Sayfalar

24 Kasım 2023 Cuma

Konya İmam Hatib Okulu'na Talebe Hücumu....

Yaşar Gökçek Hoca* anlatıyor:

-Konya İmam Hatib Okulu binası yapılırken, Hoca Efendi Hazretleriyle birlikte, şuraya, buraya gittiği niz oldu mu hiç?
-Hayır! Ben Konya'ya geldiğim zaman, İmam Hatibin binası yapılmıştı. 
Yalnız şöyle bir şey oldu.

Biz İmam Hatib'de vazife aldığımız zaman, bana son sınıfların sosyolojisiyle bazı tarih dersleri verilmişti. 
Ben sosyoloji derslerini sınıftan ziyâde dışarda, sosyal, siyasal ve idari hayatın içinde veriyordum. 
Sosyoloji hayatın akışı ve bu akışın içindeki değişimlerle ilgili bir ders. 
Tatbikatlı olarak yapıyorduk biz bu dersi. 
Bu tatbikatlar içinde, her cuma bir ilçeye gitmek de vardı.
Eeee... Gün Cuma... 
Öğrenciler İmam Hatib Okulu öğrencileri olunca, gittiğimiz her yerde öğrencilerimiz vaaz ediyor, hutbe irad ediyorlardı. 
Ve, her vaazda, her hutbede, slogan halinde söylenen bir cümle vardı: 
İki çocuğunuzdan birini mutlaka İmam Hatib'e gönderin!..

Biz bu faaliyeti sürdürünce, ertesi yıl, İmam Hatib Okuluna bir hücum başladı adeta!.. 
Öğrenci hücumu!..
Çocuğunun elinden tutan okula gelmiş.
Derken, kayıt dönemindeyiz. 
İdarecilerde bir sıkıntı var. 
Müdür Bekir (Elam) Bey, Allah rahmet eylesin, beni çağırdı:
-Gördün mü yaptığını Yaşar (Gökçek) bey Allah aşkına? dedi, sitem etti. 
-Ne oldu Müdür bey? dedim.
-Ne oldusu var mı Yaşar bey? 
Bizim okulumuzun kapasitesi şuuu, kayıt için müracaat edenin sayısı bu...

Önüme rakamları bir serdi... 
Okul mevcudunun iki misli müracaat var. 
Bekir Bey'e:
-Müdür bey, müsâde ederseniz, bu sorunuza yarın cevap vereyim! dedim.
-Tamam, dedi. 
Ben gittim. meseleyi Hoca Efendi Hazretlerine anlattım: 
-Efendim, durum böyle böyle böyle!..

Allah rahmet eylesin, himmeti hazır olsun, Hoca Efendi Hazretleri öyle sevindi ki...
Sevindi, heyecanlandı, gülümsedi. Sonra da:
-Oğlum, Bekir'e selâm söyle, hiç telâş etmesin! 
Ne ihtiyacı varsa listesini yapsın, bana göndersin!... 
Her ihtiyacını karşılayacağım!.. 
Müracaat eden herkesi kaydetsin, hiç kimseyi geri çevirmesin!..dedi.

Hoca Efendi böyle dedi ve çok hızlı bir faaliyet başlattı. 
Okulun üstüne bir kat çıkıldı hemen.
Bir gün beni aldı, hapishaneye gittik beraber. 
O mahkumların hepsinin başını okşadı, hepsine dua etti. 
Hepsine: 
-Sakın haa!.. 
Burası Medrese-i Yusufiyye'dir!.. 
Burası sabır mektebidir!.. 
Burada yaptıklarınızdan tövbe edeceksiniz. 
Allah sizi tertemiz çıkaracak buradan! 
Sakın üzülmeyin, sakın ümitsizliğe düşmeyin! 
Allah Kerim'dir, bakarsınız bir af çıkar, hepiniz çıkarsınız...

Öyle bir moral verdi ki mahkumlara. hapishaneden istediğimiz, okul için gereken kapı pencere, sıra masa vesaire. 
Hapishanenin marangozhanelerinde yapılabilecek şeyler..
Hapishane müdürü de gayrete geldi, mahkumlardaki morali görünce: 
-Hocam, yeter ki siz arada sırada buraya bir uğrayın. 
Bu insanlara moral verin.. 
Biz sizin bu isteklerinizi değil, bunun iki katını da temin ederiz. 
Ne isterseniz yaparız...

Ve hakikaten o sene okul için ne gerekiyorsa yapıldı, çatıldı, tamamlandı. 
İşte ondan sonra da Konya İmam Hatib Okulu Konya'nın ve daha pek çok ilin en kalabalık ve en kaliteli okulu haline geldi.


* Yaşar Gökçek Hoca Kimdir?

Konya İmam Hatib Okulu'nun bir anası bir de babası vardı: Şehbal Ana ve Yaşar Baba!..
Yaşar Gökçek ve Şehbal Gökçek çifti, dünyanın en uyumlu çiftlerinden biriydi.
Yaşar baba ilâç plâsiyeri, pazarlamacısı, Şehbal Ana hukukçuydu.
İkisi de İmam Hatib'e adamışlardı kendilerini. 
Evleriyle okul arasında hiç bir fark gözetmiyorlardı. 
Kendi öz evlâtları gibi seviyorlardı öğrencilerini.
Geceleri de gündüzleri de onların iyi yetiştirilmesi için geçiyordu.
İmam Hatib Okulu, onlar için bir ümit kapısıydı, ekmek kapısı değil. 
Vatanın imarı, devletin tamiri ve milletin ümranı için açılmış bir ümit kapısı...
Bu kapıyı devamlı açık tutmak ve bu kapıdan girip çıkanların seviyelerini yükseltmek için çalışıp çabalıyorlardı.
Yaşar Baba, boş bulduğu her derse giriyor, ama hiç bir dersten tek kuruş ücret almıyordu.
Bunca çalışıp çabalamaya rağmen, herhangi bir siyasi yatırım yapma niyeti de yoktu.

* Hacı Veyiszâde, Mustafa ÖZDAMAR, 1997, s.180, 216, 217, 218.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder