Sayfalar

23 Şubat 2011 Çarşamba

Gökmedrese Camii Türbesi, Amasya














Caminin kuzey doğu duvarına bitişik durumda inşa edilen ve içinde kimlerin yattığıbilinmeyen türbe, iki katlı olduğu izlenimi veren ilginç bir yapıya sahiptir. Bakan kişiye bu hissi veren mimari unsur, taştan bir kare kaide üzerine yerleştirilen küp şeklindeki kesme taş türbenin üzerinde ikinci bir kat gibi yükselen tuğla ile örülmüş kasnaktır. Onarlı köşeli yıldız kesitli külahın oturtulduğu sekizgen kasnak küçük bir türbe şekil ve ölçülerinde yapılmış, ayrıca her yüzü dıştan dikdörtgen çerçeve içine alınan sivri kemerli yüzeysel birer nişle hareketlendirilmiştir.

Pir Şücaeddin İlyas Türbesi














Yukarı Pirler Türbesi adıylada tanınan türbe, Pirler Parkı içerisindedir. Yakup Paşa Tekkesinin hemen üzerinde medfun bulunduğu yere 1482 yılında II.Bayezid tarafından inşa ettirilmiş olan türbesi, enine dikdörtgen planlı olup inşa kitabesi giriş kapısı üzerinde yer alır.“Yakin ve fena makam sahiplerinin önderi, ulu şeyhlerin kutbu, Gümüşlüoğlu diye bilinen Şeyh Şücaeddin Pir İlyas için bu türbe imar edildi. Allah onun aziz ruhundan bizi faydalandırsın. Bu bina 887 yılında yaptırıldı.”

Pir Sücaeddin İlyas, damadı Pir Celaleddin Abdurrahman, torunu Pir Hayreddin Hızır Çelebi ve bunların aile efrâdı yatmaktadır.

Halkalı Dede Türbesi

 

















Amasya’da Çeribaşı (Sarıbaş) Mahallesi sınırında Halkalı Sokakta bir teras üstünde yer alan türbenin Şadgeldi Paşanın torunlarından 1475 yılında vefat eden Burak Beyin kızı Sâru (Şahruz) Hatun’a ait olduğu kabul edilir. Sadece güney tarafı duvarla örtülü olan yapı baldaken tarzı türbelere girer. Ayaklar, konsollara oturan sivri kemerlerle birleştirilmiş, üzeri bir kubbe ile örtülmüştür. Geniş bir kare kasnağa oturan bu kubbe beton mozaik kaplıdır. Kubbeye içte tromplarla geçilmiştir. İçinde bulunan yere gömülü tek parça mermer sandukanın üzeri yazılıdır. Mezarın baş ve ayak taşlarında da yazılar vardır. Kenarları dört metreye yaklaşan kare planlı yapının orta yerinde bulunan sandukanın kuzeyinde dikdörtgen şeklinde siyaha yakın birbiriyle karşı karşıya duran iki taş üzerinde bulunan halkalar sebebiyle burası Halkalı Evliya diye meşhur olmuştur. Halk arasında Halkalı Dede Türbesi olarak da tanınan türbede sandukanın altındaki mahzende bulunan tabuttaki naaşın bozulmamış olup hafifçe sararmış olduğundan söz edilir. Halk arasında yürümeyen çocukların ayaklarının üç hafta cumartesi günleri taşlar üzerindeki halkalara geçirilmesi durumunda Allah’ın izniyle yürüdükleri inancı hakimdir.

Torumtay Türbesi

 














Gökmedrese Camii’nin hemen karşısında yer alan Torumtay türbesi, diğer Selçuklu türbelerinden farklı planı, formu ve tezyinatı ile nevi şahsına münhasır bir eserdir. Yapıda kesme taş, moloz ve tuğla ortaklaşa kullanılmıştır. Moloz iç duvar örgüsünde, tuğla ise tonozda kullanılmış ve her ikisi de sıva tabakası altında gizlenmiştir. Dışarıda duvarlar, istinad ayakları, kemerler, sütunçeler tamamen muntazam kesme taştır. Mermer sadece ön cepheyi teşkil eden güney cephesinin ortasındaki pencere nişinde ve dikdörtgen çerçeve içinde kalan satıhlarda kullanılmıştır.
Diğer Anadolu Selçuklu türbelerinde kapı ve pencere etrafında toplanan tezyinat, Torumtay türbesinde cephenin üst kısmına kaymış, buna mukabil, ön cephenin pencere nişi hemen hemen tezyinatsız olarak bırakılmıştır. Türbedeki kabartma palmetlerin vücuda getirdiği süslemeyi Sivas’taki Gökmedrese’de ve yine Sivas’taki Çifte Minareli Medrese’de buluruz.


Türbenin süslemeleri tamamlanmadan, yarıda kalmıştır. Bunu doğu ve batı pencerelerinde, güney doğu ve güney batı köşe payelerinin alt kısmında açıklıkla görürüz. Doğu ve batı pencerelerinin sadece üst kısımlarının zarar görmesinin sebebini anlamak zordur. Her iki pencerede de aynı yerlerin tahrip olması, buralarda figürlerin bulunabileceğini akla getiriyorsa da b una dair hiçbir iz yoktur. Türbenin II.Abdulhamit zamanında 1891-92 yıllarında onarım gördüğünü içteki kitabeden öğreniyoruz. Türbenin inşa ve tamir kitabeleri yanı sıra ayet frizleri de bulunmakta olup güney penceresinin yerleştirildiği nişin alınlığındaki dört satırlık kitabe inşa kitabesidir. Mazgal penceresi kemerinin üzerinde tek satır halindeki yazı Bakara suresinden bir ayettir. Nişin kemeri üzerindeki kitabe de Kur’an ı Kerim’den ayetlerdir. İstinad ayakları üstündeki tezyini panoları kuşatan yazı şeritleri yine ayetleri ihtiva eder.
Türbe içinde güney penceresi üzerinde talikle yazılmış manzum bir tamir kitabesi vardır. Torumtay’a ait sanduka, celi hatla yazılmış Fussilet suresinin 30, 31, ve 32. ayetleri ile Ayetü l Kürsi’yi ihtiva eder.














Hem güney cephesindeki kitabeden hem de sandukada blunan ifadeden baninin Torumtay bin Abdullah olduğunu öğreniyoruz. I.Alaeddin Keykubad’ın yetiştirmelerinden olan Seyfeddin Torumtay, Anadolu’da siyasi ve askeri bir çok olayda rolü bulunan büyük bir devlet adamı idi. 1282 yılında Amasya’da vefat etmiştir.
Eserin tamamlanmak üzere olduğu yıllarda Seyfeddin Torumtay Abaka’ya dörtyüz bin dirhem para, ikiyüz at, ve Moğol beylerine de pek çok hediye vermek mecburiyetinde kalmıştır ki, türbenin tezyinatının bu sebeble tamamlanamadığı ileri sürülebilir.

Memi Dede Türbesi


 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Amasya-Tokat yolunun çıkışında, aynı adla anılan şehir mezarlığının karşısında yer alan kabir, Amasya Belediyesi tarafından yapılan çevre düzenlemesi ile ziyaretlere açıktır.

Hamdullah Efendi Türbesi

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Pirler Parkının güney-batı ucundadır. 1847 yılında yaptırılmıştır. Kare planlı, tek kubbeli, kubbeye geçişler tromplu, kapı ve pencere söveleri düzgün kesme taş, duvarları ise moloz taş tekniği ile yapılmıştır.

Ehli Hatun Türbesi



















Hüseyin Hüsameddin’in “Meydan Köprüsü başında bulunan medresenin arka tarafındaki zaviyenin önündedir”, diye tarif etmiş olduğu yerde bu gün artık medrese ve zaviyeden hiçbir iz yoktur. Amasya’ya birbirinden kıymetli eserler kazandırmış olan Şadgeldi Paşa’nın torunu Ehli Hatun’un türbesi, içinde üzeri kitabelerle müzeyyen birkaç mezar taşı bulunan bahçenin bir köşesinde, bir oda içinde yer alıyor. Evliya ziyaretine daha fazla Amasyalı kadınların rağbet ettiği türbenin bahçesinde bir de Dilek Kuyusu var.

Ayşe Gazi Hatun Türbesi



















Niksar’daki türbesinde medfun bulunan Danişmendlilerin efsanevi kurucusu Melik Ahmed’in kızı Ayşe Gazi Hatun’a ait türbe, Şamlar Mahallesinde, demiryolu üzerinde, Nakşibendi şeyhi İsmail Siraceddin’in türbesine giden yolun hemen solundaki mezarlıkta yer alır. Çevre düzenlemesi yapılmış olan alanda bir ağacın gölgesinde annesi Gülnuş Banu ile ebedi istirahate çekilmiş olan Ayşe Gazi Hatun’un, Amasya’nın fethi sırasında bir erkek gibi kahramanlıklar göstermiş olduğu anlatılır.

Sultan Mesud Türbesi

Doç. Dr. Tanju CANTAY
Amasya'da, Yeşilırmak'ın karşı kıyısında, kalenin yer aldığı kayalığa oyulan İ.Ö. III.-I. yüzyılların Pontus kral mezarlarına benzeyen cephesi ile ilgi çeken Sultan Mesud Türbesi, inşa yılı bilinmeyen, kitabesi olmayan bir yapı olarak günümüze ulaşmıştır1. Yapının adı ile ilgili olarak da, kesin bir açıklama yapmak imkânı yoktur.
Genel kuruluşu ile dikdörtgen planlı, ortada bir kemerle desteklenen beşik tonozlu bir eyvan türbe olarak inşa edilen yapıyı, mimarlık ve süsleme özellikleri ile incelemek, duruma belirli bir açıklık getirmekte, eserin 1386 yılında Amasya'nın Osmanlı ülkesine katılması ile yapıldığını göstermektedir. Yapının bulunduğu yerin, Narlıbahçe mezarlığı olarak anılması, çevresinin zamanla bir mezarlık haline gelmesi ile ilgilidir.
Yapıda, kuzeye açılan cephe, üstte yer alan kalkan duvarı ile geniş bir yüzey olarak tasarlanmış, kesme taşlarla inşa edilmiştir. Yan ve arka yüzlerde, altta devşirme iri kesme taş bloklar kullanılmış, bu yüzler, düzensiz taş olarak iri dere taşları ile örülmüştür. Yapılan onarımda, kalkan duvarı yeniden inşa edilmiştir. Yapının ana özelliği olan kemer açıklığının kapatılması, eski bir onarımla ilgilidir, iki yanda yer alan dilimli köşe ayakları, altta yan yüzlerde ince dallı rumî süslemelerle kaplıdır.

Cumudar Türbesi

Burmalı Minare Camii’nin giriş cephesinin solunda duvara bitişik olarak yapılmış ve üst katına harimden de irtibatı olan türbe, Anadolu Selçuklu mezar anıtları geleneğinin bir diğer örneğidir. Amasya Tarihi yazarı Hüseyin Hüsameddin Beye göre türbe, Moğollardan Hülagu’nun torunu Cumudar’a aittir. Yanında da Amasya emiri Abuşka İşboğa Noyan yatmaktadır. Hüsameddin Bey “kayıtlara göre” dediği bu bilginin kaynağını göstermediğinden ne derece doğru olduğu bilinemez. Halbuki caminin hemen bitişiğinde olduğuna göre bu türbede caminin esas kurucusu veya kurucularının yatması gerekir.
Caminin kapısı üzerinde kemer kavsi şeklindeki şerit bani kitabesinden eserin iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu iki kardeşten Emirus Said Ferruh, IV.KılıçArslan’ın itimadını kazanmış olan Necmeddin Ferruh olmalıdır. Caminin inşa edildiği tarihlerde lala olan Ferruh isminde bir başka devlet adamı daha mevcutsa da, onun 1242’de Çankırı’da yaptırdığı Darü l Hadis derununda kendisine ait bir türbesinin bulunması, Burmalı Minare Camii’nin Necmeddin Ferruh olma ihtimalini artırır.
Hüseyin Hüsameddin Necmeddin Ferruh’un damadı Pervane Muhammed tarafından 1300 yıllarında cami evkafının tanzim olunduğunu kaydeder ki, bu husus baninin Necmeddin Ferruh olduğunu teyit eder mahiyettedir. Buna göre Caminin ön cephesine dayandırılmış ve cami ile irtibatlandırılmış türbenin de caminin banileri veya yakınlarınca yaptırldığını kabul etmek imkan dahiline girer. Esere Cumudar Türbesi denilmesinin sebebi Cumudar isimli bir emirin bu türbeye defnedilmesiyle ilgilidir.

Taşhan, Amasya

 Taşhan, Amasya
Dere Mahallesi’nde bulunan Taş Hanı, Amasya Mutasarrıfı Ruhtavan Hacı Mehmet Paşa tarafından Mimar Mehmet Kalfa’ya 1758 yılında yaptırılmıştır.

İki katlı olan Taş han’ın beden duvarları kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı hanın iç avlusu duvarlarla çevrilmiştir. Batı cephesindeki giriş kapısı hanın duvarlarından ileriye doğru çıkıntı oluşturmaktadır. Hanın kapısı üzerinde ince uzun bir dikdörtgen içerisinde 2 satırlık yapım kitabesi yer almaktadır. Kemerin kilit taşı ile kitabenin orta kısmında da bir rozet yerleştirilmiştir. Portalin her iki tarafında da tonozlu dükkanlar sıralanmıştır.

Hanın iç avlusu hafif sivri kemerlerle çevrilmiş, bunların üzerine de ikinci kat yerleştirilmiştir. Günümüzde bu han oldukça harap durumdadır.

Amasya Taşhan Resimleri

Ezine Pazarı Hanı

Amasya Tokat yolunun 35.km.sinde, Ezinepazarı yerleşim yerinde bulunmaktadır. Mahperi Sultan tarafından yaptırılan diğer hanların tarihleri ve stilistik analizlerle 1238-46 yılları arasında yapıldığı kabul edilebilir.
Orijinal kitabesi kayıp olan hanın, bazı kaynaklara göre bu tarihler arasında yapılmış olabileceği ileri sürülmektedir.
Ve bu yaklaşım genellikle doğrudur.Mahperi Hatuna isnat edilen yedi handan biridir.
Kapalı avlulu plan tipine giren yapının birbirine paralel üç sırayolu vardır ki bunlar beşik tonoz örtülü yedi dikdörtgen şeklinde sütunlarla ikisıraya bölünmüşlerdir.Hanın merkezi yolununu her bir yanında ziyarteçilerin oturacaları ve uyuyabilecekleri birbuçuk metre yüksekliğinde bir platform bulunur. Her birinin ortasında bir şömine yer alır. Ana yol hayvanlara ayrılmıştır. Duvarların biraz üst tarafında küçük pencereler bulunur.İçeriye ışık girmesine izin veren bu pencereler giriş kapısının boyunca uzanan duvarlarda yer almıştır.Yağmur sularının süzülmesini sağlamak için dam iki yana eğimlidir.Yapının önünde bir avlu olmadığı sanılıyor.Han sanki yeni baştan yapılmışçasına Osmanılı döneminde büyük onarımlar görmüştür.Mevcut durumu bu yüzden Selçukludan çok Osmanlı inşa tekniklerini yansıtır.Basit fakat sağlam bir inşa tekniğiyle birlikte hiç bir tezyini unsur göstermez.
Toplam harici alanı 650 metrekare iç alan ise 510 metre karedir.Yıllarca toprağa yarı gömülü vaziyette terkedilmiş bir durumda kalmıştır fakat şimdi çok iyi bir durumda bulunmaktadır.

Merzifon Taşhan, Amasya

 Merzifon Taşhan, Amasya
Merzifon Gazi Mahbup Mahallesi’nde Kara Mustafa Paşa Camisi’nin yanında bulunan bedestenin karşısındaki Taş Han’ın kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ile ilgili kesin bir bilgi yoktur. Ancak yapı üslubundan tipik bir Osmanlı şehir hanı görünümünde olup XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Taş Han dikdörtgen planlı olup, güney cephesinde yuvarlak kemerli büyük bir kapısı bulunmaktadır. İki katlı olan hanın alt katında sivri kemerli dükkanlar sıralanmıştır. Hanın alt ve üst katları bütün cepheyi boydan boya kat eden silmeli bir friz ile ayrılmıştır. Birinci katı oluşturan dükkanların üzerindeki duvarlar üç sıra tuğla ve bir sıra kesme taş kullanılarak yapılmıştır. Pencerelerin üzerlerinde de sivri kemerli alınlıklar yer almıştır.

Amasya Bedesteni

Amasya Bedesteni
Amasya Ekin Pazarı civarında bulunan bedesteni Sultan II.Beyazıt zamanında Kapı Ağası Hüseyin Ağa 1483 yılında yaptırmıştır. Bedestenin dört ayrı cephesinde, dört ayrı kapısı bulunmaktadır. Bedestenin dikdörtgen planı vardır. Kuzey cephesinde, ileriye doğru çıkıntı oluşturan kapısının iki yanına iki dükkan yerleştirilmiştir. Bedestenin iç mekanında ortaya dört köşe kalın bir paye oturtulmuş ve bu paye ile duvarlar birbirlerine kemerlerle bağlanmıştır. Böylece oluşturulan dört bölümün üzeri dört ayrı kubbe ile örtülmüştür.

Köprülü Mehmet Paşa Bedesteni, Gümüşhacıköy, Amasya

 Köprülü Mehmet Paşa Bedesteni, Gümüşhacıköy, Amasya
Gümüşhacıköy’ün merkezinde Köprülü Mehmet paşa’nın 1669 yılında yaptırmış olduğu külliyenin bir bölümünü oluşturmaktadır. Bedestenin giriş kapısı üzerine Ali Rıza Bey 1900 yılında bir saat kulesi ilave etmiştir.

Bedesten dikdörtgen planlı olup, dört kapı ile avlusuna girilmektedir. Bu avlunun iki yanında üzerleri beşik tonozla örtülmüş dükkanlar bulunmaktadır. Bedesten günümüze orijinal hali ile gelememiş, bir çok onarım geçirmiş ve bazı yerleri de genişletilmiştir. Yalnızca kuzey kapısı orijinal durumunu korumuştur. Sivri kemerli olan bu kapı kırmızı-beyaz renkli taşlardan yapılmıştır. Diğer kapıların geç devirde yapıldığı, yapı şekillerinden anlaşılmaktadır.

Kastamonu Kronolojisi


1262 Frenkşah Hamamının inşaı
1272 Yılanlı Darüşşifa’sının inşaı
1273 Atabey Camii’nin inşaı
Abdülfettah-ı Veli'nin vefatı
1289 Müfessir Alaeddin Türbesi’nin inşaı
1353 İbn Neccar Camii’nin inşaı
1361 Adil Bey Türbesi’nin inşaı
1366 Mahmut Bey Camii'nin inşaı
1417 Honsalar Camii’nin İnşaı
1436 Hatun Sultan Türbesi’nin inşaı
1443 İbrahim Bey Camii’nin inşaı
1446 Hamza Ağa Camii’nin inşaı
1447 Cemaleddin Efendi'nin vefatı
1451 Kargaş Sultan'ın vefatı
1454 İsmail Bey Camii’nin inşaı
1460 İsmail Bey Türbesinin inşaı
Kale (Saray) Hamamı inşaı
Deve Hanı ve Kervansaray’ın inşaı
1471 Cem Sultan Hanı inşaı
1475 Bedestenin inşaı
İsmail Bey Medresesinin inşaı
1499 Şeyh Şaban ı Veli’nin doğum tarihi
1506 Nasrullah Kadı Camii’nin inşaı ve Kambur Köprü
Arabapazarı Hamamı (erkekler bl.) inşaı
1514 Çifte Hamam ve Dede Hamamları’nın inşaı
1518 Şeyh Şaban ı Veli’nin Hayreddin Tokadi’ye intisabı
1520 Benli Sultan Camii’nin inşaı
1530 Şeyh Şaban ı Veli’nin Kastamonu’ya dönüşü
1533 Ali Asgar Efendi'nin vefatı
1547 Yakup Ağa Külliyesinin inşaı
1559 Ferhat Paşa Camii’nin inşaı
1569 Şeyh Şaban ı Veli’nin vefatı
1571 Acem Hanının inşaı
1588 Karanlık Camii’nin inşaı
1591 Hacı Dede Camii’nin inşaı
1603 Celali Yularkastı Kastamonu’yu ateşe verir
1606 Hasan Efendi’nin vefatı (Sacayaklı Sultan)
1611 Seyyid Sünneti Efendi’nin türbesi inşaı
Şaban ı Veli Kütüphanesi inşaı
1641 Hasan Çelebi Camii’nin inşaı
1662 Şeyh Mehmet Efendi Türbesi inşaı
1730 Yanık Hanın inşaı
1746 Münire Medresesinin ve kütüphanesinin inşaı
1747 Reisü’l Küttab Hanının inşaı
1748 Aşir Efendi Hanı inşaı
1783 Hacı Ali Efendi'nin vefatı
1801 Numaniye Kütüphanesi inşaı
1842 Ainsworth şehri ziyaret eder
1843 Mehmed Hulusi Efendi’nin vefatı (Nakşi şeyhi)
1846 Kastamonu vilayet merkezi olur
1862 Texier şehri ziyaret eder
1869 Nevruz Sultan Türbesinin inşaı
1874 Şeyh Ahmed Siyahi Efendi’nin vefatı
1881 Etnografya Müzesi bina inşaı
1884 Reclus şehri ziyaret eder
1885 Baha Efendi Camii’nin inşaı
Saat Kulesi inşaı
1888 Şeyh Ahmed Hicabi Efendi’nin vefatı
1917 Arkeoloji Müzesi bina inşaı
1982 Atatürk Anıtı inşaı
1983 Şehitler Anıtı inşaı
1990 Atatürk ve Şerife Bacı Anıtı inşaı

Mehmet Akif Ersoy'un Nasrullah Camii Vaazı

“Ey mü’minler, size ellerinden gelen fenalığı yapmaktan çekinmeyen, bu hususta hiçbir fırsatı kaçırmayan, dininize yabancı kimseleri kendinize mahrem-i esrar, dost, arkadaş ittihaz etmeyiniz. Bunların sureti haktan görünerek size güler yüz göstermelerine, hayrınızı ister gibi tavırlar takınmalarına asla kapılmayınız. Onların gece gündüz isteyip durdukları sizin felaketinizden, izmihlâlinizden, esaretinizden başka bir şey değildir. Baksanıza, size karşı kalplerinde besledikleri düşmanlık o kadar dehşetli ki, bir türlü zaptedemiyorlar da ağızlarından kaçırıyorlar. Halbuki yüreklerinde kök salmış olan husumet, ağızlarından taşan ile kabili kıyas değildir, ondan çok fazladır, çok şiddetlidir. İşte bütün hakikatleri, âyet-i celîlemizle sizlere açıktan açığa tebliğ ediyoruz, bildiriyoruz. Eğer aklı başında insanlarsanız, eğer darenyde (dünya ve âhirette) zelil olmak, hüsranda kalmak istemezseniz bizim âyatı celîlemizin gereğince hareket ederek felah bulursunuz.” (Âli İmran/118)
Ey müslümanlar, sizin için bu âyet-i celîleye ittibadan başka selamet yolu yoktur. Takib edilecek hattı hareket, düstûru siyaset tamamıyla bu âyet-i celîlede mündemicdir.

Mustafa Kemal'in Kastamonu Nutku

(30 Ağustos 1925)
Efendiler!
Meşhudatımın en kıymetli kısmı bu güzel mıntıkanın samimi halkının çok münevver ve çok geniş ve yüksek bir zihniyet sahibi olmalarıdır.İtiraf etmeliyim ki bu seyahatimden evvelki malümatım , meşhudatımın hasıl ettiği kanaatlerden çok başka idi.Muhterem mebuslarınız Ali Rıza Bey , Mehmet Fuat Bey gibi zevat bulunmasaydılar , sizi mümkün olduğu kadar olduğunuzun aksine tanımak için çalışanlar ezhanı teşvişte kim bilir ne kadar ileri gitmeğe muvaffak olacaklardı.Asarı fi’liyesini memnuniyetle görmekte olduğum ali telakkiyatınız bittabi bir anda , bir günde tekevvün edemezdi.Böyle bir iddia serdetmek aynı cehalet olur.Şüphe yok , bu havalinin muhterem halkı esasen medeni tekamülün silsilei tabiyesi üzerinde ilerlemekte idi.Ve ilerlemektedir.Bu gün ben o tekamülün tabii tecelliyatının mesud bir şahidi bulunuyorum.Bu hakikatın aksini ifade ve izah ederek teceddüt hatvelerimizi felce uğratmaya yeltenen sebükmağza , hükümlerini verirken kendi yarım yamalak ilimlerine , çürük mantıklarına , nakafi akıllarına istinat etmiş olduklarına sanip oluyorum.Bu zavallı hodbinler böyle yapacaklarına halkın hissi selimine müracaat etselerdi , ondan feyiz ilham alsalardı , kendilerine bu gün şayanı hande hacil bir vaziyette bırakan bu kadar müstekreh hatalara düşmezlerdi.Fakat hissi selimin ; akıl , mantık ve marifetin fevkinden haizi ehemmiyet olduğunu takdir etmek yalancı alimlerin işine gelmez.
Arkadaşlar ,

22 Şubat 2011 Salı

Galata Kulesi, İstanbul

Galata Kulesi, İstanbul
Galata Kulesi’nin ne zaman yapıldığı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Kule’nin İsa’dan sonra 507 yılında imparator Iustinianos zamanında inşa edildiği idda edilmektedir. Aynı zamanda Cenevizliler tarafından İsa Kulesi, Bizanslılar tarafından Büyük Kule olarak anılan yapıya, günümüzdekine yakın şeklini, 1348 yılında Cenevizliler vermiştir. 1509 depreminde büyük zarar gören Kule, devrin ünlü Osmanlı mimarı Hayrettin tarafından onarılmıştır. Ayrıca; Kule, Kanuni Dönemi’nde Kasımpaşa Tersanesi’nde çalıştırılan mahkûm işçiler için hapishane olarak da kullanılmıştır.16 yy.ın sonlarında ise; müneccimbaşısı Takıyeddin Efendi, Kule’nin tepesine bir rasathane kurmuştur. Bir dönem bu şekilde kullanılan Galata Kulesi, 3. Murat tarafından kapatılır ve Kule tekrardan hapishaneye dönüştürülür.

Beyazıt Kulesi

                                   Beyazıt Kulesi
Beyazıt Kulesi’nin bugünkü yerinde Bizans zamanında da Tetratsiyon adında, uzaktan yangınları gözetlemek için bina edilmiş bir kule vardı. Osmanlı Dönemi’nde ise; Kule aynı yerine Paris’te Ecole des Beaux-Arts’da öğrenim gören ilk Osmanlı mimarı olan, mimar Kirkor Balyan tarafından ahşap olarak 1749 yılında inşa edilir. Kule yangınları gözetlemek amacıyla yaptırılan ilk kule olma özelliğini de taşımaktadır. Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmış olan Kule’ye, Harik Köşkü veya Kulesi de denirdi. Harik kelimesi yangın anlamına gelmektedir. Kule’de görev alanlara köşklü, köşlü veya dideban da denirdi. O zamanki ahşap kule Yeniçeriler tarafından bir ayaklanma sonucu ateşe verilmiştir. Yanan Kule’nin yerine 1828 yılında 2. Mahmut tarafından Mimar Kirkor’un kardeşi Senekerim Balyana, Kule kâgir olarak tekrardan inşa ettirildi. Beyazıt Kulesi yaptırılmadan önce yangınları gözetlemek amacıyla Süleymaniye Cami’sinin minareleri kullanılmıştır. Beyazıt Kulesi’nin yüksekliği 85 metredir. Kule’ye 256 ahşap basamakla çıkılmaktadır.

Kız Kulesi

















Üsküdar’da, Salacak’ın 150-200 metre açıklarında bulunmaktadır.  Kız Kulesi’nin ne zaman yapıldığı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, bazı kaynaklarda Kule’nin mimari yapılanma süreci M.Ö. 341’e kadar indiği görülmektedir.
 
Kız Kulesi’nin eski zamanlardaki isimleri, Damalis ve Leandros’dur. Damalis ismi, zamanın Atina kralı Kharis’in karısının adıdır. Damalis ölünce bu sahillere gömülmüş ve kuleye de bu isim verilmiştir. Ayrıca, Kule Bizans zamanı’nda “küçük kale” anlamına gelen Arcla olarak da anılmıştır.
 
İstanbul’un fethinden sonra adadaki mevcut kule yıktırılıp yerine ahşap bir kule inşa edilir. 1719’da bu ahşap kule çıkan yangınla kül olur. 1725 yılında şehrin Başmimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kâgir olarak yeniden inşa edilir. Kule üst kısmı değiştirilerek üst tarafa camlı bir köşk ve onun üzerine de kurşunla kaplı bir kubbe eklenir. Ünlü hattat Rakim Efendi kule kapısının üzerindeki mermere Sultan II. Mahmut'un tuğrasını taşıyan bir kitabe yerleştirir. 1857'de Kule’ye tekrar fener ilave edilir ve 1920 yılında fenerin lambası otomatik ışık sistemine kavuşur.
 
Kız kulesi tarihin akışı içinde; ticari gemilerden vergi toplama, savunma, fener, 1830’daki kolera salgınında karantina hastanesi ve radyo istasyonu olarak birçok farklı amaç için kullanılmıştır. Cumhuriyet’ten sonra bir süre deniz feneri olarak da kullanılan kule;1964 Savunma Bakanlığı’na, 1982 Denizcilik İşletmeleri’ne devredilir. Günümüzde özel bir şirket tarafından restore edildikten sonra, restoran olarak kamuya açılmıştır.


KIZ KULESİ EFSANELERİ

Galata Köprüsü, Beyoğlu, İstanbul

Eski adıyla Cisr-i Cedit (Yeni Köprü) köprüsü, 1845 yılında I. Abdülmecit’in annesi Valide Sultan tarafından ahşap olarak inşa ettirildi. Kısa sürede eskiyen köprüyü, Kaptan-ı Derya Hasan Ahmet Paşa 1863 yılında yenileyerek, tekrardan hizmete sundu. 19 yy.ın sonlarına doğru Köprü’de artan yaya trafiği nedeniyle, çıkan asayiş olaylarını denetim altına almak için Köprü’nün Galata ucunda, eklektik üsluplu ve süslemeli Aziziye Karakolu inşa edildi. Köprü 37 yıl bu şekilde hizmet verdikten sonra, yerine suyun hareketiyle sallanan ağır bir köprü inşa ettirildi ve 1912 senesinde Sultan 5. Mehmet Reşat’ın tahta çıkışının üçüncü yıldönümünde açıldı. Ocak 1914 senesine gelindiğinde ise; Elektrikli tramvayların bu köprü üzerinden Eminönü-Karaköy bağlantısı sağlandı. 1987 senesinde Köprü’nün Haliç’e bakan tarafında yeni bir köprünün yapımına başlandı. Ve bu köprünün yapımı tamamlanmadan önce, 1992 yılı mayıs ayında Tarihi Galata Köprüsü nedeni bilinmeyen bir yangın sonucu yanarak büyük hasar gördü. Yangından sonra diğer köprünün yapımı hızlandırılarak, 1992 Haziranında Tarihi Köprü’nün yerinde hizmete açıldı. On bir parçadan meydana gelen Tarihi Köprü’nün Karaköy tarafındaki parçaları yerinde bırakıldı ve yanmayan kısımları da taşınarak Atatürk Köprüsü’nün Unkapanı ayağında karaya bağlandı.

Unkapanı (Atatürk) Köprüsü, Fatih, İstanbul

1836 yılında Yahudi Köprüsü adında ahşap bir köprü, bugünkü Unkapanı Atatürk Köprüsü’nün yerine inşa edildi. II. Mahmut tarafından yaptırılan köprünün; yaptırılma amacı, halkı sandal ve kayık parasından kurtarmaktır. Köprü, bu sebeple Hayrat Köprüsü de olarak da bilinirdi. Köprü’nün adı 1935 senesinde Atatürk Köprüsü olarak değiştirilir.


Çinili Hamam


Fatih’te İtfaiye Caddesi üzeride bulunan Çinili Hamam, Barbaros Hayrettin Paşa Medresesine ve türbesine akar olarak yaptırılmıştır. Mimarı, Koca Sinan olan Hamam;16 yy.ın ikinci çereğinde bina edilmiş güzide hamamlarımızdandır. Hamam; Kaptanpaşa Hamamı, Zeyrek Çinili Hamamı ve Hayrettin Paşa Hamamı adlarıylada anılmış ve bugünkü ismini günümüze ulaşmamış olan iznik çini kaplamalarından almıştır. 1782 ve 1833 yıllarında iki büyük yangından sonra tamir edilen yapı, şahıs işletmesine devredilmiştir.

Gelenekselleşen Osmanlı mimarisiyle çelişmeyen çifte hamamın camekanı, büyük bir kubbeyle örtülmüş ve ortasına İran Şahı’nın hediyesi olduğu sanılan fıskiyeli bir havuz yerleştirilmiştir. Hamamın soyunma odaları camekanın üst katında yer alır ve camekan bölümden ılıklığa geçilir. Ilıklık tonosla örtülmüş ve sonradan mekana dört göz keselik eklenmiştir. Ilıklıktan bir geçitle harareye geçilir ve bu geçitten geçerken beşik kubbeli bir tuvalet göze çarpar. Hararede dört halvet, üç sofa ve bir göbek taşı vardır ve halvet kapılarında farsça yazılmış ikişer mısra yer alır.

Beyazıt Hamamı


Beyazıt’ta Ordu Caddesi üzerinde bulunan, Beyazıt Hamamı; Yavuz Sultan Selim’in annesi Hürrem Sultan tarafından, Edirne’de inşa edilen mescide gelir sağlamak için 15 yy.da yaptırılmıştır. Patrona Halil Hamamı olarak da bilinen mekan; bu adı, bir dönem hamamda tellaklık yapan bir isyancıdan almıştır.Yapı çifte hamam olup; kadınlar kısmının kapısı Kimyager Derviş Paşa Sokağına, erkekler kısmının kapısı da Ordu Caddesi’ne açılır.

Erkekler kısmına üzeri kubbeyle örtülü camekandan girilir. Buradan ılıklığa geçerken üzerleri küçük kubbelerle örtülmüş dört tuvalet ve bir temizlik odası göze çarpar. Ilıklığın sağ ve sol tarafında kubbeli ve içinde tahminen üçer kurna bulunan sofalar vardır. Hamam hararesinin dört köşesinde kubbeli halvetlerin yanı sıra, hararenin ortasında günümüze ulaşamamış bir de göbek taşı bulunmaktadır.

Hamam’ın Kadınlar kısmı da erkekler kısmıyla benzer yapıda olup; hamamın su ihtiyacını karşılayan kuyu, kadınlar kısmı tarafında ve İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphamesi’nin arkasında bulunur.

1930’lu yıllarda kapatılan hamam; bir süre depo olarak kullanılmış, Bu esnada büyük hasar görmüş ve uzun yıllar bu şekilde kalmıştır. Günümüzde İstanbul Üniversitesi’ne ait olan mekan, tarihi dokuya uygun ve estetik kaygılarla restore edilmeye çalışılmaktadır.

Çardak Hamamı


Çardaklı Hamamı 1503 yılında Kapı Ağası Hüseyin Bey tarafından inşa ettirilmiş, 1575 yılında Mimar Ömer Bin Veli ve 1600 yılında da; Mehmet Bin Üveys tarafından restore edilmiştir. Hamam, 1918 yılında şahıs işletmesine devredildikten sonra, 1940’lı yıllarda depoya ve daha sonraki senelerde ise atölyeye çevrilmiştir.

Küçük Ayasofya Hamamı olarakta bilinen tarihi mekanın giriş kapısı taşlarla örülmüş ve giriş, eski kapıya göre yan cepheden verilmiştir. Bu kapıdan hamamın kubbeli camekanına, Camekandan ılıklığa, ılıklıktan harareye geçilir. Hararenin ortasındaki büyükçe kubbe, sağında ve solunda halvetler, göbek taşı ve üç sofa; klasik Osmanlı hamam geleneğiyle uyumludur. Yapıya ismini veren çardaksa, sol tarafta kalan halvetin üst katında bulunmaktadır

Eski Hamam



Hamam, Ruh Mehmet Paşa Camisi’ne gelir sağlamak için 15 yy.ın sonlarına doğru Üsküdar’da yaptırılmıştır. Erkekler kısmı Doğancılar Caddesi üzerinde, kadınlar kısmı ise Hüsrev Ağa Camisi’nin karşısındadır. Tarihi Şifa Hamamı olarak da bilinen eser, günümüze kadar orijinal halini büyük ölçüde muhafaza etmiş ender yapılardandır.

Tarihi binanın erkekler kısmına, mermer döşemeli bir holden girilir. Buradan ahşap camekâna çıkılır ve camekânın sağ tarafındaki soyunma odalarına ilaveten üst katta da soyunma odaları mevcuttur. Halvet girişinde iki mermer su teknesi ve karşıda ise; üçü açık ve yarım kubbeli, dördü tam kubbeli ve kapalı olmak üzere, 7 tane duşluk bulunur. Ayrıca, yapının ortasında büyükçe bir kubbe ve kubbenin altında mütevazı bir göbek taşı göze çarpar.

12 Eylül 1860 tarihli bir gazete ilanında, hamamın şahıs işletmesine devredildiğini ve bir başka kaynaktan da binanın tadilattan geçirildiğini öğreniyoruz.
Osmanlı mimari üslubuyla çelişmeyen bu adı gibi eski hamam, büyük çoğunluğu yerli olan misafirleriyle günümüzde de buluşmaya devam ediyor.

Galatasaray Hamamı


Galatasaray Hamamı, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Galatasaray mevkiinde bulunur. Galatasaray Külliyesi ile beraber II. Beyazıt tarafından 1481 yılında yaptırılmıştır. Hamam, Kuloğlu Mahallesi’nde Turnacıbaşı Sokağı ile Çapanoğlu Sokağı’nın kavşağında yer alır.

Günümüzdeki Galatasaray Çarşı Hamamı’nın III. Ahmet devrinde, Galatasaray İçoğlanları Kışlasının tamiri sırasında yapıldığı söylenmekteysede; bu söylentinin asılsız olduğunu iddia eden bazı araştırmacılar, hamamın Külliyeye ait bir yapı olduğunu öne sürmekteler.

Galatasaray Hamamı, 1965 yılında restore edildiği zaman; camekân kısmı beton olarak yapılmış, orta yere mermerden bir fıskiye yerleştirilmiş, hamam duvarlarından bir bölümü çini ile kaplanmış ve hamama küçük bir kadınlar bölümü eklenmiştir.

Hamamdaki Camekân’dan soğukluğa girilir. Burada, yedi kurnadan müteşekkil keselikler vardır. Soğukluktan, harareye geçilir ve hararenin tepesi büyük bir kubbe ile örtülüdür. Hararede; bir göbek taşı, kapının iki yakasında da üstü kubbeyle örtülü iki halvet ve ayrı boylarda, on beşten fazla kurnası olan, altı sofa mevcuttur.
Onarım ve restorasyonlarla bu güne gelmiş eser, yerli ve yabancı müşterilerine günümüzde de hizmet etmeye aralıksız devam etmektedir.

Çemberlitaş Hamamı


Çemberlitaş Hamamı; Çemberlitaş yanında, Kapalıçarşı yakınında bulunmaktadır. III. Murat’ın annesi Nur Banu Sultan tarafından, Üsküdar’daki Valide-i Atik Külliyesine kaynak sağlamak için 1584 yılında, Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Kadınlar ve erkekler kısımdan oluşan bu çifte hamam; Valide Sultan Hamamı, Gül Hamamı, isimleriyle de anılmış, Evliya Çelebi’yse III. Murat Hamamı olarak bahsetmiştir yapıdan.

Hamamın camekânı (soyunma odası) kubbeyle örtülmüş ve camekânın etrafına üç katlı soyunma odaları inşa edilmiştir. Camekândan üstü üç kubbeyle örtülü ılıklığa geçilir. Ilıklıktan hamam mimarisinin ana yapısı olan harareye… Hararenin dört köşesinde; üzeri kubbeyle örtülü dört halvet (Hamamlarda çok sıcak küçük yer), toplam altı sofa ve büyük kubbeyi taşıyan on iki sütun vardır. Halvetlerin önünde ise Köprülü Mehmet tarafından yerleştirildiği söylenen göbek taşları yer alır. Göbek taşlarında bugün bazı yerleri silinmiş olan Osmanlı yazıtları bulunur ki bunlar, tarihin fantastik dehlizlerinden günümüze kalan enfes dokulardır.

Tarihi yapının kadınlar kısmındaki camekân, yol çalışmaları esnasında kesilmiş ve bir dönem börekçi olarak faaliyet göstermiştir. Ayrıca, kadınlar kısmının yıkanma yerleri de kâğıt deposu olarak bir dönem kullanıldıktan sonra; Hamam, 1988 yılında restore edilmiş ve ziyaertçilere açılmıştır.

Günümüzde turistik hamam sefalarıyla yapancı konuklarını ağırlamaya devam eden hamam, Osmanlı hamam mimarisinin şaheserlerinden olmaya layık bir yapıdır.

Cağaloğlu Hamamı











Hamam,Yerebatan Sarnıcı yakınında bulunmaktadır. 1741 yılında, dönemin padişahı I. Mahmut’un Ayasofya Külliyesindeki kütüphanesine ve Aya Sofya Camiine gelir sağlamak için yaptırılmıştır. Hamamın planını Hassa Mimarı Süleyman Ağa çizmiş ve hamam, Abdullah Ağa tarafından bina edilmiştir.

Cağaloğlu Hamamı’ndan önce aynı yerde Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın bir sarayı vardı. Bu yapı 1740 senesinde yandı ve arsasında Cağaloğlu Hamamı’nın yapımına başlandı. Kadınlar ve erkekler için ayrı bölümleri olan çifte hamamın, kadınlar çıkışı hamam sokağına, erkekler çıkışı caddeye bakar.
Eserin mimari yapısında Barok üslubu ve klasik Osmanlı mimarisinde olmayan yenilikler göze çarpmakta ve Osmanlı Dönemi’nde inşa ettirilen son büyük hamam olma özelliğini de taşımaktadır.

Cağaloğlu Hamamı’nın camekânını geniş bir kubbe örter. Camekanın çevresinde konsollar üzerine bina edilmiş soyunma odaları bulunur.  Hamamın orta yerinde; tek parçalık mermerden, geniş bir havuz vardır ve havuzun orta yerinde üç katlı enfes bir fıskiye yer almaktadır. Hamamın ılıklığındaki dört mermer ayak üzerine oturtulmuş geniş kubbe ve yedi beşik kubbe, (seven cradle-shaped domes) yapının çatısını oluşturmakta ve buradan hamamın hararesine geçilmektedir. Harare; işlemeli sekiz mermer sütun üzerine oturtulmuş geniş ve heybetiyle göz kamaştıran bir kubbeyle örtülüdür.

Üç yüz yıldır ayakta duran Cağaloğlu Hamamı, günümüzde halen faaliyet göstermekte olup, çoğunluğu yurt dışından olmak üzere çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçiye hizmet vermektedir. 

Rıfat Ilgaz

 

 



















Rıfat llgaz, 1940'ların toplumcu-gerçekçi şairleri arasında başta gelenlerindendir. 1911 yılında Cide'de doğdu. Şiir yazmaya ortaokul öğrencilik yıllarında başladı. İlk şiiri 27.07.1927'de, günlük Nazikter gazetesinde yayınlandı. Ayrıca; Açıkgöz (Kastamonu), Güzel İnebolu ve Güzel Tosya gazetelerinde şiirleri ve yazıları yayınlanmaya başladı. Lise yıllarında babasının ölümü nedeniyle ayrıldı. Yatılı olarak Kastamonu Muallim Mektebi'nde öğrenim gördü. 1930 yılında mezun oldu. Altı yıl süreyle Gerede, Akçakoca, Hendek ile Düzce arasında Gümüşova'da ilkokul öğretmenliği yaptı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü 1938'de bitirdi ve Adapazarı Ortaokulu Türkçe Öğretmenliğine atandı. 1939'da İstanbul Karagümrük Ortaokulunda Türkçe Öğretmenliğine başlayan llgaz'ın, yazı ve şiirleri büyük dergilerde yayınlanmaya başladı. 1940'da Gığır, Oluş, Ulus, Güneş, Yücel, Varlık, Hamle ve Yeni İnsanlık dergilerinde şiirleri çıktı ve aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne girdi. Haşan Tanrıkut, Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel'le tanıştı. Ömer Faruk Toprak ile 9 Eylül 1942'de Yürüyüş dergisini çıkardılar. Bu dergide Orhan Kemal, Sait Faik, Cahit Irgat, A. Kadir, Nazım Hikmet (İbrahim Sabri) ile birlikte çalıştılar. 1943'de ilk kitabı "Yarenlik"i yayınladı. Şiirleri olağanüstü bir ilgi gördü. Ocak 1944'de "Sınıf" adlı şiir kitabı çıktı. Sıkıyönetim kararı ile toplatıldı. Pertev Naili Boratav "Sınıf" için:"Yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat llgaz'ın kitabını oku-yup anlamlarını dilemekten başka yapılacak birşey yoktur" diye yazdı.1945'de Gün dergisi çıktı. llgaz bu dergide sekreterdi. Bu dergide yazıları yayınlandı. Aziz Nesin'in Cumartesi dergisine ortak oldu. Seçici kurulda çalıştı. 1946'da Esat Adil, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin ile birlikte Gerçek gazetesini çıkardılar. 1946 Ekim ayında Yığın dergisini Esat Adil ve Adil Yağcı ile birlikte çıkardılar.Öğretmenliğe yeniden döndükten sonra Boğazlayan-Yozgat'a tayini çıktı. Hastalığı nedeniyle Validebağ Sanaturyumunda yattı. Şubat 1947'de Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Mim Uykusuz'un çıkardığı Markopaşa kadrosuna girdi. Sık sık kapatılan bu derginin daha sonraları sorumlu müdürlüğünü üstlendi. Malum Paşa, Merhum Paşa, Hür Markopaşa gibi dergilerin de sık sık adı değişiyordu.1950'li yıllarda llgaz gazetecilik yapmaya başladı. Sakıncalı olduğundan, gazeteler ve dergiler imzalarına pek yer vermediler. 1952-1960'daTan gazetesinde dizgici-düzeltmen ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Turhan Selçuk ve İlhan Selçuk'un çıkardığı Dolmuş dergisinde "Stepne" takma adıyla yazılar yazdı. Hababam Sınıfı, Pijamalılar (Bizim Koğuş), Don Kişot İstanbul'da bu dergide dizi olarak yayınlandı. Hababam Sınıfı'nı da, isminin sakıncalı olması nedeniyle "Stepne" (Yedek Lastik) takma adıyla yazdı. Ocak 1953'de Devam adlı şiir kitabını çıkardı ve bu kitap da toplatıldı.
1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra kendi adıyla yazı ye şiir yayınlayabilme olanağına kavuşan Rıfat llgaz Demokrat İzmir, Akbaba, Vatan, Yeni Gün, Yeni Ulus gibi yayın organların-da ve kimi edebiyat dergilerinde yazı yazabildi. Sınıf yayınlarını kurdu ve kendi kitaplarını yayınlayabildi. 1970'de Basım Şeref Kartını aldı.1974'de emekli oldu. Doğum yeri olan Cide'ye yerleşti. 12 Eylül 1980 döneminde gözaltına alındı. 70 yaşında gerekçesiz sorguya çekildi ve gözaltında kaldı. Tutukluluğu sona erince İstanbul'da, oğlu Aydın llgaz ile birlikte ölümüne kadar yaşamaya başladı. Bu olaylar "Kırkyıl Önce Kırk Yıl Sonra" adlı kitabında anlatılır.Onu hepimiz Hababam Sınıfı'nın yazarı olarak bildik. Altmış yayınlanmış kitabı olmasına karşın onun şairliğini, romancılığını ve öykü yazarlığını unutmamamız gerekir. Kitaplarında; çağdaş, ileri görüşlü, ulusumuzdan yana birlikteliği önerir.Yıllarca kendisini bizden uzaklaştırmaya çalışan yönetimlerden sonra, demokrasi yolunda ülkemizdeki gelişmeler Rıfat IIgaz adını yeniden yücelttiyse de, Sivas olaylarının acısına dayanamayan duyarlılığı 7 Temmuz 1993 günü aramızdan ayrılmasına neden oldu.

Sebahattin Engin

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
1920 Kastamonu doğumlu olan Sebahattin Engin, 1953 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü'nden mezun olmuş, çeşitli memuriyetlerde bulunmuştu. Engin'in bugüne kadar İstanbul Şehir Tiyatroları, Devlet Tiyatroları ve özel tiyatrolarda sahnelenen oyunları arasında Malazgirt, Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Hacı Bektaş-ı Veli, Malazgirt, Suçlu, İpsizler, Bunalım ve Tedirginler en çok bilinenleri.23'ü basılı 38 tiyatro eseri bulunan 87 yaşındaki yazar Sebahattin Engin, Temmuz 2007’de vefat etti.

Mehmet Emin Değer

(1927- )
Yazar, hukukçu. Ortaöğrenimini Kastamonu Lisesi’nde, yükseköğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesi’nde tamamladı. Milli savunma Bakanlığı bursuyla öğrenim gördü, orduya katıldı. Askeri yargıç olarak Konya, Erzurum ve Ankara’da bulundu. 1971’den sonra görevinden ayrılarak avukatlık yaptı. Cumhuriyet gazetesindeki yazılarıyla tanındı. CIA, Kontrgerilla ve Türkiye (1977), Bir Bilim Adamının savunması (1978) adlı yapıtları yanında Başak adlı bir de şiir kitabı yayımlandı (1945).

Kemal Biselman

(1931-1999)
Gazeteci, yazar. Taşköprü’de doğdu. Ortaöğrenimini İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamladı (1951). Ankara Hukuk fakültesi’nde bir süre okuduktan sonra Son Telgraf, Gece Postası’nda muhabir olarak çalıştı. Hürriyet, Milliyet, Son Havadis, Tanin, Şehir gazetelerinde yazı işleri müdürlüğü, sekreterlik, muhabirlik yaptı. Yeni gazete (1965-1968) ve Milliyet gazetelerinde yazdığı fıkralarla tanındı. Daha sonra yayımlamaya başladığı Ortam (1971), Yeni Ortam (1972-1974) dergi ve gazetelerinde yazılarını sürdürdü.

Hadi Çaman

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
D. 1943, Kastamonu, Sinema ve tiyatro sanatçısı, yönetmen.İlk ve orta öğrenimini Abdurrahman Paşa Lisesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde eğitim aldı. Amatörce ilgilendiği tiyatro sanatında 1962 yılında Dormen Tiyatrosu ve ardından Kent Oyuncuları'nın açtığı bir sınavı kazanarak Altın Yumruk adlı oyunda profesyonelliğe adım attı. Daha sonra Gülriz Sururi - Engin Cezzar Tiyatrosu, Nisa Serezli - Tolga Aşkıner Tiyatrosu, Miyatro (Müjdat Gezen), Şan Tiyatrosu gibi tiyatrolarda da onlarca oyunda oynadı. 1982 yılında Yeditepe Oyuncuları'nı kurdu. O zamandan beri aralıksız olarak Nişantaşı'ndaki kendi tiyatrosunda sanat yaşamını sürdürmektedir. Tiyatro dışında da çeşitli çalışmaları vardır: Çeviriler, uyarlamalar yaptı, oyunlar yazdı, yönetti. Döneminin tiyatro yaşamını konu alan bir kitap yazdı (Can Yayınları). Birçok dalda ödüller aldı. Evli ve bir çocuk sahibidir. 15 Aralık 2007 günü, ALS hastalığı saptamasıyla yoğun bakıma alınmıştır.

Oğuz Atay

12 Ekim 1934 - 13 Aralık 1977. İnebolu'da doğdu. 5 yaşındayken ailesinin Ankara'ya yerleşmesiyle ilköğrenimine orada başladı. Ortaöğrenimini Maarif Kolejinde tamamladı. 1957 yılında İTÜ İnşaat Fakültesini bitirdi.Daha sonra İDMMA'da (İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi) öğretim üyeliği yaptı. Bu dönemde topografya ve yol inşaatı dersleri verdi. 1975'te doçent oldu. Aynı dönemde mesleğine ilişkin »Topografya« adlı bir kitap yayımladı.
Üniversite yıllarında edebiyat alanında yazmaya başlayan Atay'ın çeşitli gazete ve dergilerde söyleşi ve makaleleri yayımlandı. 1970 yılında TRT'nin açtığı bir yarışmada başarı ödülü alan Atay'ın, »Tutunamayanlar« adlı romanı 2 cilt olarak yayımlandı. Sonraki yıllarda ise bu romanın devamı niteliğindeki »Tehlikeli Oyunlar« adlı romanı yayımlandı. Bu iki romanın Türkçe edebiyatın önemli eserlerine dönüşmesini ise Oğuz Atay göremedi.
Beyninde çıkan bir ur nedeniyle öldü.
»Tutunamayanlar« (1971), »Tehlikeli Oyunlar« (1973), »Bir Bilim Adamının Romanı« (1975), »Eylembilim« (1998) adlı romanları, öykülerini topladığı »Korkuyu Beklerken« (1975), »Oyunlarla Yaşayanlar« (1979) adlı oyun kitabı ile anıları ve bazı düşüncelerinin yeraldığı »Günlük« (1988) adlı kitapları yayımlandı.

Halil Erdoğan Cengiz

 









1934'te Araç/Kastamonu'da doğdu. İlkokulu Tosya'da, ortaokul ve liseyi Kastamonu'da bitirdi. 1952'de Ankara'da memuriyete başladı, bu arada Dil ve Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Devlet Konservatuarı Müzikoloji Bölümü'nde Eski Türk Edebiyatı, Osmanlıca, Osmanlı Paleografyası ve Türk Edebiyatı dersleri verdi. Eserleri: Açıklamalı Notlu divan şiiri antolojisi (1982), Divan Şiiri Antolojisi (1983), Ermeni Komitelerinin A'mal ve Hareket-ı İhtilaliyesi (1983). Halen Ruhi Tarihi üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir

Hakkı Kamil Beşe

1899 Yılında Araç'ta doğdu. İstanbul'da Mülkiye Mektebi'ni bitirdi. Maliye, Ticaret Bakanlıkları ve Başbakanlıkta görev aldı. Müfettişlik, Teftiş Kurulu Başkanlığı, Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Üyeliği, Yüksek Soruşturma 1 nolu Kurul Başkanlığı görevlerinde bulundu. Kurucu Mecliste Milli Birlik Komitesi Temsilcisi olarak 06 Ocak - 25 Ekim 1961 tarihleri arasında görev yaptı.

Evli ve iki çocuk babasıdır. Fransızca bilmekteydi. 17 Ocak 1982 tarihinde vefat etti. Güçlü bir öykü ve oyun yazarıdır. Hikaye roman ve oyun kitapları şunlardır.

* Tek Çarık Yüzbaşı (Ankara 1946)
* Kırıkkanat (İstanbul 1976)
* Fırıldak (İstanbul 1969)

21 Şubat 2011 Pazartesi

Fuadi

1560 yılında Kastamonu’da doğmuştur. Asıl adı Ömer olduğu için Ömer Fuâdî olarak da bilinmektedir. Şiirlerinde Fuâdî mahlasını kullanmıştır. Şeyh Şa’bân-ı Veli’nin müntesiplerinden Himmet Dede’nin oğludur. Çocukluk yıllarını Şa’bân-ı Velî’nin sohbetlerine katılarakgeçirmiştir. İlk tahsilini Kur’an mektebinde yaptıktan sonra medreseye devam etmiş, Arapça ve Farsça’yı bu dillerde ilmî, edebî ve tasavvufî eserler verecek düzeyde öğrenmiştir.

Önceleri müfti müsevvitliği yaptıktan sonra Abdülbâki Efendi’ye intisap etmiş, onun vefatıyla da seyr u sülûkunu Muhiddin Efendi’den tamamlamıştır. On yedi yıllık müridlik hayatının sonunda Şa’baniyye tekkesine şeyh olmuştur. Bu süreçte pek çok hizmetlerde bulunan şair 1636 yılında vefat etmiştir.

Sanatında öğretici unsurları ön planda tutan Fuâdî, nazım ve nesir otuza yakın esere imza atmıştır. Şa’bâniliğin tanınmasında çok önemli bir yeri olan sanatçı, âşıkâne söylediği şiirleriyle de devrinde ses getirmiştir. Eserlerinde daha çok mutasavvıf kimliğini ön plana çıkaran sanatçı, Kasîde-i Pendiyye gibi şiirlerinde, devrin aksaklıklarını, bozulan ve yozlaşan yönleri, sebep-sonuç ilişkisi içinde sorgulamakta herhangi bir sakınca görmemiştir.

Halvetîlik içinde yetişip yoğrulan Fuâdî’nin şiirlerindeki en önemli yapı tasavvufi söyleme dayanmaktadır. O, hayal unsurlarından çok reel dünyadan aldığı kesitlerle meramını anlatma yoluna gitmiş, bunda başarılı da olmuştur. Şiirlerindeki akıcı söyleyiş bizlere, asırların gerisindeki Yunus’u çağrıştıracak derecededir. Bu türden beğendiği şiirleri, eserlerinin çoğunda yer almaktadır.

Matlâ: Gitti cismim geldi bir can yerine
Gitti cânım geldi cânân yerine

Diğer: Mûra basma seni mârân ısırır
Körpe incitme ki arslan ısırır
Kıblenin ehlini tekfîr etme
Kâ’be hakkı seni kaplan ısırır
Gülü bülbülden ayırma zinhar
Elini hâr-ı gülistân ısırır

FERİDE HANIM

1837'de Kastamonu'da doğdu. Kasmatonu ulemasından Bahar Zade Hammami Mehmet Reşit Efendi'nin kızı. İlk eğitimini medresi öğretmeni olan babasından aldı. Arapça ve Farsça öğrendi. Güzel yazı'ya yani "hat"a merak saldı. Bolulu İzzet Paşa'nın divan katipliğini yapan Ali Raif Efendi ile evlendi. İstanbul'a taşındılar. Feride Hanım 25 yaşında iken eşini kaybetti. İstanbul'dan Kastamonu'ya giderek yaşamını burada tamamladı. 1903'te öldü. Şiirleri arasında epey yer tutan Muhammediye'leri ile tanınır.

Hariri

Kastamonu’da doğdu. Dönemin önde gelenlerinden ve söz sultanlarının da en önemlilerindendir. İyi bir inşâ ustası, tarih düşürücü ve sanatın her alanında mükemmel ve iyi yetişmiş biridir. Zor muammâların çözülmesinde, Arapça ve Farsça karmaşık, anlaşılması güç muhayyel beyitlerin anlaşılmasında büyük maharet sahibidir. Kanuni’nin fetihlerini de yazan Harîrî’nin gazel söylemede pek o kadar mahareti ve yeteneği yoktu.
-İlyas Yazar'dan-

Halimi

Kastamonu’da doğup yetişen şairlerdendir. Öğrenimini bitirdikten ya da yarıda bıraktıktan sonra İran’a gider. Dönüşünde Trabzon valisi olan Yavuz Sultan Selim’in musahibi ve hocası olur. Padişahla birlikte Mısır seferine katılır. Şam’da ölen şairin cenazesinde Yavuz Sultan Selim bizzat hazır bulunur. Hoş sohbet, Arap ve Fars edebiyatlarını iyi bilen Halîmî, muammâ çözmede ustaydı. Nazik gazelleri ve güzel şiirleri bulunan şair, şiirlerini kimseye göstermeyip sakladığından dolayı şair olarak devrinde pek tanınmamıştır.

Matlâ: Ol mihr-i ruh ki halkı yakan hüsnü tâbdır
Germ olmasın mı yer yüzünün âfitâbıdır

Hamdi

Kastamonu’da doğan şair, fakih, bilge ve dindar kişiler zümresindendir. Latifî’nin dedisidir. Fatih dönemi şairlerindendir. Zamanında çok tanınıp okunmuş ama sonradan unutulmuştur. Şiirleriyle tanına ilk Hamdî budur. Çok sayıda kaside ve gazeli ile mürettep divanı vardır.

Matlâ: Pertevinden yüzüne kimse nigâh eyleyemez
Nazara ol eseri mihr ile mâh eyleyemez

Sadi Çelebi

(?- 1539)

Din adamı, şair. Daday İlçesi’nde doğdu.Çocuk yaşta İstanbul’a gitti. Babası bir din adamıydı, oğlunu da yetiştirdi. Sonraları samsunî Mehmed Efendi’den ders alarak müderris oldu. İstanbul’da Başçı İbrahim, Edirne’de Taşlık, İstanbul’da Mahmud paşa ve Sahn-ı Seman medreselerinde öğretmenlik yaptı. Kemal Paşazade’nin ölümü üzerine 1534’te şeyhülislamlığa getirildi. Tarih alanında da çalışmalar yapan, şiirler de yazan Sadi çelebi’nin en önemli yapıtı Kadı Beyzavi tefsirine yazdığı hâşiye’dir. Ayrıca Şehrü Mutasarri’l Hidâye ve Hâşiye ale’n-Nikâye adlı iki yapıtı bulunmaktadır.

İhsan Ozanoğlu

İhsan Ozanoğlu 15 Nisan 1907'de Kastamonu'da doğdu. Babası dönemin ünlü mevlithanı ve tasavvuf müziği temsilcisi olan Aşıkoğlu Ahmet,annesi devrin bilgin kadınlarından biri olarak tanınan Hafize Emine Hanımdır. Ataları aslen Türkistan'ın Buhara kentinden olup, Moğol istilası sırasında önce Erzincan'ın Kemah ilçesine oradan da Kastamonu'nun Duruçay köyüne yerleşmişlerdir. Ataları çoğunlukla askeri erkandan ve bilgin kişilerden olmakla birlikte, aralarında Aşık Ali, Aşık Mehmet ve Aşık Bayraktar gibi saz şairleri de bulunmaktadır.
Ozanoğlu ilk edebi ve musiki eğitimini ailesinden, özellikle de annesi Hafize Emine Hanımdan almıştır. O yıllarda Kuran-ı Kerimi ezberlemiş, ilahilerle birlikte yüzlerce türkü ve aşık ezgisini de belleğine nakşetmiştir. İlköğrenimini Nasrullah Mektebi'nde, lise düzeyindeki eğitimini Darü'l Hilafe Medresesi'nde tamamlamıştır. Arap harflerinin kaldırılması ve Latin harflerinin kabulü sırasında İstanbul Öğretmen Okulu'ndan diploma almıştır. 26 Eylül 1928'de tedvin ve kanun ile yeni yazı öğretimi yetkisini de alarak Kastamonu'ya dönmüştür. Kastamonu'da hem öğretmenlere hem de memurlara Türkçe öğreten Ozanoğlu ikibinden fazla okur yazar kazandırmıştır.

Ferruhi

Kanuni döneminde yaşayan Ferruhî, Kastamonu’da doğdu. Halinden memnun, güleç yüzlü bir mizaca sahip olan şair, görmüş geçirmiş, feleğin sillesini yemiş, laubali, tuhaf bir kişiliğe sahipti. Halk arasında tanınmış bazı matla ve kıtaları bulunmaktadır.19

Matlâ: Âlemin çün güzerânüzre durur ayş-ı demi
Beni mesrûr u melûl etmeye zevk u elemi

-İlyas Yazar'dan-

Diliri

Kastamonu sancağında yetişmiş bir sipahidir. Kanuni devri şairlerinden olup mertliği ve cesurluğu ile tanınmıştır. Sipahi edası taşıyan gazelleri ve yiğitçe söylenmiş pek çok şiiri bulunmaktadır.

Matlâ: Arsa-i aşk ey gönül merdâneler meydanıdır
Kelleler topu o meydanın kılıç çevgânıdır

-İlyas Yazar'dan-

İzzed Efendi

Tosyalı, mârifet sahibi bir zattır. Eğitimini İstanbul’da almış, şehzadelere hat sanatı hocalığı yapmıştır. Ârifâne ve mutasavvıfâne şiirleri bulunmaktadır. Hüner ve zerafet sahibi bir kişi olan şair, neyzenlikle de tanınmıştır. Avamil Mu’ribi ve Keşfü’l-İrab gibi eserleride bulunan şair, mûsiki sanatında “tarz-ı cedîd” adlı bir makamın da mucididir. Aynı makamın peşrevi de kendisinindir.18

Matlâ: İzzetâ dem de geçer gam da geçer âlemde
Vaktini hoş geçirip şöylece eğlenmelidir

Diğer: Terk eyle mâsivâyı gözet sırr-ı vahdeti
Benlik hayâlin eyleme zinhâr sen sen ol

-İlyas Yazar'dan-

Derviş Ahmed

Derviş Ahmed ya da Ahmed el-Garbî mahlasıyla şiirler yazmış olup Tosyalı olduğu rivayet edilmektedir.12.yy.da yaşadığı divanındaki bazı kayıtlardan anlaşılmaktadır. 16 yaşında taundan vefat eden oğlu için hece ve aruzla mersiyeler yazmıştır. Bu mersiyelerden eşinin oğlundan önce öldüğü, bir kızıyla bir oğlunun kaldığını ve sıkıntı içinde yaşadıklarını anlıyoruz. Bâki ve Nâbi’nin birer gazelini tahmis etmiş olan bu şâirin aruzla yazdığı şiirler oldukça başarılıdır.
-İlyas Yazar'dan-

Dai

Kastamonu’da doğan şair, cami görevlisi olarak çalışmıştır. Fatih döneminde yaşamış ve İstanbul’un fethinde bulunmuştur. Şiirlerinde ilk dönem şairlerin yolunu izlemiştir. Duahanların okuduğu duaların çoğu onun eseridir. Matlâlarının çoğunda ya îham ya da cinas sanatını kullanmıştır.13

Matlâ: Darb-ı âhım o kadar silleledi ey mâh göğü
Haşre dek döner ise gitmeye bir zerre göğü

-İlyas Yazar'dan-

Arif

Babası tanınmış kadılardan Kastamonulu Sâlim Efendi’dir. Reisü’l-küttâb Ârif Efendi sanıyla tanındı. Üçüncü defa nişancılık görevinden azledildikten sonra 18117de öldü. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazan şâirin bir de divanı bulunmaktadır.

Matlâ: İnayet her kime yüz tutsa isyânı nikâb olmaz
Güneş doğduk da zîra perde-i zulmet hicâb olmaz.

ÂRİF MEHMED EFENDİ

Kastamonu’da doğmuş, sonrada Hoca Neş’et Efendi’ye intisab etmiş ve İdris Ağa’nın kâtibi olmuştur. Hâcegân rütbesine ulaşmış, dîvan tezkireciliği, padişah kethüdalığı, Yusuf Ziya Paşa sadaretinde rûz-nâme hocalığı ve çavuşbaşılık yapmış, nişancı olmuştur.

Cami

Kastamonu’da doğdu. Gezgin bir derviş olarak pek çok diyar gezdi. İran’a giderek Molla Câmî ile görüştü ve bir süre onun hizmetinde bulundu. Çok az konuşması ve halktan uzak yaşaması, mescit ve imaretlerde yatıp kalkması ile dikkat çekmiştir. Hasan Çelebi şiirlerini değersiz bulmaktadır.

Matlâ: Nice bir nefse uyup bu sege segbânlık edem
Yeridir fakr u fenâ mülküne sultanlık edem

-İlyas Yazar'dan-

ANDELÎBÎ

Kastamonuludur. Hasan Çelebi ve Âşık Çelebi daha belirsiz bir ifade ile Anadoludan olduğunu söylemekle yetinir. İstanbulda imamlık yapmıştır. Sesinin güzelliğinden dolayı Bülbül Hasan sanıyla tanınmış ve bu yüzden de Andelîbî mahlasını kullanmıştır. Kaynaklar şiirlerinin değersizliği konusunda birleşmektedirler.

Orhan Şaik Gökyay

Edebiyat tarihi ve dil araştırmacısı, şair.16 Temmuz 1902 tarihinde babasının öğretmen olarak görev yaptığı İnebolu'da dünyaya geldi. İlk öğretimine Kastamonu'da başladı. Kastamonu İdadisinin dokuzuncu sınıfında okurken, ailesinin maddi sıkıntıya düşmesi sebebiyle öğrenimine ara verdi. Katip olarak özel idarede çalışmaya başladıktan sonra edebiyatla ilgilendi. İlk şiiri Kastamonu'daki Açıksöz gazetesinde 1922 yılında yayınlandı. Aynı yıl öğrenimini tamamlamak üzere Ankara'ya gitti. Ankara Darülmuallimin'den mezun olduktan sonra Piraziz, Samsun ve Balıkesir'de öğretmenlik yaptı. Balıkesir'de görev yaptığı sırada Çağlayan isminde bir edebiyat dergisi çıkardı ve takma isimle yazı ve şiirlerini yayımladı.
1927 tarihinde İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesine kaydoldu. Burada hocası Fuat Körülü'den etkilendi. Almancasını ilerletti. Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra Kastamonu, Malatya, Edirne, Ankara, Eskişehir ve Bursa'da edebiyat öğretmenliği yaptı. "Bu Vatan Kimin" şiirini Bursa'da iken yazdı. Edirne'de görev yaptığı sırada kendisi gibi öğremenlik yapan Ferhunde Sarıoğlu ile evlendi. 1938 yılında Dede Korkut hikayelerini yayınladı. Daha sonra Musiki Muallim Mektebinde, Galatasaray Lisesinde ve Çapa Eğitim Enstitüsünde edebiyat öğretmenliği yaptı.
1959 tarihinde Londra'ya gitti ve buradaki School of Orient and African Studies'te Türk dili ve edebiyatı okutmanı olarak çalıştı. 1962'de Türkiye'ye döndükten Çapa Eğitim Enstitüsündeki görevine tekrar başladı. 1967 yılında yaş haddinden emekli oldu. Emekli olduktan sonra da eğitim ve öğretimden kopmadı. Eğitim enstitüsünde, Marmara ve Mimar Sinan Üniversitelerinde ders verdi. 2 Haziran 1989'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesi tarafından kendisine fahri doktorluk unvanı verildi. Değerli kitaplardan oluşan kütüphanesini Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezine bağışladı. Yetmiş yılık öğretmenlik hayatında binlerce öğrenci yetiştiren Orhan Şaik Gökyay, 2 Aralık 1994 tarihinde vefat etti ve cenazesi ertesi gün Üsküdar'daki Nakkaştepe Mezarlığında toprağa verildi.
Bazı Eserleri
  • Dede Korkut (İstanbul, 1938)
  • Dedem Korkut'un Kitabı(İstanbul, 1973)
  • Katip Çelebi'den Seçmeler (İstanbul, 1968)
  • Destursuz Bağa Girenler (Dergâh yayınları, İstanbul 1982)

Hüseyin Efendi (İmam-ı Sultanî)


Doğum tarihi belli olmayan Hüseyin Efendi, Kastamonu'dan İstanbul'a gelerek hüsnühattı Mehmed Râsim Efendi'den meşk edip izin aldıktan sonra Dergâh-ı Âlî Yeniçeri Ağalarından birinin imamlığı hizmetinde bulunmuş, ocak imamlığından emekli iken Torun Mehmed Efendi yerine saraya önce ikinci, sonra da birinci imam tayin edilmiştir. Sekiz senede medrese tahsilini ikmal ederek İzmir kadısı olmuş, imamlıktan azledilince önce Şam, sonra Medine kadılığına getirilmiş, hacdan sonra Üsküdar'a geldiğinde “hayru’l-merâsim خير
المراسم " terkibiyle ifade edilen 1182/1768 tarihinde orada vefat etmiştir.

Mustafa İzzet Efendi

(?-1876)
Hatta ve Besteci. Tosya’da doğdu. Fatih medresesi’nde öğrenime başladı. Kömürcüzade Hafız Efendi’den ders aldı. Sesinin güzelliğiyle II.Mahmud’un ilgisini çekerek Enderun’a alındı, müzik, hat, dil ve edebiyat öğrenimi gördü. Sülüs, nesih ve talik yazılarından icazet aldı. Nakşibendi Tarikatına girdi. Eyüp Camisi hatibi ve padişahın ikinci imamı oldu. Anadolu ve Rumeli kazaskerliği, şehzadelere hat hocalığı, saray başimamlığı görevlerinde bulundu. 1852’de saraydan ayrıldı. İki kez meclis-i Vâlâ üyesi, Nakib ül-eşraf, Reis ül-ulema oldu. 11 Kuran, 30 enam, 200 hilye ve yüzlerce levha yazdı. Hırka-yi Şerif, kasımpaşa’daki Büyük Cami, Ayasofya ve İstanbul Üniversitesi giriş kapısının bahçe duvarındaki yazılar Mustafa Efendi’nindir. 2 durak ve ilahi, kendi bulduğu tarz-ı cedîd makamında bir peşrevle 20 şarkısı vardır.

Şevki Efendi

Asıl adı "Mehmet Şevki" olup 1828'de Ali Ağa'nın oğlu olarak Kastamonu'da dünyaya gelen hattat Şevki Efendi, iki yaşında İstanbul'a getirilmiştir. Aksaray Yusuf Paşa'da Sıbyan Mektebi'nde okumuş, ilk bilgileri de Ragıp Paşa Kütüphanesi hâfız-ı kütübü olarak yukarıda tanıttığımız dayısı Hulusi Efendi'den ve onun damadı İshak Efendi'den tahsil etmiştir.
Hat sanatına gönül vererek ilk meşkini dayısı hattat Hulusi Efendi'den almış, onun en seçkin öğrencilerinden biri olarak, on dört yaşında icazet sahibi olmuştur. Rivayete göre Hulusi Efendi icazet verdikten sonra: "Yazıyı ben bu kadar öğretebilirim. Bundan ilerisini Mustafa İzzet Efendi'den ve diğer hattatlardan öğren" deyince Şevki Efendi "Ben sizden başka hocaya gitmem" cevabını vermiş, Hoca Efendi bu cevaptan müteessir olup ağlamış, bütün samimiyetiyle ona hayır dua etmiş"tir.
İbnülemin Mahmut Kemal İNAL, Son Hattatlar'da, Şevki Efendi hakkında yukarıya aldığımız bilgileri verdikten sonra şunları kaydetmektedir:
"Reisülhattâtîn Kâmil Efendi, üstadı Sami Efendi'den naklen dedi ki:
"Şevki Efendi'nin ebeveyni Kastamonu'da vefat ettiğinden dayısı Hulusi Efendi, heybesinin bir gözüne Şevki'yi, diğer gözüne kız kardeşini koyarak İstanbul'a getirdi, yetiştirdi, yazıyı da talim etti. Bir müddet sonra Mustafa İzzet Efendi'ye götürüp temeşşuk ve tekemmül ettirmek için ısrar ettiyse de -hatırı kalır korkusuyla- Şevki kabul etmedi. Fakat Efendinin ve şakirdlerinden bir attarın meşklerine bakarak yazıyı ilerletmeğe çalıştı."
Kâmil Efendi şu sözleri de ilave etti:
"Şevki Efendi, "Yazıyı bana âlem-i rü'yada talim ettiler" derdi. En güzel yazıları
1873'den sonra yazdıklarıdır. Ondan evvelki yazılarında kusurlar vardır."

Hulûsi Efendi

Doğum tarihini tesbit edemediğimiz Mehmet Hulusi Efendi, Şemsettin el-Buharî soyundan gelip Sultan II. Mahmud'un soyundan gelmiş olan Osman Paşa'nın oğlu olarak Kastamonu'nun Seyyidîler köyünde dünyaya gelmiştir. Sülüs ve nesih yazıları önce Mahmut Raci Efendi'den, sonra da Ali el-Vasfi Efendi'den meşk etmiş, Ragıp Paşa Kütüphanesi'nde pek çok öğrenciye de bu yazıları öğretmiş bir hattattır. Aşağıda hakkında bilgi vermeye çalıştığımız hattat Şevki Efendi hem yeğeni hem de bu öğrencilerin en seçkinlerinden ve zamanındaki hattatların başta gelenlerindendir. Hulusi Efendi 14 yaşındaki Şevki Efendi'ye icazet verdikten sonra: "Yazıyı ben bu kadar öğretebilirim. Bundan ilerisini Mustafa İzzet Efendi'den ve diğer hattatlardan öğren" diye tembihte bulunduğunda "Ben sizden başka hocaya gitmem" cevabını alınca oldukça duygulanıp ağlamış ve ona dua etmiştir.
Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi'nde hafız-ı kütüplük (kütüphane müdürlüğü), Hekimoğlu Ali Paşa Camisi'nde hatiplik ve Tophane'de Nusret Camisi'nde yıllarca kürsü şeyhliği yapmıştır. 1874'te vefat etmiş ve Merkez Efendi Mezarlığı'na defnedilmiştir. Mezar taşında:
"Hüve'1-Hallâku'l-Bâkî
Kıdve-i hattatîn ve meşâyih-i cevâmi-i selâtîn tâhire-i Mehmed Şemseddin el-Buharî aleyhi rahmetü'l-Bârî'den Câmi-i Nusret şeyhi olup hilye-i kemâlât-ı zâhire ve bâtına ile mevsûf olan mazınne-i kiramdan hoca el-hâc seyyid Mehmed Hulusi Efendi'nin ruhiyçün fâtiha. Fî gurre-i Rebiü'l-evvel 1291 ketebehü Şevki" yazısı vardır.
İbnlülemin Mahmut Kemal Bey Son Hattatlar'da sadeleştirerek yukarıya aldığımız bilgilerin devamında da aynen şunları kaydetmektedir: "Bu kitabeyi yeğeni Şevki Efendi gayet nefis surette sülüs celisiyle yazmıştır. Kalıbı, Şevki Efendi'nin kızının oğlu doktor Süheyl Bey'dedir. Numune olarak dercedilen yazıyı o verdi.
Onun ifadesine göre, Hulusi Efendi, uzun boylu, kuruca yüzlü, beyaz sakallı imiş. Büyük kıt'ada yazısı az imiş. Ufak levhalar, kıt'alar, dualar, meşkler yazmıştır. Vefatına kadar Haseki'de Yavuz Mehmed Ağa Mescidi'nin karşısındaki evinde oturmuştur".
Son Hattatlar'da (s. 138) hattına örnek olmak üzere, yukarıda bahsedilen gayet nefis bir levhası da yer almaktadır.

Nasuh Efendi


Tosyalı ve hafız olup doğum tarihini tespit edemediğimiz hattat Nasuh Efendi, Zeyniye şeyhlerinden Taceddin Karamanî'ye intisap ederek onun elinde tevbe-i nasûh etmek suretiyle tarikate girmiş ve halife olmuş, Şeyh Safiyyüddin vefat edince de onun yerine şeyh olmuştur. “Hâksâr-ı taleb خاآسار طلب " terkibiyle ifade edilen 923/1517 tarihinde Tosya'da vefat etmiştir.
-Kastamonulu Hattatlar'dan-

Hamdi Efendi

Hattat Hamdi Efendi hakkında şimdilik sadece Son Hattatlar'da bilgi bulabildik. Oradan elde ettiklerimizi kısaltıp sadeleştirerek aşağıya alıyoruz:
Kastamonulu ve asıl adı "Mehmet Hamdi" olan hattat Hamdi Efendi, İstanbul'a gelip Fatih'te Yoğurtçuoğlu Emin Efendi'nin halifesi Nuri Efendi'ye intisap etmiş, asker oluncaya kadar o dergâhta kalmıştır. Askere gidip dönmüş ve askerde çavuş olduğu için bundan sonra "Hamdi Çavuş" diye anılmaya başlanmıştır. Rik'ası güzel olduğu için 800 kuruş maaşla Ziraat Bankası'na girmiş, "banka memurlarının maaşı, faizden istihsal olunan paradan veriliyor, faiz yemek caiz değildir" diyerek istifa etmiş, Beyazıt'ta o zamanlar Kâğıtçılar denilen yerin arkasında uzun süre arzuhalcilik yapmıştır.
Bakkal Arif Efendi'den sülüs ve nesih, Sami Efendi'den de celî sülüs meşketmiştir. Erkân-ı Harbiye (Genel Kurmay) dairesi hattatı Nazif Efendi'nin aracılığıyla o daireye alınmış, Birinci Dünya Savaşı sırasında o zamanlar Almanya'da bastırılan kâğıt paraların yazılarını yazmak üzere oraya gönderilmiştir. Almanya'da bira içmeğe alışmış, sakalını ve bıyığını kestirmiş, İstanbul'a dönünce hatasını anlayarak sakalını ve bıyığını tekrar bırakmış ve eski yaşayışına dönmüştür.
Eski ve yeni en seçkin hattatlara ait müstesna tezhip ve hat örneklerini toplayıp, bir çok hilye-i şerif ve levhaları da ilave ederek Şehzadebaşı'ndaki evini bir müze haline getiren Hamdi Efendi ne yazık ki bunları
"Ta'rîf edemem çektiğim âlâmı o yüzden
Zîrâ ki anın zikri de bir gûne elemdir"
beytinin ifade ettiği anlama uygun olarak elden çıkarmak zorunda kalmıştır.
Ankara'nın Kayaş ilçesine gidip orada imamlık ettiği, orada vefat ettiği tahmin edilmektedir. Vefat tarihi belli değildir.

Celaleddin Efendi

Tosyalı olup doğum tarihini tespit edemediğimiz Celalettin Efendi, kendisi gibi hattat olan çocukları Koca Nişancı Mustafa ve Salih Efendilerin terbiye ve teşvikiyle meşgul olmuş, hüsnühattı Şeyh Hamdullah'tan meşk ederek ihtiyarlık çağında bu san'atı ikmal ederek hurde talikte eser sahibi bir hattat olarak tanınmıştır. Medrese tahsili gördükten sonra kadılık mesleğini seçmiş, bu tehlikeli meslekten emekli olmak suretiyle uzak durmuş, vefatına kadar talim ve ibadetle meşgul olmuştur. “Gülşen-i saadet گلشن سعادت " terkibinde ifadesini bulan 935/1528 tarihinde vefat etmiştir.

Feride Hanım

Kastamonu eşrafından Bahar-zade Hamamî Mehmet Raşit Efendinin kızı olarak 1837’de Kastamonu’da dünyaya gelen Feride Hanım, yedi yaşında Kur’anık Kerim’i ezberleyerek hafız olmuş, babasından Arapça ve Farsça’yı öğrendiği gibi, sülüs ve nesih yazıları da meşketmiş, icazet aldıktan sonra sekiz Mushaf ve bir Muhammediye yazmıştır11. Sayıları 20 civarında olan kadın divan şairlerimizden biri olup, Tuhfe-i Vehbi’yi okuduğu sıralarda şiire ilgi duymuş, bir süre sonra da babasının şiirlerine nazireler yazmaya başlamıştır.
Ali Raif Efendi12 ile evlenmiş,1852’de eşiyle birlikte Kastamonu’dan İstanbul’a gitmiş, sonra yine eşiyle birlikte Batum’a geçmiş, geri dönüşleri sırasında 1858’de eşi Kastamonu’da vefat etmiştir. Yirmi bir yaşında dul kalan Feride Hanım, bir daha evlenmemiştir13. Hastalığı nedeniyle,1288/1871’de baba ocağı Kastamonu’ya dönmüş, 1878’de babasının vefatına çok üzüldüğünden dolayı inzivaya çekilip içe kapanık bir hayat sürmüştür. Şabaniye tarikatına mensup olan Feride Hanım, hayatının geri kalan günlerini zikir ve tesbih ile geçirmiştir.
1903’te vefat etmiş, Yakup Ağa Camii haziresinde babasının ve annesinin yanına defnedilmiştir.
Tırnakçı-zade Ziver Bey’in aşağıdaki kıt’ası onu her yönüyle güzelce tavsif etmektedir:
Bahâr-zâde-i dânişverin kerîmesidir
Sühan-şinâs ü hünerver Ferîdetü’l-eyyâm
Hudâ o pîr-i sühandâna eylemiş in’âm
“Şiirlerini divan halinde toplayamadığından birçoğu kaybolmuştur. Şiirlerinden bir kısmının oğlu Cemal ve torunu Raif beylerde bulunduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Vefatına yakın zamanlarda hayatını yazı yazarak ve şiir kaleme alarak kazandığı ileri sürülmektedir”14.
Kocasının hatırası olan saatini kaybettiği zaman yazdığı
Âh kim gitti elimden koynumun zer sâati
Hasretiyle kalmamıştır gönlümün hiç râhatı
Yâdgâr-ı yâr idi doğru gider gam-hâr idi
Yirmi beş yıldan beri etmiş idim ünsiyyeti
Zer gibi zerd ola rûyu hem-ayâr-ı nakş ola
Mekr ile bîgâneler ger eylediyse sirkati
Yelkovan-veş rûz ü şeb zevki içün çeksin teab
Soksun akrebler vücûdun göre renc ü mihneti
Kıldı rakkâs-ı felek çarh gibi ser-gerdan beni
Nice dôlablar ile verdi bana çok zahmeti
Yeğdürür zencîri zülf-i yâr ile bend olması
Kayd olup derd ü gama çekmekden ise firkati
Ben Ferîde-veş gam ü mihnetle ferdim dehrde
Geçmedi âlâmsız bî-çârenin bir sâati15
ifadelerini haiz gazeli onun şairlik kudretini ortaya koyduğu gibi, Son Hattatlar’da yer alan üstü sülüs altı nesih levhası da hat sanatındaki maharetini ve ustalığını göstermeye yeter.

-Kastamonulu Hattatlar'dan-

Abdurrahman el Müzehhip

Hacı Hamza Camii'nin müezzini olup "Süleymaniyeli Abdî Çelebi" unvanıyla tanınmıştır. Tezhîb ve cildin çeşitli ve güzel türlerini Bosnalı Hasan'ın talebesi olan Salih Çelebi'den öğrenmiştir. Bu san'atların üstadlarından olup Tuhfe-i Hattâtîn'in temize çekildiği 1173/1759 tarihinde hayatta olan Haydarpaşalı İbrahim Çelebi de hattatımız Abdurrahman Efendi'nin kıymetli bir talebesidir. Abdurrahman Efendi hüsn-i hattın sülüs ve nesih kalemlerini Suyolcu-zâde Mustafa Efendi'den görüp izin almak suretiyle kemâl derecesine ulaşmıştır. Aşağıdaki tarih mısrası uğur niyetiyle söylenmiştir:
Müzehhib levha zîb-i cedvel-i vasl oldu me'vâda 1098/1686
مذهب لوحه زيب جدول وصل اولدى مأوى ده
-Kastamonulu Hattatlar'dan-