Ahmet Ağa’nın Ekrem Babacan isimli bir dostu, henüz onunla tanışmadan evvel, Ankara’da gittiği bir Cuma camisinde anlatılan, veliler ve kerametleri hakkındaki hutbeden çok etkilenir.
Namazı müteakip imam efendiye “hocam, şu anda hutbede belirttiğin vasıfları taşıyan bir veli var mıdır?” diye sorar ve kendisine söylemesini ister.
Hoca efendi ise “aradığınız takdirde bulabilirsiniz” cevabını verir.
O şahıs da “bizim içimize katılabilmen için önce büyük bir günah işlemen gerekir” der.
Ekrem Babacan bu şahsa aldanarak ve böyle bir fiil işlemek arzusuyla gençlik parkında dolaşmaya başlar.
Kendini bilmez bir şekilde parkta gezindiği sırada arkasından bir el omzuna dokunur ve “sen dosdoğru Konya’nın Lâdik köyüne gideceksin.
Senin derdinin çaresi ordadır” der.
Bu işe bir anlam veremeyen ve çok şaşıran Babacan ise, hiç vakit geçirmeden hemen Lâdik’e gelir ve Ahmet Ağa ile görüşür.
Bu görüşmeden sonra Ahmet Ağa ile arkadaş ve dost olurlar.
Bu dostlukları senelerce devam eder.
İşte bu Ekrem Babacan’a bir keresinde dedem güzel bir Kur'an-ı Kerim hediye eder.
Daha sonraki gelişinde "Ne yaptın Kur'anı Kerim’i" deyince; “Güzel bir kap yaptırdım, evimin kıble tarafındaki duvarına astım." der.
Dedem:
-Ben sana onu sakla, bir duvara as diye vermedim.
Onu sana, oku diye verdim, der.
Arkadaşı evine gider gitmez Kur’an’ı okumaya başlıyor ve birçok manevi ikramlara mazhar oluyor.
Ekrem Babacan bir keresinde Lâdiklilerin ve civar yerlerden insanların bulunduğu bir sohbet meclisinde; bir aşr-ı şerif okunmasını ister.
Mecliste bulunan hafız Kamber hoca, Kur’an’dan bir âyeti yedi vecih üzere ayrı ayrı okur.
Tilâvetten sonra Babacan, okunan âyetin tefsirini bu güne kadar kitaplarda yazılanlardan çok farklı bir şekilde ve saatlerce; ayetin sebeb-i nüzûlünden tutunuz da, ayette bahsedilen hadiselere kadar her şeyi, sanki gözüyle görmüş gibi, canlı bir şekilde anlatır.
Sohbetin sonunda halktan iki kişi elini öperken ağlamaya başlar.
Onlara “ikiniz de bu sene güleceksiniz İnşâallâh” der.
O sene bu şahıslar hacca giderek sevinçlerin en büyüğünü yaşamışlardır.
Bu sohbetinde de görüldüğü gibi Ekrem Babacan’ın çok bilgili, kültürlü, nezaket sahibi ve terbiyeli bir İstanbul efendisi olduğunu hattâ yedi dil bildiğini söylememiz gerekir.
O sakallı olanlara elini öptürmez, onlardan önce davranarak ellerini öperdi.
Yine dedemin arkadaşı olan bu Ekrem Babacan, Bursa’da bir hastanede rahatsızlığı sebebiyle yatıyordu.
İskenderun’dan ve Erdemli’den sevenleri ziyarete giderlerken Lâdik’e de uğrayıp, bana “gidersen seni de götürelim” dediler.
Ben de “arabanızda yer varsa gideyim” dedim.
Onlarla beraber Bursa’ya, Ekrem Bey’in yattığı hastaneye kadar gittik.
Geçmiş olsun dileklerimizden sonra Ekrem Babacan, dedemle ilgili iki hatırasını nakletti.
İlkinde, büyükelçi olan oğlunun Ankara’daki ameliyatını anlattı:
“Benim mahdum Ankara’da ameliyat oldu.
Lâkin ameliyatı istenilen şekilde başarılı geçmediği için herhangi bir iyileşme görülmedi ve hattâ rahatsızlığı da gün geçtikçe fazlalaşmaya başladı.
Biz bu sıkıntılar içinde kıvranırken gece yarısı Ahmet Ağa ve arkadaşları oğlanın yanına gelmişler:
-Hiç korkma oğlum!
Biz ameliyatta yapılan hatayı düzeltip seni rahata kavuşturacağız, demişler.
Yeniden manevi bir ameliyat yapıp gitmişler.
Şimdi ise oğlan, Allâh’a şükür sağlık ve sıhhatine kavuştu.
Ben Ahmet Ağa’nın birçok himmetine nail oldum, Rabbime şükürler olsun.
Keşke kabul etseydi de koyunlarına çoban olsaydım” dedi.
Ekrem Babacan Bursa’daki hastanede tedavi olduktan sonra Lâdik’e dedemin mezarına ziyarete geldi.
Daha sonra uğradığı odada, sohbet yapıldıktan sonra evimizin avlusuna çıktı ve: “Ev halkından kim varsa yanıma gelsin, belki bu görüşmemiz son olabilir, sizlerle helalleşmeye geldim” dedi ve devam etti:
“Size iki şey söyleyeceğim:
Birincisi Allâh’ın Merhameti…
Cenâb-ı Allâh’ın merhameti o kadar büyüktür ki ben size bunu anlatacak olursam ibadeti, taati bırakırsınız.
Onun için şimdilik burayı bir geçelim.
İkincisi kader meselesi…
Evlatlarım!...
Herkes kaderine razı olsun.
Allâh’ın takdir ettiği kadere mecbur razı olacağız.
Cenab-ı Allâh, Kur’an-ı Kerim’inde “Razı olmayanlar kendilerine başka bir Rabb arasın” diyor.
Allâh’tan başka Rabb mi var da arayacağız..? Hepiniz hakkınızı helâl edin” dedi.
Sonra Lâdik’ten ayrılıp gitti.
Kısa bir süre sonra da dostunun ve dostlarının yanlarına hicret etti.
Kaynak: Lâdikli Ahmed Ağa, Mustafa ÖZDAMAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder