15 Mart 2011 Salı

Amasya Bimarhanesi (Şifahane), Amasya


İlhanlı Döneminden günümüze ulaşan tek eserdir. Yakutiye mahallesinde, Yeşilırmak'a paralel olarak uzanan cadde kenarında medrese plan şemasında inşa edilmiş olan Darüşşifanın portali üzerinde portal nişini üç yönde tek satır halinde dolanan Arapça kitabesinden, yapıyı 1308 yılında, İlhanlı hükümdarı Sultan Olcaytu Mehmed Han'ın karısı İlduş Hatun'un kölesi olan Anber b.Abdullah ile Anadolu Emiri Ahmed Bey'in inşa ettirdiği öğrenilmektedir.Ancak mimarı hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Darüşşifanın günümüze ulaşmamış vakfiyesinin 1312 ‘de düzenlendiği de bilinmektedir.
Dikdörtgen bir avlu etrafında, uzun eksene paralel iki revak sırası ve bu revakların gerisinde çeşitli mekanlar yeralmış, giriş eyvanı ile karşısındaki ana eyvanla da yapı, avlulu iki eyvanlı bir şemaya sahip olmuştur. Ana eyvan sivri bir kemerle avluya açılmıştır. Üstü ise çatı-tonoz sistemiyle örtülmüştür.Ana eyvanın doğu duvarında iki yanı tuğla örgü söveli yüksek bir dikdörtgen pencere bulunur. Eyvanın iki yanında yeralan köşe mekanlarına, revaklara açılan yay kemerli birer kapı ile girilir. Enine dikdörtgen olan bu köşe mekanlarının üstü birer beşik tonozla örtülmüştür. Avlunun iki tarafındaki revaklar ise zar, mukarnaslı ve profilli olarak çeşitlilik gösteren başlıklara sahip sütunlara dayanan muntazam kesme taştan sivri kemerlerle meydana getirilmiştir. Üzeri düz taş bloklarla geçilerek örtülmüş revakların gerisinde yeralan uzun salonlar halindeki mekanlar yay kemerli üçer kapı ile revaklara açılır. Bu salonlar tuğladan sivri kemerlerin desteklediği uzun beşik tonozla kapatılmıştır. Bu kemerler beden duvarları içine yerleştirilmiş bingi taşlarına oturmakta ve mekanlar da mazgal pencerelerle dışa açılmaktadır.
Revakların altına doğrudan doğruya bir kemerle bağlanan iki taraftakş beşik tonoz örtülü eyvanımsı mekanlar, adeta portal eyvanının iki tarafında bulunan mekanlara geçiş imkanı veren koridorlar halindedir. Batıdaki köşe mekanlarının giriş kapıları, doğudakilerden farklı olarak duvar örgü dokusuyla meydana getirimiş olup sivri kemerlidir. Taçkapı tarafındaki köşe mekanlarının önemli bir özelliği, büyük birer pencereyle batı cephesine açılmış olmalarıdır. Bunlar yan cephelere ise birer mazgal pencereyle açılırlar. Abidevi bir eyvan görünüşündeki taçkapı mekanı sivri kemerli, beşik tonoz örtülüdür. İki yanda yay kemerli birer niş burayı hacim olarak daha etkili kılar. Taçkapı açıklığı ise kırık yay kemerli ve iki yanı profilli bir şekilde inşa edilmiş bir nişle cepheye bağlanmıştır.
Mimari özellikleri bakımından yapı caddeye açılan batı cephesiyle abidevi etkisini günümüze kadar sürdürmüştür. Muntazam kesme taştan örülmüş bu cephe üstten ince profilli taş frizle sınırlanırken, üçte bir oranında daha yüksek ve taşkın olan portal, sahip olduğu plastik özelliğiyle cepheye hakim bir ifade yaratmaktadır. Fakat bu hakimiyet portalin iki tarafında yeralan büyük birer pencereyle sağlandığı gibi, bu cepheyi iki yandan sınırlayan silindirik köşe kuleleriyle dengelenerek simetrik bir ifade kazanmaktadır. Böylece binanın giriş cephesi, geleneksel Anadolu Selçuklu yapı özelliğinin bir ifadesi olmuştur. Doğu, batı ve kuzey cepheler ise gelişigüzel taşlarla örülmüş ve birer payanda ile desteklenerek orijinal durumları kaybolmuş biçimde günümüze kadar gelebilmiştir.
Darüşşifanın avlu cephesi ise çeşitlilik gösteren sütunlar ve başlıkları üzerinde yükselen sivri kemerli revaklar, muntazam kesme taştan eyvan kemerleri ve taş yüzeylerle dikey hatların hakim olduğu izlenimini vermektedir. Yapıda dış cephe tezyinatı olarak başlıca süsleme unsuru , taş işçiliğin ifadelendirdiği portal ve iki yanında yeralan iki dikdörtgen penceredir. Darüşşifanın portal ve avlu cephesini oluşturan unsurlarda bütünüyle muntazam kesme taş kullanılmıştır. Sütunlar ve sütun başlıkları taştandır. Dış duvarlar ve tonoz örtülerde muntazam olmayan taş örgü görülürken, açılmayı önleyici tonoz kemerlerinde tuğla örgü mevcuttur.
Kitabede de belirtildiği gibi yapı darüşşifa olarak genel anlamda bir hastahane fonksiyonuna sahipti. Yapının bimarhane olarak tanınması, burada sadece akıl hastalarının bulunduğu düşüncesinden kaynaklanmıştır. Darüşşifa başlangıçta olduğu gibi sonraları da uzun süre bir tıbbi müessese halinde çalışmıştır. Cerrahiyye-i İlhaniyye müellifi Sabuncuoğlu Şerefeddin Ali'nin burada hekimlik ve cerrahlık yaptığı, aynı müellifin Mücerrebname adlı eserinden öğrenilmektedir.
1386 yılında doğan ve Amasyalı bir hekim olan Sabuncuoğlu Şerefeddin, burada 14 yıl hekimlik yapmıştır. "Cerrahiye-i al Haniye" adlı bir minyatürlerle süslü bir kitap yazmış, bu kitabı bizzat Fatih Sultan Mehmet'e sunmuştur.
Bugün restore edilmiş veçevresinde yeşil alan düzenlemesi yapılmış durumda olan bina halkın ziyaretine açık tutulmaktadır.
Değerlendirme :
Portal ile Darüşşifa Anadolu Selçuklularının taş tezyinatı gelişmesinin bütün safhalarını kendinde toplar. Onda Konya, Divriği, Sivas eserlerinin özellikleri yanında asrın ilk yarısının sathi üslubu da görülür.
Aynı zamanda bu sentezi gösteren yapı ile Anadolu Selçuklularının taş işçiliğinde hakim olduğu devir, artık yavaş yavaş sona ermektedir.
ek-:

Dârü’ş-şifâ denilen binâlar, Selçuklu ve Osmanlı döneminde hastaları iyileştirme amacıyla inşa edilmiş yapılardır. Amasya'da bulunan Dârü’ş-şifâ'yı (Bîmârhâne) diğerlerinden ayıran en önemli özellik, bütün dünyada, akıl hastalarının müzik ve su sesiyle iyileştirildiği ilk yer olmasıdır.

Dârü’ş-şifâ, Anadolu Selçukluları’ndan sonraki Beylikler döneminde İlhanlılardan Olcayto Sultan Mehmed Hudâbende zamanında Amasya’da yaptırılmıştır. Yapımına 1308 yılında başlanmış ve inşaat, 1309 yılında tamamlanmıştır. Hastanenin, Sultan’ın eşi İlduş Hatun’un kölelerinden olduğu sanılan Anber bin Abdullâh tarafından yapıldığı ise hastanedeki Arapça yazıtta yazmaktadır.
3 satıran oluşan yazıtın Türkçe tercümesi: “Kuvvet ve kudreti azîz olan Cenâb-ı Allâh, zayıf kulu Anber bin Abdullâh’ı, Sultân-ı mu’azzâm (Yüce Sultan), Hâkan-ı âzâm (En Büyük Hakan) , gıyasü’d- dünyâ ve’d-dîn (dünyâ ve dînin yardımcısı) Olcayto Sultan Mehmed’in –Cenâb-ı Hakk kuvvet ve kudretini ebedî kılsın- iktidâr günlerinde ve Hatun-u Mu’azzâma (Yüce Hatun) melîkelerin melîkesi İlduş Hatun’un kuvve devrinde bu mübarek dârü’ş-şifânın (hastânenin) yapımına 708 (Hicrî) senesinde bitirmesine izin verdi. Cenâb-ı Allâh bu hayrını kabul buyursun.” şeklindedir.

Hastanenin vakfiyesi 1312’de kurulmuştur. Fakat, bugün bu vakfiye yok olmuştur. Hastâne, Amasya’da Yâkutiye Mahallesinde ve cadde üzerindedir. Tipik Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan bu binanın duvarları çok süslüdür. Binâ, dört katlı ve dikdörtgendir. Kapı kemerlerinin kilit taşında işlenen, bağdaş kurmuş insan figürü ise dikkat çekicidir. Her iki tarafta odaları vardır. Kapıdan avluya kadar 5 metreden uzunca bir koridoru vardır. Bu koridorun üzerinde sağlam bir taş kemer vardır. Bu girişin sonunda iki tarafta kapısı iki iç avluya açılan iki büyük oda bulunmaktadır.

Tek katlı yapı, revaklı avlusu ve iki eyvanıyla klasik Selçuklu medreseleri planındadır. On yüz, anıtsal taç kapı, yanlarında bakışık düzende, mukarnaslı nişlerle zenginleştirilmiş birer pencere, köşelerde yuvarlak masif kulelerle belirginleştirilmiştir. Taç kapı, alçak kabartma bezemeler yanında, yüksek kabartma palmet ve rûmîlerle Selçuklu taş işçiliğinin çeşitli öğelerini birleştirmiştir.

Bîmârhâne revaklı avlusu,iki eyvanı ile klasik Selçuklu medrese planının benzeridir.Amasya Bîmârhânesi dikdörtgen planlı olup giriş cephesi diğer cephelerden farklı Selçuk medreselerinde olduğu gibi abidevi görünüşlüdür. Giriş kilit taşında bağdaş kurmuş bir insan figürü işlenmiştir.Buradaki taş oymalar son derece ince yapılmış olup kıvrık dal,yaprak motifleri portali süsleyen geometrik bezemeyi tamamlamaktadır.Dârü’ş-şifânın duvarları kesme taşlarla örülmüştür.

Binânın ortası, iç avluyu oluşturmak üzere üstü açık şekilde yapılmıştır. Avlunun sağında üç, solunda iki ve girişin aynı tarafında ortada büyük ve iki taraftakiler küçük üç, toplamda dokuz oda vardır. Avlunun her iki tarafında muhtelif cinste taşlardan oluşan, silindirik, üç direğe dayanan Türk tarzında kemerli iki koridor vardır. Çapları bir metreden daha fazla değildir. Oda tavanları Türk tarzındadır. 7 büyük salon ve iki odadan ibâret bu hastane, 24,5 metre eninde ve 34 metre uzunluğundadır.

Amasya Dârü’ş-şifâsı, günümüzdeki, hastânesi olan tıp fakültelerine benziyordu. Yânî bir yandan öğrencilere tıbb bilgileri veriliyor, diğer yandan da hastalar tedavi ediliyordu. 1386 yılında doğan ve Amasyalı bir hekim olan Sabuncuoğlu Şerefe’d-dîn, burada 14 yıl hekimlik yapmıştır.
Bîmârhâne, Amasya’nın Osmanlıların eline geçmesinden sonra da aynı amaçla kullanılmıştır. Evliyâ Çelebi, Bîmârhâne’den bahsederken,”Mehmed Paşa Hanı’na yakın tımarhâne-i azam (büyük tımarhane) çok eski bir binadır.” der. Burası, Anadolu’da hekim yetiştiren en önemli merkezlerdendi. Bu binâ, Cumhuriyet’in İlânı’na yakın bir zamana kadar aynı maksatla kullanılmıştır. Fakat, Tanzîmat’tan sonra eski işlevini yitirir ve önce ipek kozacılarının, sonra da kerestecilerin deposu olur.

Bu hastânede yetişen ünlü ve yetenekli Türk hekimlerinden bâzıları şunlardır: 1488’de ölen Şükru’l-lâh, 1516’da Halîmî, 1561’de Merzifonlu Atûfî ve Mehmed bin Lütfullâh, adlarından bahsedilmesi gereken ünlü hekimlerdendir. Ancak, bunlardan daha ünlüsü, 14 yıl boyunca bu hastânede çalışan Sabuncuoğlu Şerafeddîn bin Ali’dir. Sabuncuoğlu, 1465’te, o zamânki Türk hekimliğinin ne kadar büyük bir hızla geliştiğini gösterir. “Kitâbü’l-Cerrâhiyye-i İlhâniye” isimli eseri resimli eseri çok ünlüdür. Bu eser, XIX. Yüzyılın başlarına kadar Türk hekimlerinin başucu eseri olmuştur.

Bu hastanenin vakıf defterinde, hastane çalışanları yazılıdır.
Bahsedilen defterden öğrendiğimize göre; 1693’e kadar Bimarhane’de hekim, Ahter-i Bâlî’dir. 1693’te Tabib Kostuce gelir. 1708’de Esarbali tayin edilir. Daha sonra Esarbali’nin azliyle Hacı Mahmud bu hastaneye atanır. Hacı Mahmud Efendi İstanbul’da Tıbbiye okumuş bir kişidr ve İsmail ve İbrahim isimli oğulları da hekimdir. Özellikle, İsmail Efendi Amasya’da çok tanınan ve bilinen bir hekimdi.

İsmail Efendi, bu hastanede çalışmamıştır. 1731’de İsmail efendi’nin iki oğlu da bu hastanede hekimlik yapmaya başlar. 1747’de ise her ikisine de görevden el çektirilir ve Mehmed Halife isminde bir hekim göreve başlar. 1751’de Mehmed Halife’nin ölümüyle yerine Abdullah Efendi gelir. Onun da 1758’de ölümüyle oğlu Mustafa Efendi hastaneye hekim olarak atanır. O dönemlerde hekimler, oğullarını hekim olarak yetiştirmeye çabalarlar. Bununla beraber, üç kuşak boyunca hekim çıkaran aileler çok nadirdir. Bunlardan birisi de Mustafa Efendi’nin oğlu Mustafa Efendi’dir.Mustafa Efendi, henüz sağ iken makamını oğluna devretmiştir. Daha sonradan Mustafa bin Ebubekir gelecektir. Bu yıllarda hekim listesinde Mustafa Efendi’nin oğlu Ömer Efendi de yerini alacaktır. Defterin kaydına giren son hekimler ise Yusuf Efendi oğulları Hafız Emin ve Seyit Mehmed Efendiler.

Aynı defterde asistanlar da sırasıyla şöyledir: 1693’te Mustafa bin Hüseyin, sonra Ahmed bin Mustafa, ve akabinde Mustafa Efendi’nin oğulları Mustafa ve Mehmed Efendiler. 1762’ye gelindiğinde asistan, Ahmed Efendi’dir. Daha sonra oğlu, Mehmed Efendi geliyor. Onun da ölümüyle bu makama başka bir Mustafa bin Ebubekir geliyor. Kayıtlar bu şahısla sona ermektedir.
Bahsedilen vakıf defterinde herkesin görevi ve maaşı yazmakta olup, personel arasında gelir uçurumları yoktur.

Defterde önemli bir hata göze çarpmaktadır. Darüşşifayı kuranın Sultan Alâeddin olduğu yazılıdır. Oysa ki bu hastaneyi yaptıran Anber bin Abdullah isimli şahıstır. Hastane vakfiyesini ise Alâeddin bin Ali isimli bir şahıs yaptırmıştır. Bu kişinin, İlduş Hatun’un kardeşi olduğu kabul edilmektedir. Alâeddin bin Ali Pervane, çok büyük bir emirdir ve babası İzzeddin Mehmed ibn Muinüddin Süleyman Pervane ile beraber Amasya’daki Pervane Camii’nde medfundurlar. Günümüzde bu vakfiye, maalesef yok olmuştur.

Bina Klasik Selçuklu eserlerinin özelliklerini taşımaktadır. Zengin süslemeli bir ana girişi vardır. Kapı kemerlerinin kilit taşında, ilk defa rastlanan bir motif olarak, bağdaş kurmuş bir insan figürü işlenmiştir. Ana girişin sağ ve solunda birbirinin aynı iki pencere bulunur. Bimarhane Tanzimat'la beraber önemini yitirmiş, önce ipekböceği kozacılarının yeri, sonra da Amasya esnafının deposu olarak kullanılmıştır. 1939 depreminde harap duruma gelmiş, 1945 yılında dış cephesi kısmen onarım görmüştür. Son olarak da 1992 yılında restorasyon çalışmalarına başlanmış, bu çalışmalar 1997'de sona ermiştir. 1999 yılından itibaren de Belediye Konservatuarına devredilmiştir. Halen Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği ve Tasavvuf Müziği alanlarında çalışmalar yapılmakta, çeşitli enstrümanlar için kurslar düzenlenmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder