Bize karşı ihanet bahsinde dillere destan olan Şerif Hüseyin'in büyük oğlu Emir Faysal'ı İngilizlerin Filistin'deki kumandanı General Allenby ile birlikte görüyorsunuz. İşte bu Emir Faysal'dır ki; Filistin ve Suriye halkının baskıları neticesinde Türkiye ile beraber olmak için müracaat etmiş ve bunu da M. Kemal Paşa Meclis'in açılışının ikinci gününde ifşa etmiştir. (24 Nisan 1920)
İngilizler dağılan imparatorluklarını, yeni Dünya şartlarında "Commenwelt" adıyla bir birlik hâlinde ayakta tutmaya çalışmışlardır.
Bugünkü Rusya da dağılırken ayrı şeyi yapmıştır.
Biz aynı şeyi yapamaz mıydık?
Pekâlâ yapabilirdik.
Zemin müsâiddi.
Lakin kafalarımız siyonist telkininin eseri olan fikirlerle doluydu. (1)
Bunun tipik bir misalini Dr. Rıza Nur'un hâtırâtında görüyoruz.
Dr. Rıza Nur, Lord Gürzon'un Musul'dan vazgeçmek mukābilinde Sûriye'yi Fransızların elinden alıp bize vermeyi teklif etmiş olduğunu kendisinin ise, bu teklifi kabul etmediğini anlatmaktadır.
Halbuki zemin ne kadar da müsaidmiş.
Halk, Fransız idâresi altına girmek istemiyor, nisbî bir muhtâriyetle veya kayıtsız şartsız bizimle birlikte bulunmak düşüncesine sahip bulunuyordu.
Bu keyfiyeti M. Kemâl Paşa Birinci Büyük Millet Meclisi'nin 24 Nisan 1920 (1336) târih ve Cumartesi günkü gizli celsesinde uzun uzun anlatmakta ve şöyle demektedir:
"... Sûriye'de İngilizler ve Fransızların tarz-ı idaresine, muhakkirâne idaresine hedef olduktan sonra bu aksamdaki (kısımlardaki) ehl-i İslâm, pek büyük bir hatâya düçar olduklarınıtakdir ettiler ve onu müteakip bir kısmı kendi dahillerinde müstakil olmak ve yine bir süretle, bir şekilde câmia-yı Osmaniye dâhilinde bulunmak cihetini düşündüler.
Bittabî, makâm-ı mualla- yı hilafete karşı olan merbûtiyetleri (bağlılıkları) cümlemiz gibi bütün ehl-i îmân için bir vazife-i mukaddese idi.
Diğer bir kısmı daha da ileri gittiler.
Bize hiçbir şekil ve sûrette istiklâlin lüzûmu yoktur.
Biz halifemiz ve padişahımıza merbût (bağlı) olarak camia-yı Osmaniye dâhilinde bulunacağız, dediler..."
"... Binnetice Emir Faysal (Şerif Hüseyin'in oğlu) dahî husûsî murahhaslarını bizimle temasa geçirdi.
Resmî temasla bu müracaatın bizce telâkkî edilen nukâtı (noktaları) izah etmek isterim.
Herhalde Sûriyeliler herhangi bir devlet-i ecnebiye ile münasebetinin kendileri için binnetice esâret olacağına kaani oldular.
Bundan dolayı bize teveccüh ettiler.
Bizim bilmukâbele gösterdiğimiz şekil, şundan ibaret idi.
Dedik ki:
"Hudûd-ı millimiz dahilinde bulunan menâbi-i insâniyyeyi (insan kaynaklarını) ve menâfi-i umumiyeyi (umûmi menfaatleri) hudūdumuzun hâricinde israf etmek istemeyiz.
Fakat ittihad, kuvvet teşkil edeceğinden bütün Alem-i İslâm'ın mânen olduğu gibi maddeten de müttefik ve müttehid olmasını şüphe yok ki büyük bir memnûniyetle karşılarız ve bunun içindir ki bizim kendi hudūdumuz dahilinde müstakil olduğumuz gibi Sûriyeliler de hududu dâhilinde ve hâkimiyet-i milliye esâsına müstenid olmak üzere serbest olabilirler.
Bizimle îtilaf (uzlaşma) veya ittifakın fevkinde bir şekil ki federatif veya konfederatif denilen şekillerden birisiyle irtibat peydâ edebiliriz.
Ahâlî bunu arzuları fevkinde lehlerine telâkkî etmiş olacaklar ki, Emir Faysal milletin bu arzusu karşısında kendi emellerinin sarsılmakta olduğuna vakıf oldu ve müracaatları bunun üzerine oldu.
Ahalinin bu arzusu fiile de inkılâb etti.
Sûriye dâhilinde bâzı efâi ve herekât bittabî mesmûunuz olmuştur.
İşte bu fiiliyat başladıktan sonra Emir Faysal sühûletle (kolaylıkla) tesis-i hâkimiyet edemeyeceğini ve Fransızlar da bir müstakil devlet hâlinde orasını kolaylıkla jullanamayacaklarını zannettiler ki; ağleb-i ihtimal (gâlip ihtimal) müştereken ahâliye demek istediler ki, biz de sizin fikrinizdeyiz.
Ancak bizim yaşamak için paramız yok ve hâricin tazyîkâtına mukavemet edecek vesâitimiz yoktur.
Türkiye bunu temin ederse biz Fransızları memleketimizden kovabiliriz.
Bunu biz samîmî telâkkî etmedik.
Onun için vuku bulan siyasî müracaatta biz de siyasî cevap vermiş bulunduk.
Ancak hakiki irtibat hükümet şeklinde değil, fakat Sûriyelilerle olmuş oldu.
Ve oradaki bu hareket, hakikaten bize mânevî kuvvetle beraber maddî kuvvet zammetmiştir.
Hudud-ı millimizin cenûb cephesindeki harekâtı nazar-ı dikkatten geçirecek olursak bu fiiliyâtın semerât-ı maddiyyesini görebiliriz..."
M. Kemal Paşa, Meclisin açılışının ikinci gününde yapılmış olan gizli celsede söylediği bu sözlerden sonra Irak, Kafkasya gibi diğer yerlerden bahsetmekte ve oralarda da benzer keyfiyetleri ifade etmiş bulunmaktadır.
Filistin bölgesiyle alakalı olarak iktibas ettiğimiz şu satırlar, Sûriye halkının, biz Adana'ya kadar çekildikten sonra bile hâlâ bizimle beraber olmak arzusundan vazgeçmediğini ve Emir Faysal'ı (Şerif Hüseyin'in oğlu) bile bu arzuya râm ederek böyle bir müracaatta bulunmaya mecbûr eylediğini göstermiyor mu?
Biz böyle bir halkı mı ihanetle ithâm ediyoruz?
Ayıptır beyler! Biraz utanalım ve kendi geçmişimize siyonizmin gözlüğüyle bakmaktan vazgeçelim!..
(1) Böyle bir şeyin olabilirliğini anlamak için bir tek delil zikredelim:
Türk düşmanlığı ile itham edilenlerden Nuri Said Paşa mütarekede Sadrazam İzzet Paşa'ya Araplarla beraber müşterek bir İslâm federasyonu altında birleşmemiz için bir teklif mektubu getirmiştir.
Mektubu gönderen de gene en çok ihanetle itham edilmiş olan Şerif Hüseyin'dir.
Bu gerçeği ifşa eden ise, bu mevzuda öteden beri uluorta Araplara saldırmakta olan Cemal Kutay'dır.
Onun bu husustaki yazısının adı şöyledir:
"Nuri Said'in Sadrazam İzzet Paşa'ya Mektubu ve İslam Federasyonu Teklifi
(Bkz. Tarih Konuşuyor dergisi, cild 4, sayı 21, Ekim 1965, İstanbul)
- Filistin Dramının Düşündürdükleri, Kadir Mısıroğlu, Sebil Yayınları, 6.Baskı, Sh.88-94.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder