

Müezzin önce cevap vermek istemedi, Nâbî ısrar ve rica etti.

Bunun üzerine müezzin:
- Resûl-i Kibriyâ Sallalahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz, bu gece bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek:
-Ümmetimden Nâbî isimli birisi beni ziyarete geliyor.
Bana olan aşkı her şeyin üzerindedir.
Kalkın, ezandan önce, onun benim için yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın, mescidime girişini tebrik edin, diye buyurdu.

Biz de Efendimizin emirlerini yerine getirdik, dedi.

Nâbî, hepten şaşırdı ve heyecanlandı, dayanamayıp ağladı.
Gözyaşları içinde müezzine tekrar:

- O iki cihanın Efendisi, gerçekten Nâbî mi dedi, o benim ümmetimdendir mi buyurdu? diye sordu.
Müezzin:
- Evet, Nâbî dedi, o benim ümmetimdendir buyurdu, deyince, Nâbî bu iltifata daha fazla dayanamadı, sevincinden düşüp bayıldı.
Bir zaman sonra ayıldığında paşayı ve müezzini yanında ağlarken buldu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder