Yaşar Gökçek Hoca'ya:
İstanbul, Küçükyalı'daki evinde, Seyyid Hüsâmeddin Aydın'la beraber:
-Hocam, Hacı Veyiszâde merhumu ilk defa nerede, nasıl tanıdınız?
Sizin bu konuda çok ilginç hatıralarınız vardır.
Anlatır mısınız, lütfen? diye sordum.
-1958 yılının Ağustos veya Eylül'ü. İstanbul'da işim bozulmuş, Anadolu'ya mı gitsem, İstanbul'da mı bir gayret göstersem diye düşünüyorum.
Bir karar veremedim.
Böyle bir arayış içinde yolum Konya'dan geçiyordu.
Sabahın en temiz saatleri. Sabah ezanları henüz daha yeni okunmuş.
Bugünkü eski -o tarihlerde yeni- garaja indim.
Orada bir otele yerleştim.
Sabah namazını kılacağım.
Şöyle bir baktım, otelin penceresinden.
Aziziye Camii'nin ışıkları parıldayıp duruyor karşıda.
Abdestim de var, hemen koştum, câmiye girdim ama, namaza durmuşlar.
Ayakkabılarımı çıkardım, safa girdim.
Namazdan sonra Hoca Efendi döndü.
Tesbihlerden, duadan ve Aşr-ı Şeriften sonra bir sohbet başlattı.
Sonradan öğrendim ki, Hoca Efendi her gün yaparmış bu sohbeti.
İşrak sohbetleri meşhurdu Hoca Efendi'nin; pek de lezzetli olurdu.
Sohbetten sonra cemaat dağıldı.
Ben çıkmadım henüz.
İlk defa görüyorum Hoca Efendi'yi.
O da beni ilk defa görüyor.
Bir ara gözgöze geldik:
-Nereden geldiniz? diye sordu.
Ben de:
-İstanbul'dan geliyorum Efendim, dedim.
-Hazreti Mevlânâ'dan vize almaya mı geldiniz? dedi.
-Evet efendim! dedim.
-Güzeel!.. dedi.
Biz bu konuşmayı yaparken cemaat tamamen dağıldı.
Câmi boşaldı.
Hoca Efendi odasına gitti, ben de çıkacağım...
Ama baktım; ayakkabılarım yok!..
Artık câmiden bir çift takunya aldım, sonra ayakkabı alınca onları geri getirdim filân derken, biz bir müddet, Aralık ayına kadar, üç dört ay Türkiye'nin çeşitli yerlerinde dolaştık durduk.
Yeni bir iş kurmak için arayış içindeyiz ya!..
O süre içinde, Allah nasib etti, Mardin Cizre'de Seyda Hazretlerine intisab ettik.
Meseleyi O'na da arz ettik tabii.
Seyda Hazretleri:
İster Konya'ya yerleş, ister Diyarbakır'a...
Hangisini seçersen seç, senin için de hayırlıdır! dedi.
Hoca Efendi'nin kalbimde kalan hatırası beni Konya'ya çekti.
Bir Perşembe akşamıydı.
Tekrar Konya'ya geldim.
Ertesi gün cuma.
Gittim Aziziye'ye...
Aziziye'de yer bulamadım.
Cuma'yı Sultan Selim'de kıldım, tesbihleri beklemedim.
Hoca Efendi'yi kaçırmayayım diyerekten...
Aziziye'ye koştum.
Câmiye girdim.
Hoca Efendi'yi câmiin içindeki odasında yakaladım.
Ellerini öptüm.
Ben zannediyorum ki ben karar verdim.
Oysa daha evvel kararı veren vermiş.
Dedim ki:
-Efendim, ben Konya'ya yerleşmeye karar verdim.
Lütfedin, dua buyurun!
Şöyle gözlerini kırpıştırarak:
-Sen, bir kaç aydır ortada yoksun...
Bunun için mi dolaşıyordun?
Karar vermek için mi dolaştın?
-Evet Efendim! dedim.
-Oğlum, o sabah ayakkabıların çalındı ya!
-Evet Efendim!
-Taa o gün senin Konya'da kalmana karar verdik.
Sonra, hanımı ve çocukları getirdim.
Konya'ya yerleştik.
Konya'ya daha gelir gelmez hanımı götürdüm.
Dedim ki:
-Efendim, bizim nikâhımızı tazele!
Bundan sonra biz İslâmî bir hayat yaşamak istiyoruz.
Her şeyimizi yeni baştan tashih ederek tazelemeyi arzu ediyoruz...
Nur içinde yatsın..
Nikâhımızı tazeledi, dua etti.
Sonra, Hanıma sordu:
-Kaç çocuğunuz var? dedi.
-Dört çocuğumuz var efendim! dedi Hanım.
Bunun üzerine Hoca Efendi:
-Bundan sonraki...
Bu gelecek beşinci değil amma, ondan sonraki benim! dedi.
Bunun üzerine hiç bir yorum yapmadık biz.
Allah razı olsun, Allah rahmet eylesin,
Hanım da çok sevdi, severdi Hoca Efendi'yi.
Madem ki Hoca Efendi Hazretleri böyle söylüyor, elbet bunda da bir kerâmet vardır, dedik, boyun büktük.
* Hacı Veyiszâde, Mustafa ÖZDAMAR, 1997, s.209, 210, 211, 212.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder