Sayfalar

23 Aralık 2022 Cuma

Mülûktan sonra gelecek olan Cebâbire Devri

  

Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısî Hazretleri'nin Vaazlarının Derlendiği Kitap

Hz.Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm, kendisinden sonra ne olacağını soran sahâbesine;
"Benden sonra hulefâ devri gelecektir" buyurmuştur. (Tirmizî, Fiten 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/220-221.)
Hulefâ Devri; Hazreti Ebu Bekir, Hz. Ömer. Hz. Osman, Hz.Ali'nin devirleridir ki, bu devre Hulefâ-i Râşidin Devri denilir. 
30 sene olacağını da Peygamber haber vermiştir. 
Bu devir İslâm'ın en parlak devridir. Sonra bu devir veya devirleri sual olan edenlere karşı Efendimiz Aleyhissalâtü vesselâm, Ümerâ Devri geleceğini bildirmiştir. 
Ümerâ, lakapları Emirü'l Mü'minîn hükümdarların geleceğine delâlettir ki; bunlar iki kısımdır. 
Bu ümerâ, yani Emirül Müminin lakabı ile İslâm devletini idare eden hükümdarlardan Emevi hükümdarları, Şâm-i Şerif'te hüküm sürdüler. 
Onları takiben Abbasi Ümerâsı, Bağdat'ta İslâm devletinin başında Peygamber sancağını ve emirlerini gözeterek devam ettiler. 
İslâm'ın bütün dünyaya karşı müdafaasını ve hizmetini gördüler.

Sonra Sahâbe-i Kirâm, bu devrin kıyamete kadar devam edip etmeyeceğini sordular. 
O zaman Aleyhisselatü vesselâm buyurdular ki:
"Bu devir daha kıyamete varmaz, ondan sonra arada başka bir devir olacaktır" diyerek ümerâdan sonra mülûk sıfatı ile Mülûk-u Osmaniye'nin geleceğini haber verdi.

Mülûktan murad Osmanlı Padişahlarıdır.
Bunlar yediyüz sene Devlet-i Âliyye olarak İslâm devletini gözettiler ve Osmanlı İmparatorluğunun şahsında İslâmiyeti gözetip, bütün güç ve kuvvetleriyle İ'lâ-yı Kelimatullah'ı, Allah'ın kelimesini yüceltmek için mağripten maşrığa dünyanın en muazzam İslâm devletini üç kıta üzerinde kurup şerefle Peygamber sancağını taşıdılar. 
Ve onu gözetmek üzere İslâm'ın haysiyet ve şerefini müdafaa, ehl-i İslâm'ı muhafaza için asırlar boyunca kanlarını dere gibi akıttılar, mukaddes emâneti gözetip durdular. 
Peygamber'in "Mülûk" diye haber verdiği kimseler bunlardır. 
Bunların da devri tamam oldu.

O zaman Sahab-i Kirâm yine sual etti:
-Mülüktan sonra kimler ümmete bahş olur?
Onlardan sonra ümmet hangi devri idrâk edecektir. 
Kıyamet kopacak mı, yoksa daha başka bir devir var mı Yâ Rasûlallâh?

Rasûlüllâh:
-Daha kıyametin kopmasına arada bir zaman olacaktır. 
Bu mülûktan sonra gelecek devir Cebâbire Devri'dir, diye buyurmuştur.

Cebâbire Devri' nin manası nedir?

Peygamber emâneti tek İslâm devletinin vücudunun ortadan kaldırılacağını, bütün dünyayı alan Ehl-i Sâlih'in ve Ehl-i Kitab'ın gerek yahudiler yoluyla, gerekse hristiyanlar yoluyla ne kadar İslâm'a düşman insanlar, firkalar varsa iştiraken, hep el birliği ile bu İslâm'ı toplayan yegâne devleti parçalayıp, binbir parça yapıp her birinin üzerine birer reis ile birer hükümet yaparak, Peygamber Sancağını da hapsettirip, Peygambere ait bütün emânetleri de hapsettirip, herkesi kendi başına buyruk yaparak İslâm'ı müdafaa edecek tek bir mercî ve baş bırakmadan, hepsini darmadağın edip cebâbire devri hâsıl olmuştur. Olacağını da, bundan bindörtyüz sene evvel Peygamber haber vermiş, o devir, mülûkten sonra girmiştir.

İşte, bütün dünya üzerinde ahalisi Müslüman olan belki kırk, belki elli devlet vardır. 
Lakin bunların hiçbirisi, ötekisine tabi olarak hareket etmemektedir. 
Herkesin kendisine ait bir yolu vardır, bir tutumu vardır. 
Bunların hepsi Müslüman oldukları halde her birileri kendini diğerlerinden farklı görmektedirler. 
Kendilerine göre kanunları ile nizamları ile kendi idarelerini düşünmektedirler. 
Allah'ın Peygamberin sancağını ve emanetini taşıyacak ve bütün insanlar Müslümanlara olan ilk emri; üzerinde hükmünü yürütecek tek bir başın, bütün Müslümanları kumanda etmesini vâcip, farz olduğundan gâfil olarak, hepsi günahkâr bir halde bulunmaktadırlar. 
Bir milyar Müslüman vardır. 
Hepsinin üzerinde tek bir başın bulunması, Allah'ın emri ve farzıdır. 
Bunu kimse durduramaz. 
Bu Allah' in emridir.
Buna kimse hayır diyemez, derse günahkâr olur. 
Geçmiş ola.

Şimdi bu Müslümanların hepsi; 
"Biz bir tek baş istiyoruz, onu seçeceğiz» deseler, hangi devletin idaresinde iseler, devlet zaten hepsini sürgün eder, hepsini de tüketir. 
Çünkü, hiçbir devlet, bunu istemiyor. 
Hiçbir reis, diğer bir reisin emri al girmeyi istemiyor. 
Aslen, bütün bu reisler üzerinde reislik yapacak vasıfları taşıyan bir şahsiyet, bir manevi kuvvet sahibi kimse meydanda zaten yok. 
Onun için onlar da emaneti teslim alacak zat gelinceye kadar bekliyor, şöyle böyle ellerinin altındaki Müslümanları idare etmeye uğraşıyorlar.

Lakin Sübhânallah, Allah'ın hikmeti hiçbir memleket rahat ve huzur içinde değildir. 
Evet, hiç bir İslâm memleketi rahat ve huzur içinde değildir.
Allah'ın bu Müslümanlara verdiği cezâ olarak, her memleket kendi içinden ikiye bölünmüştür. 
Her millet kendi kendisiyle muharebe etmektedir, kendi kendisiyle çarpışmaktadır, bu hakîkattir. 
Evvel zamanda İslâm milleti düşman ile çarpışırdı. 
Onlarla çarpışarak şehit olup giderdi veya gâzi olurdu. 
Şimdi İslâm'ın emrinden dışarı kaldıkları için, bizzat her millet kendi içinden bölünüp dıştaki düşmanı değil de birbirlerini düşman tutaraktan, birbirlerinin kanına susamış hale geldiler. 
Birbirlerini öldürüyorlar. 
Dışarıdaki düşman bırakıp da birbirlerini vuracak, öldürecek hale düştüler.

Peygamber-i Zîşân "Cebabire Devri gelecektir" dedi. 
O zamanda hiçbir yerde, Allah'ın emir ve yasakaları tatbik olunmayacaktır. 
O zamanda Müslümanlar, mahkûm vaziyette olacaklardır ve idarecileri Müslümanlığın idaresinde kendilerine yakıştıramayacaklar da, ya şarktan veya garptan, başka milletlerin örf ve adetlerinden, "onların kendi nizamlarından biz de alalım" diye alıp tatbîke çalışacaklar. 
Lakin hiçbirini uygulayamayacaklar, çünkü uygun değil.

Uygun olmadığı vakitte ne yapacak?

Bir adamdan bir adama kan verileceği vakitte bile hekimler kan grupları tutuyor mu tutmuyor mu diye kan gruplarını arıyorlar. 
Bir adama kan vereceğin zaman, alelâde bir insanın kanı ona uymuyor. 
Eh nasıl olur da başka milletlerin kanunu, onlara uyan şeyler, bambaşka bir kabiliyette olan, bambaşka bir hilkatte olan, bambaşka bir yaratılışta olan bir millete tatbik olunur? 
Asla olunamaz. 
Olunamadığı şimdi meydanda, millet karman çorman olmuş, ne haklı belli ne haksız belli. 
Ne "hakkımı ver" diyen adam hakkını bulabiliyor, ne  "bana haksızlık yapıldı!" diyen kendisine haksızlık yapanın şerrinden kurtulabiliyor.

Millet böyle bir hale düştü. 
Bunun sebebi o cebâbire devrini yaşatan kimselerin İslamdan uzak tutumlarının neticesidir. 
Onlar nazarında İslâm'ın vakti geçmiştir, 
İslâm'ın kanunlarının hepsi eskidir. 
Yâhu, İslâm'ın kanunları eski deyip İslâm'ın kanunundan evvel Roma kanunu okutuyorlar, Roma kanununu ana esas tutuyorlar. 
Roma Hukuku İslâm'dan ikibin sene önce olan mesele. 
O nasıl eskimiyor da İslâm'ınki eskiyor? 
Veyahut İslâm'ın kanununun içerisinden bugün tatbik olunamayacak bir tek madde göstersinler bakalım. 
İnsanları idare için, Allah'ın göndermiş olduğu kanunlardan bir tanesi, bugün insanlar için uymuyor veyahut adil bir hüküm değildir denecek bir tek nokta göstersinler. 
Gösteremezler, gösteremedikleri halde onu da söyletmezler.
Çıkın bakalım bu işin içinden dersek, çıkamazlar. 
Çözün bakalım bu düğümü, çözemezler.
Halledin bakalım bu meseleyi, halledemezler.
Peki, bize bırakın, biz halledelim: 
-Hayır, siz yapamazsınız, derler. 
Yahu bırakın bir tecrübe edelim bakalım: 
O da yok!

*Tasavvuf Sohbetleri, Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısî, Sh. 145, 146, 147, 148, 149.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder