Sanatı:
Gazetecilik.
Nereye gideceği: İzmir’e.
9 Eylül 338 (1922) tarihli yolculuk
vesikam şimdi masamın üstünde.
Arka
sayfasında fesli resmim ve biri Fransızca, biri İngilizce iki vize var. Sözde
kendi memleketimizdeyiz.
Yakup
Kadri ile beraber Paquet kumpanyasının Lamartine vapurundayız. Ta Kadifekale’de
Türk bayrağını görünceye kadar İzmir’e çıkıp çıkmıyacağımızı bilmiyorduk. Eğer
bir gecikme olmuşsa, vapurda kalacaktık.
Limanda
derin bir sessizlik. Zırhlıları ile, kruvazörleri ile, torpidoları ile İngiliz
donanması orada.
Fakat bir dev uyumuş da ürkütmemek için sanki hepsi birbirine:
‘’Sus!’’ diyor. Lamartine vapurunun Akdeniz memleketlerine gidecek bütün
yolcuları da içlerinden konuşmakta. Bazılarının sözlerini bakışlarından
işitiyorum:
‘’Zavallı şehir, yine mi Türklerin eline
geçti?’’
Bir
motörle neşeli birkaç Türk subayı geldi. Güvertede Yakup ile benim
vesikalarımıza baktılar. İsimlerimizi de tanımış olmalı idiler. Hemen izin
verdiler.
Rıhtım
boyu kapı eşiklerine çömelen silâhlı askerlerle karşılaştık. Yüzleri güneş
yanığı, üstleri başları toz içinde, hepsi taze zafer tütüyor. Fakat bir
savaştan değil, bir trenden çıkmış gibi sade ve gösterişsiz bir hâlleri var:
— Ne
yaptınız? diye sorsak, belki de:
— Hiç!
deyip başlarını çevirecekler.
Boz
esvaplarının büsbütün rengi atmış, sigara içiyor ve gelene geçene bakıyorlardı.
Önce Kramer
Palas oteline gidip güçlükle üst katta bir oda bulduk ve eşyalarımızı
bıraktık.
Otel
yabancı ve yerli Hristiyanlarla dolu idi. Sonradan bize anlattıklarına göre Mustafa
Kemal de şehre girince bu otele uğramış. Ne sırması, ne de önünde arkasında
koşuşan generalleri ve subayları var. Dolu salona girmek isteyince, garson yer
olmadığını söylemiş. Fakat müşterilerden biri tanıyıp da:
— Mustafa
Kemal... Mustafa Kemal... diye bağırınca, kalabalık birbirine girer. İhtimal
hepsi dağılacaklar. Mustafa Kemal kimsenin rahatsız olmamasını rica eder ve
yanındakilerle bir masaya oturur. Garson mudur, otel müdürü müdür, artık kim
önce koşup gelmişse birer kadeh içki istediklerini söyler ve sorar:
— Kral
Kostantin hiç bu otele gelip de bir kadeh rakı içti mi?
— Hayır
paşa efendimiz!
— Öyle ise
neden İzmir’i almak istemiş? der.
İzmir’e
girişinin ilk zevkli saatlerinden birini o masada geçirir.
Sokağa
çıktık. Başında Ankara kalpağı ve uzun boyu ile Ruşen Eşref göründü:
— Mustafa
Kemal Paşa’yı göreceksiniz, tabiî... Ben sizi götüreyim... Karargâhı hemen
şuracakta, eski bir Rum evinde ... Neler gördük neler... Tarih olduk
artık.
Çankaya, Falih Rıfkı Atay - Sayfa:371/372
adam izmiri sanki rakı içmek için işgal etti...
YanıtlaSil