Sayfalar

18 Aralık 2023 Pazartesi

Hz.Mevlânâ'nın Torunu Ulu Ârif Çelebi'nin Rüyası

Hz.Mevlânâ'nın torunu Ulu Arif Çelebi, bir seferinde M.1320/H.719 yılının Zilkâ'de ayında Lârende'den Konya'ya dönüyordu. 
Aksaray'a gelmişlerdi. 
Orada kaldığı bir gecenin sabahında, yanındakilere:
-Acaib bir rüya gördüm, güzel sesler işittim. 
Gördüm ki bir çardakta oturmuş, pencerelerden bir bahçeye bakıyorum. Bu bahçe öyle bir bahçeydi ki; "Hiç bir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği" sözü, bu bahçenin sıfatı idi. 
Öyle ki, Cennet-i Berîn, o bahçeyi kıskanırdı. 
O bahçenin nehirlerinin kenarında çeşitli ağaçlar, renk renk yemişler, kokular ve çiçekler vardı. 
Ağaçların yaprakları, o kadar kesifti ki, güneşin ışığı, o bahçenin toprağına düşmezdi. 
O kesif gölgede celal sahibi ruhânîler ve güzel yüzlü hûrîler salına salına yürüyorlardı. 
O gül bahçesinin ırmağı kenarında da Hüdavendigâr (Hz.Mevlânâ) Hazretleri'nin dolaştığını gördüm. 
Ve kendi kendime:
"Bizim Hüdavendigâr Hazretleri burada ne yapıyor?" diyerek bu halin güzelliğinden hayrete düştüm. 
Bunun üzerine Hüdavendigâr'ın mübarek eliyle bana:
-Arif! 
Orada ne yapıyorsun? 
İkamet mühleti sona erdi. 
Benim bulunduğum taraflarda ne dünyalar görür ve ne rûhânî güzeller müşâhede edersin! diye işaret etti.

Ben, o davetin lezzetinden ve o cennetin letâfetini seyretmekten dolayı inleyip ahlar çekiyordum. 
Şimdi pılımı pırtımı toplayıp göklere götürmem ve helal olan celal kadehinden tatmam zamanıdır, dedi ve şu beyti okudu:

Soyunacağım ve cismimi bırakıp baştanbaşa ruh olacağım zamanı geldi.
Bu tenin sureti giderse gitsin, ben kimim? 
Bu beden sureti ortadan kalksa da ben yine bakiyim.

Bunun üzerine ikinci gün Konya'ya hareket etti. 
Şehire gelince, mübarek mizacında ufak bir arıza peyda oldu. 
Bu keyifsizlik günden güne arttı. 
Sabahleyin evden çıkarak mukaddes Türbe'de durdu, bir müddet hiç konuşmadı. 
Arkadaşların hepsi Çelebi'nin karşısında saf bağlamışlardı. 
Tesadüfen o gün de 719 h./ 1320 m. yılının Zi'lkade ayının Son cuması idi. 
Birden bire güneş doğudan bir altın top gibi kudret çevganından, felek meydanında oynamaya başladı ve bir mızrak boyu yükseldi. 

Çelebi buyurdu:
-Veliler, güneşlerin güneşidirler; Güneş onların nurundan ışığını aldı.

Ulu Arif Çelebi, daha sonra ağır ağır evine doğru ilerleyerek içeri girdi. 
Rahatsızlığı artmıştı. 
Buna rağmen cuma namazına çıktı. 
Sonra, baba ve dedesinin medfun bulundukları Türbe'yi ziyaret etti. 
Bir mezarın bulunduğu yerde uzun zaman uyudu.
Sonra: 
-Bir kişinin türbesi, onun gömülü bulunduğu yerdir. 
Benim vücudumun hazinesini de buraya gömün, buyurdu.

Etrafındakiler, bu işaret üzerine feryâd ü figâna başlarlar. 
Herkesi büyük bir heyecan ve üzüntüdür kaplar.
Ertesi gün, o ağır hastalığın izi, Arif Çelebi'nin yanaklarında bütün açıklığı ile görünmüştü. 
Durumu gittikçe ciddileşiyordu. 
Hayli zahmet çekiyor, acıdan inliyordu. 
Böylece yirmi beş gün geçti. 
Her geçen gün artan hastalığı ile, Mevlâsına vasıl olmaya doğru ilerliyordu.

Nihayet bir gün:
-Sübhânallâh, ne acaib kuşlar peyda oldular, buyurdu. 
Ve bir an mübarek nazarını o ruhların kuşları üzerine dikti ve sık sık, uçacakmış gibi yapıyordu. 
Acaib hareketlerde bulunuyor ve işaretler ediyordu. 
Dostlar, sıkıntıları ve çaresizlikleri yüzünden çığlık koparıp ağladılar. 
Küçük ve büyük, kadın ve erkek, büyük telâşa düştüler.

Bunun üzerine Çelebi:
-Hiç gam yemeyiniz.
Nasıl bizim bu âleme düşmemiz sizin işleriniz içinse, yok olmamız da yine sizin içindir.
Bütün hallerde yine sizinleyim, sizsiz değilim. 
Öteki dünyada sizinle olacağım. 
Bu dünya sarayından ayrılmak zaruridir.
Ayrılıksız bir vuslat ve ayrılıksız bir toplanma (ancak) öteki dünyadadır. 
Tam bir huzur içinde beni yolcu ediniz.
Her ne kadar görünüşte bir kaybolma olacaksa da, hakikatte, sizin hakikatinizden uzak değilim. 
Bu ise kaybolma değildir.

Ulu Arif Çelebi, Eflâkî'ye, baba ve atalarının menkıbelerini toplayıp yazması ve tamamlamasını da tenbih etti. 
Bir müddet sonra da, "Allah! Allah! Allah!" diyerek bir ah çekti ve şu beyitleri buyurdu:
Bütün deniz bana zât ve bütün zerrelerin cemâli bana aydın olunca ben aşk yolunda bütün vakitlerimin bir vakit olması için mum gibi yanıyorum.

Böylece öğle ikindi arası Asr ve Nas Sûreleri'ni okudu. 
H.719 yılının Zilhıcce ayının 24. Salı günü tam bir sevinç içinde, ebedi ve ilahi nurla göçtü (5 Kasım 1320).

Çelebi'nin tabutu büyük bir kalabalığın parmakları ucunda, taşınarak babasının yanına defnedildi.
Burayı, sağlığında medfeni olarak zâten işaret buyurmuştu. 
Öylece yapıldı.
Ve o bilgin bedenin tanesini onun içine emanet olarak bırakıp orada va'dedilen kıyametin kopmasını beklemektedir. 

  1. Menâkıbü'l Ârifîn, Ahmed Eflaki Dede; II/324, 325, 326.
  2. Konya Velileri, Hasan Özönder, Sh. 88, 89, 90, 91.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder