Aslında kendisi de huzursuzdur ama, ısrarlara dayanamaz ve kısa süreliğine de olsa, kızını ziyârete gider.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra, o gecenin karanlığa ve sessizliğe gömüldüğü saatlerinde, herkes derin uykuya dalmışken, kapının zili çalar.
Başta Fatma Hanım olmak üzere bütün aile ferdinin, gecenin 3'ünde çalan bu zil üzerine, amîyâne bir tabirle yüreği ağzına gelir.
Damadı, kızı ve kendisi, pür telâş kapıya gelince, kim o diye sorarlar...
Ses yoktur, tekrar tekrar sorulan bu soruya, nedense hiç bir cevap alamazlar ve bunun üzerine Fatma Hanım'ın damadı, kapıyı yavaşça açar.
Ortalık karanlık ve herkes korku içerisindedir.
Fakat kapı açılmasıyla çok enteresân bir şey olur ve evin her tarafına türbenin kendine mahsus, o mis gibi kokusu yayılıverir.
Ve, tam o esnâda gündüz, kızıyla beraber dinlediği müzik setindeki, ilâhi kâseti de bir anda kendiliğinden çalışmaya başlar.
Ailenin tüm fertleri ürperti içerisindedir.
Fatma Hanım, belki de anlamıştı zuhûr eden olayın hakikâtini, ama bu durumun farkına varan kızı, ondan önce davranır ve panikle der ki;
-Anne, anladım ben onun kim olduğunu...
Gelen Ateşbâz Dede, arkandan gelmiş, seni çağırıyor!
Evin içerisinde bulunan herkes, adeta dümura uğramıştı ve söyleyecek söz bulamıyorlardı.
Fatma Hanım, gözünün önünde cereyan eden bu âhvâl karşısında, daha fazla beklemez ve ertesi
günü mürşidinin yanına, Konya'ya döner...
- Ateşbâz-ı Velî, Nezahat BEKLEYİCİLER, s.110, 111.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder