Kocasının işi son günlerde iyice bozulmuştu.
O kadar ki diğer ihtiyaçların te`mini şöyle dursun iki çocuğun karnını doyuracak bir sofra hazırlama imkânından bile mahrum kalmıştı.
Şayet beyi o gün akşama da sofra kuracak bir şey getiremezse hareketsiz bekleyen çocukların durumu tehlikeye girecekti.
Binbir endişe ve elem içinde akşamı iple çekmeye başladı.
Nihayet geç saatlerde kapıyı çalan kocası elinde bir paketle gelmiş, buruşuk etten ibaret paketi heyecanla kapan kadın sevinçle mutfağa koşarak pişirdiği eti derhal sofraya getirip açlıktan tâkatsız düşmüş çocuklarıyla birlikte yemeye başlamışlardı.
İşte o sırada komşusunun küçük çocuğu içeri girdi ve sofranın başına dikilerek yenen etten istemeye başlardı.
Kadıncağız aceleyle bir kendine, bir de çocuklarına yetiştirdiği lokmalardan birini de küçüğe uzatınca kocası:
- Hayır hayır, ona verme, onlara bu et haramdır! diye ikazda bulundu.
Komşu çocuğu buna üzülmüş, ağlayarak evlerinin yolunu tutmuştu.
O güne kadar kimseden böyle bir karşılık görmeyen zengin çocuğu, babasına durumu anlattı ve bir lokma et vermediklerini şikâyet ederek "O etten ille de isterim" diye tutturdu.
Bu defa çocuğun sesini bir türlü kesemeyen baba, elinden tutarak bitişik komşunun evine gelmeye mecbur kaldı.
Onlar halen sofradaydılar.
- Çocuktur, halden anlamıyor, şunun sesini kesmemiz için bir lokma et rica edeceğim, dedi.
Fakat adamın cevabı kesindi:
- Kusura bakmayın, ben bu etten size veremem.
Çünkü bu bize helâl, fakat size haramdır!
- Neler söylüyorsun komşu, size helâl olan şey bize nasıl haram olur?
- Olur komşucuğum, olur.
Fakat gel, benim bu sırrımı fâş etme, şimdiye kadar kimseye açmadığım derdimi şimdiden sonra da açmak zorunda bırakma!
- Hayır, bu sözlerinden bir şey anlamıyorum; çocuğa bir lokma et vermeyişinin mazeretinden başka bir lâf değildir bu.
Mecbur kalmıştı işin içyüzünü anlatmaya.
Elindeki mendiliyle gözyaşlarını silen adam titrek sesle mes`elenin içyüzünü anlatmaya başladı.
- Günlerdir şu sofraya ne bir katık, ne de bir parça ekmek getirmek saâdetinden mahrum kalmıştım.
İşlerim büsbütün tersine gidiyor, yakamıza sarılan fakirlik bize aman vermiyordu.
Bugün artık tahammülümüzün bittiği gündü.
Çocuklar bugün de bir lokma olsun bir şey yemezlerse hayatları tehlikeye girecek, bu durumun arkasından ölüm gelecekti. İyice muztar kalmıştık.
Bu yüzden yol kenarına atılmış bir koyun leşinden kestiğim bir parça eti kâğıda sararak getirdim.
İşte soframızda gördüğün et o koyun leşinden koparıp getirdiğim ettir.
Biz muztar kaldığımız için bu haram etten yiyebiliriz,
Ama sizler (Allah daha çok versin) servetinin hesabını bilmeyecek kadar zengin kimsesiniz, siz muztar kalmadığınız için böyle haram etten yemeniz de câiz olmaz.
Çocuğunuza bir lokma et vermeyişimin asıl sebebi budur!..
Komşusunun bu izahından sonra başını yere eğerek utanan zengin adam, birşey söylemeden oradan çıkar ve doğruca şahsına âit sürünün çobanını bulur, ona şu emri verir:
- Ben derin vicdan azâbı çekmeye başladım, büyük mes`uliyet altında olduğum inancındayım.
Bizim, ölü koyunun etini sofralarında katık yapacak kadar zarurete düşen bitişik komşumuzdan haberdar olmayışımız büyük bir günahtır.
Koyunların yarısını derhal işâretle...
Onları şu andan itibaren komşuma hibe ediyorum, haber ver!
Sonra dükkânına gelen adam oradan da bir miktar yiyecek ve giyecek alır, komşuya gönderir.
Onu yokluğun acı pençesinden kurtarır.
Sadece şahsını düşünen bir zengin olmaktan Allah`a sığınarak tevbe ve istiğfarda bulunan bu zengin, bir akşam rü`yasında Resûlüllah`ı görür, ondan evvelâ bir îkaz, sonra da bir müjde alır:
- Servet Allah`ındır.
Bâzı kulları ise tevziat memurudurlar.
Allah`ın sana muhtaçlara vermek üzere emânet ettiği servete ihanet eder duruma düşmüş, komşunun koyun leşi yiyecek hale düşmesine alâkasız kalmıştın.
Bereket ki en sonunda durumlarını öğrenip tam zamanında yardım yaparak onları kurtardın!
Müjdeler olsun sana, Allah yardımını kabûl etti.
Cehennem`e ilk girecek zenginlerden iken, bu defa Cennet`e evvel girecek servet sâhiplerinden oldun!..
O kadar ki diğer ihtiyaçların te`mini şöyle dursun iki çocuğun karnını doyuracak bir sofra hazırlama imkânından bile mahrum kalmıştı.
Şayet beyi o gün akşama da sofra kuracak bir şey getiremezse hareketsiz bekleyen çocukların durumu tehlikeye girecekti.
Binbir endişe ve elem içinde akşamı iple çekmeye başladı.
Nihayet geç saatlerde kapıyı çalan kocası elinde bir paketle gelmiş, buruşuk etten ibaret paketi heyecanla kapan kadın sevinçle mutfağa koşarak pişirdiği eti derhal sofraya getirip açlıktan tâkatsız düşmüş çocuklarıyla birlikte yemeye başlamışlardı.
İşte o sırada komşusunun küçük çocuğu içeri girdi ve sofranın başına dikilerek yenen etten istemeye başlardı.
Kadıncağız aceleyle bir kendine, bir de çocuklarına yetiştirdiği lokmalardan birini de küçüğe uzatınca kocası:
- Hayır hayır, ona verme, onlara bu et haramdır! diye ikazda bulundu.
Komşu çocuğu buna üzülmüş, ağlayarak evlerinin yolunu tutmuştu.
O güne kadar kimseden böyle bir karşılık görmeyen zengin çocuğu, babasına durumu anlattı ve bir lokma et vermediklerini şikâyet ederek "O etten ille de isterim" diye tutturdu.
Bu defa çocuğun sesini bir türlü kesemeyen baba, elinden tutarak bitişik komşunun evine gelmeye mecbur kaldı.
Onlar halen sofradaydılar.
- Çocuktur, halden anlamıyor, şunun sesini kesmemiz için bir lokma et rica edeceğim, dedi.
Fakat adamın cevabı kesindi:
- Kusura bakmayın, ben bu etten size veremem.
Çünkü bu bize helâl, fakat size haramdır!
- Neler söylüyorsun komşu, size helâl olan şey bize nasıl haram olur?
- Olur komşucuğum, olur.
Fakat gel, benim bu sırrımı fâş etme, şimdiye kadar kimseye açmadığım derdimi şimdiden sonra da açmak zorunda bırakma!
- Hayır, bu sözlerinden bir şey anlamıyorum; çocuğa bir lokma et vermeyişinin mazeretinden başka bir lâf değildir bu.
Mecbur kalmıştı işin içyüzünü anlatmaya.
Elindeki mendiliyle gözyaşlarını silen adam titrek sesle mes`elenin içyüzünü anlatmaya başladı.
- Günlerdir şu sofraya ne bir katık, ne de bir parça ekmek getirmek saâdetinden mahrum kalmıştım.
İşlerim büsbütün tersine gidiyor, yakamıza sarılan fakirlik bize aman vermiyordu.
Bugün artık tahammülümüzün bittiği gündü.
Çocuklar bugün de bir lokma olsun bir şey yemezlerse hayatları tehlikeye girecek, bu durumun arkasından ölüm gelecekti. İyice muztar kalmıştık.
Bu yüzden yol kenarına atılmış bir koyun leşinden kestiğim bir parça eti kâğıda sararak getirdim.
İşte soframızda gördüğün et o koyun leşinden koparıp getirdiğim ettir.
Biz muztar kaldığımız için bu haram etten yiyebiliriz,
Ama sizler (Allah daha çok versin) servetinin hesabını bilmeyecek kadar zengin kimsesiniz, siz muztar kalmadığınız için böyle haram etten yemeniz de câiz olmaz.
Çocuğunuza bir lokma et vermeyişimin asıl sebebi budur!..
Komşusunun bu izahından sonra başını yere eğerek utanan zengin adam, birşey söylemeden oradan çıkar ve doğruca şahsına âit sürünün çobanını bulur, ona şu emri verir:
- Ben derin vicdan azâbı çekmeye başladım, büyük mes`uliyet altında olduğum inancındayım.
Bizim, ölü koyunun etini sofralarında katık yapacak kadar zarurete düşen bitişik komşumuzdan haberdar olmayışımız büyük bir günahtır.
Koyunların yarısını derhal işâretle...
Onları şu andan itibaren komşuma hibe ediyorum, haber ver!
Sonra dükkânına gelen adam oradan da bir miktar yiyecek ve giyecek alır, komşuya gönderir.
Onu yokluğun acı pençesinden kurtarır.
Sadece şahsını düşünen bir zengin olmaktan Allah`a sığınarak tevbe ve istiğfarda bulunan bu zengin, bir akşam rü`yasında Resûlüllah`ı görür, ondan evvelâ bir îkaz, sonra da bir müjde alır:
- Servet Allah`ındır.
Bâzı kulları ise tevziat memurudurlar.
Allah`ın sana muhtaçlara vermek üzere emânet ettiği servete ihanet eder duruma düşmüş, komşunun koyun leşi yiyecek hale düşmesine alâkasız kalmıştın.
Bereket ki en sonunda durumlarını öğrenip tam zamanında yardım yaparak onları kurtardın!
Müjdeler olsun sana, Allah yardımını kabûl etti.
Cehennem`e ilk girecek zenginlerden iken, bu defa Cennet`e evvel girecek servet sâhiplerinden oldun!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder