Sayfalar

29 Ekim 2011 Cumartesi

Çırağan Sarayı, Beşiktaş, İstanbul

Çırağan Sarayı, Beşiktaş, İstanbul
İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde Çırağan Caddesi’nde, Çırağan Sarayı’nın bulunduğu alan XVII. yüzyıl başlarında Kazancıoğlu Bahçesi olarak isimlendirilen bir mesire yeri idi. Sultan IV. Murat (1623–1640) tarafından kızı Kaya Sultan’a verilen bu alanda yaz aylarında kullanılmak üzere Kaya Sultan ve eşi Melek Ahmet Paşa bir yalı yaptırmıştır. Sonraki yıllarda Sultan I.Mahmut da bu yalıyı kullanmıştır.


Evliya Çelebi bu yalıdan şöyle söz etmektedir: “Vacibü’s-seyr bir yalıdır. Bunda febkâni bir şadırvan vardır ki dünyada öyle bir sanatlı fevvâre görülmemiştir.”
 Çırağan Sarayı, Beşiktaş, İstanbul
Sultan III. Ahmet (1703–1730) zamanında, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kullanılan bu alanda Çırağan Şenlikleri yapıldığı için de bu yalı Çırağan Yalısı olarak isimlendirilmiştir. Sultan III. Ahmet’in tahttan indirilmesinden sonra yalı bir süre kendi haline terk edilmiştir. Sultan III. Selim (1789–1807) döneminde padişahın kız kardeşi Beyhan Sultan tarafından kullanılmış, Sadrazam Yusuf Paşa buradaki yapıların yıkılarak yerine büyük bir sahil saray yapılmasını istemiş ise de, zamanın ekonomik koşullarından ötürü bu istek gerçekleşememiştir. Beyhan Sultan yalının yanındaki Rodoslu Yalısı’nı satın almış ve yerine bir mabeyn dairesi yaptırmıştır. Yalnızca 1805 yılında buraya bazı yapılar eklenmiştir.

Sultan II. Mahmut’un (1808–1839) Boğaziçi’nde yaşamak istemesinden ötürü Çırağan’da, kıyıdaki mabeyn dairesinin arkasına yeni bir daire yaptırılmıştır. Böylece biri deniz kıyısında, diğeri de arka tarafta olmak üzere iki mabeyn dairesi meydana getirilmiştir. Bundan sonra 1836 yılında padişahın sürekli kalabileceği bir saray yaptırılması düşünülmüş, çevredeki bazı yapılar yıktırılmış ve Çırağan Sarayı’nın yapımına başlanmıştır.
 Çırağan Sarayı, Beşiktaş, İstanbul
Dolmabahçe Sarayı’nı yaptıran Abdülmecit Çırağan Sarayı üzerinde durmuş, daha önce burada yapılmış olan yapıları 1859–1860 yıllarında yıktırmıştır. Ancak ekonomik nedenlerden ötürü sarayın yapımı gecikmiştir. Abdülaziz döneminde burası yeniden ele alınmış, Balyan ailesinden Nikogos Balyan’ın tasarladığı, Sarkis Balyan’ın mimarlığını yaptığı sarayın yapımına 1863 yılında başlanmış ve 1871 yılında da tamamlanmıştır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre bu saray 4 milyon Osmanlı altınına çıkmıştır. Bu saray II. Abdülhamit tarafından içerisindeki eşyaları ile birlikte Meclis-i Mebusan’a verilmiş 15 Kasım 1909’da büyük bir törenle açılmış, Meşrutiyet’in ilanından ötürü çalışmalarına başlamıştır. Bu sırada sarayın iç bölümleri meclis toplantıları için değiştirilmiştir. Üst katta, denize bakan son derece görkemli salona padişah için bir taht yerleştirilmiştir. Ortadaki salon Ayan Meclisi’ne ayrılmıştır.

Çırağan Sarayı’nı detaylı biçimde inceleyen Y.Mimar Sedat Hakkı Eldem sarayı şöyle tanımlamaktadır:

“Bu sarayın yapıldığı devir, Avrupa ve Amerika mimarisinde tam anlamıyla eglektik, yani toparlama ve yakıştırma bir mimarinin egemen olduğu bir zamandır. Çırağan Sarayı’nın mimarları Batı’daki bu akımı benimsemişlerdi. Olağanüstü mimari yetenek ve sanat üstünlükleri, meydana getirdikleri eseri yaşıt Avrupa mimarisi eserlerinden kat kat üstün kılmıştır. Üslup, Avrupa’daki tarihi üslupların tekrarı modasına uygun olarak bir tür Müslüman, daha ziyade Magrip mimarisinden esinlenmekle birlikte bu uyarlama ancak kemer kavislerinde ve takma sütun başlıklarında kalmıştır. Geri kalan ve mimarinin özünü veren elemanlar tümüyle yeni yapıtlardır. Kornişler, silmeler ve benzeri mimari elemanlarda, kavisler ve yumuşak eğilimlerden kaçınılmış, kırık, kesik kontraslı ve kuvvetli geometrik şekiller tercih edilmiştir. Bunlar yakından bakıldığında biraz kaba bile görülebilir. Fakat mimari bütünüyle gayet isabetli ve bağlayıcı bir özellik göstermektedir. Feriye Sarayları, Matbahlar, çeşitli köprüler ve müştemilat ile on’a yakın ayrı binadan oluşan ve 1.300 m. uzunlukta bir rıhtım cephesini kaplayan Çırağan Sarayı, Boğaziçi kıyılarında görkemli bir mimari ve şehircilik eseri olarak meydana çıkmıştır. Bu büyük ölçüdeki mimari hâkimiyet yanında içeriye ait ayrıntılar da aynı mimari üslubu devam ettirebilmiştir. Sarayın iç ve dış mimarisi arasındaki uyum ve birlik ancak en yüksek düzeydeki bir sanat eserinde bulunabilecek niteliktedir. Bütün bina sanki bir kalıptan ve sanki bir elden çıkmış gibidir. Üstelik bu el tamamıyla yeni bir mimari üslup yaratarak bu armoniyi meydana getirmiştir. Şüphe yok ki, Çırağan Sarayı, Batı dünyasında benzeri binalar arasında mimari kıymet ve öncelikle plan kompozisyonu bakımından üstün bir eserdir.

Çırağan Sarayı’nın en ilginç ve en üstün tarafı planıdır. Bu planın kuvveti Türk ev mimarisi geleneğine bağlı kalmış olmasıdır. Bu tarihe kadar bu büyüklükte tek vücut saray bölüğü yalnız II. Mahmut yapıları Çırağan ve Beylerbeyi saraylarında ahşaptan, 15 sene evvel de Dolmabahçe Sarayı’nda yarı kâgir olarak uygulanmıştır. Fakat bu planlar nedense yeni Çırağan Sarayı planına nazaran eski klasik Türk planlarından daha uzak kalmışlardır. Çırağan’a en yakın olan örnek XVIII. yüzyıla kadar uzanan Kıbrıslı Yalısı planıdır. Çırağan Sarayı’nda üç sofalı klasik Türk planı büyük ölçüde uygulanarak sıkı bir dikdörtgen içine alınmış ve eski Türk saraylarını anımsatacak pitoresk cumba ve çıkmalardan kaçınılmıştır. Üç bölükten oluşan plan, cephede de aynen ifade edilmiş ve her bölük arasına birer girinti şeklinde teras konması uygun görülmüştür. Her bölüğün ortasındaki sofa, özel ve büyük pencere elemanları ile belirtilmiş ve bu arada ortadaki cephe elemanı, Avrupa mimari anlayışına benzetilerek sağ ve soldakilere oranla biraz geniş tutulmuştur. Böylece Selamlık Sofası haç şeklinde yani dört kollu olmuştur. Bunun dışında gerek sofalarda gerekse odaların yerleşme ve boyutlanmalarında tümüyle serbest ve fonksiyonel bir şekilde hareket edilmiş, bu tutum cephelerde de belirtilmiştir. Daha fazla önem verilen ve daha zengin olan Hünkâr Hamamı ise ayrı bir kol içinde uygulanmıştır. Bu kol bir köprü şeklinde, sarayı yolun karşı tarafındaki bahçeye bağlamaktadır.”

Saray Beşiktaş’tan Ortaköy’e kadar uzanan alanda beş bölümden meydana gelmiştir. Bunlar Merasim ve Mabeyn daireleri, Daire-i Hümayun, Harem ve Veliaht Dairesi başta olmak üzere on yapıdan meydana gelmiştir. Bu sarayın en görkemli bölümü de ortada bulunan mermer sütunlarla hareketlendirilmiş cephe görünümü ile padişaha ait olan daire idi.
Meclis-i Mebusan ve Ayan’ın Çırağan Sarayı’na taşınmasından iki ay dört gün sonra 6 Ocak 1910’da sarayda çıkan yangın birkaç saat içerisinde büyümüş, yalnızca dört ana duvarı ayakta kalabilmiştir. Bu yangının elektrik kontağından çıktığı ve sarayın itfaiyenin yetersizliğinden ötürü yandığı söylenmektedir.

Cumhuriyet döneminde sarayın Beşiktaş tarafındaki birinci binası önce İlkokul, sonra da İETT’ye tahsis edilmiştir. Ondan önce gelen boşlukta Et Balık Kurumu, Soğuk Hava Deposu yapılmıştır. Kıyıdaki eski harem binasına Beşiktaş Kız Lisesi yapılmıştır. Yanmış saray binasından sonraki Yaverler Binası Yüksek Denizcilik Okulu’na, ondan sonra gelen bölümler Galatasaray Lisesi ile Beşiktaş Ortaokulu’na, son bina da Kabataş Lisesi’ne tahsis edilmiştir.

12 Eylül 1980’den sonra İETT deposu boşaltılmış ve restore edilerek Devlet Konukevi haline getirilmiştir. Sarayın bahçesi Türk futbolunda önemli bir yeri olan Şeref Stadı olarak da kullanılmıştır. Bundan sonra sarayın kalıntıları modern bir otel haline getirilmek için Alman turizm şirketi Kempinsky İşletmesi’ne tahsis edilmiştir.

Günümüzde Çırağan Sarayı’nın ana yapısı Çırağan Oteli olarak kullanılmaktadır. Bahçesi olan Şeref Stadı da yeni yapılan otel blokları nedeni ile ortadan kalkmıştır. Bunun yanı sıra Çırağan Sarayı’nın bulunduğu yerdeki Beşiktaş Mevlevihanesi’ne ait olan Mevlevi mezarları sarayın bodrum katında kalmıştır.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder