Nuri Keçebaş anlatıyor:
-Harrani'yi anlatan oldu mu hiç?
-Hayır! Hiç duymadım onu! Kim bu zat, Urfalı galiba?
-Evet! Urfalı.
Ahmed Ağa'nın o gayb ricâli arkadaşlarından biri Harrani.
Ayrı bir meşrebi vardı onun.
Evvelce Şam'daymış, biz Medine-i Münevvere'de gördük, sonra, bir ara Lübnan'a, oradan da Bursa'ya geldi.
Bursa'da kaldı epeyce.
Sonra İstanbul'a geldi, burda vefat etti.
Hacı Ahmed Ağa, ondan söz ederken; "O âlim oğlum, benim gibi değil, ben câhilim!..
Ah Harrani gibi olsam" filân derdi.
Bir gün bir mevzu oldu, birisi israil'i, yahudileri sordu.
İşte o Arab-İsrail savaşlarının olduğu sıralardaydı galiba:
"Bu Yahudiler iyice şirnedi!..
Ne olacak bu berbat gidişatın sonu Hacı amca?" diye sordu biri de:
-Aaaaah oğlum ah, izin yok!
Bir izin olsa... Töbeler (tevbeler) olsun bir Harrani'ye yetmez İsrail! dedi, Ahmed Ağa.
Ahmed Ağa'ya şu israil'den, yahudi şirnekliğinden söz ettik de: "Ah bir izin olsa, bir Harrani'ye yetmez o şirnek israil amma, izin yok!.. dedi. Sen ne dersin baba?" diye sormuşlar.
Bunun üzerine, şöyle biraz durduktan sonra, şunu söylemiş Harrani:
Doğru söylemiş.
Benim gibi bir ktipiyoz bunu yaparsa, Ahmed Ağa'nın neler yapabileceğini varın siz hesab edin artık..Bunu o Tahsin abi anlattı bana.
Harrani'nin farklı bir meşrebi vardı.
O konuşmaya başladığı zaman, eğer can kulağıyla dinlenir de, araya bir şey karışmazsa, müdahale olmazsa, neler anlatırdı neler....
Ama bir soru soran filån oldu mu: "Çorbayı çok severim, üstüne de şerbet isterim! Nazımı çek, niyazını al! Çek arabanı çek!" gibi alakasız bir şey söyler kapatırdı, soru sorulmasından hoşlanmazdı.Ahmed Ağa böyle değildi.
O her şeyi açık açık konuşurdu.
Hatta bazan: Benim gibi bir boşboğazı bulamazsınız bir daha!
Arkadaşların bir çoğuna yasak bunları anlatmak...
Ben câhil olduğum için beni selbes (serbest) bıraktılar! derdi rahmetli.Şöyle söylemiş bir gün Harrani.
Ben o mecliste yoktum:
Biz halden hale geçeriz!
Fakat Hazret -diyor Hacı Sâmi Efendi Hazretleri için- onlar, temkin makamında...
Onlar temkindedir, onlarda televvün (renkten renge girme, çeşit çeşit olma) olmaz.
İrşadla vazifeli onlar çünki.
İrşad makamında televvün olmaz.
Fakat mesela Kayserili Cemil Baba vardı, o da Harrani gibiydi.
Birisi bir şeyler kurcalamaya başlayınca:
"Dam kapı saksağan! Çek kazmanı kabirden!" gibi alakasız bir şey söyler kapatırdı.
Efendim her zaman var bunlar.
Mesela Hacı Ahmed Ağa şöyle derdi:
"Oğlum, dünya'da her zaman bir Kutub, iki tane imameyn...
Üçler, yediler, kırklar, üçyüzler ve bir de Ricâlü'l Ğayb (Ğayb Adamları) bulunur...
Hiç eksik olmaz bunlar.
Bunların birisi vefat ettiği zaman, yerine birisi getirilir. Fakat öyle birden bire gelemez.
Öyle hazır hale gelmeden gelirse yanar, dayanamaz.
Hicablardan geçirilir!" derdi.
Sizin anlayacağınız, bir sürü kursa tabi tutulur-bir sürü deneyden geçirilir- ondan sonra getirilir o makama...
Öğle adam nerden bulunur şimdi oğlum? derdi.
Bazan biz karamsarlığa kapılıp da:
"Bu gidişatın sonu ne olacak Ahmed Ağa?" diye sorduğumuz zaman:
"Küfrün beli kırıldı oğlum, korkmayın!
Sizler İnşaallah iyi günler görürsünüz!
Ben belki göremem amma siz görürsünüz İnşallah!" derdi.
Sonra bir de şu var, bu evliyaullah da benim hayret ettiğim şu, karamsarlık diye bir şey yok onlarda. Hatta bir kaç defa da söyledim bunu Hacı Ahmed Ağa'ya:
Yahu Hacı amca, biz buraya geliyoruz.Elhamdülillah bizim gönlümüzü genişletip gönderiyorsunuz derdim de:
"Ne var oğlum korkacak?
Allah'ın ne kulları var...
Geceden sonra neler oluyor, haberiniz var mı?" diye böyle serinlik verirdi.
Evliyaullah'ın kalblerinde şey oluyor, yani diğer insanlara öyle korku, hüzün verecek şeylerde bulunmuyorlar.
Defalarca gördük, yaşadık bunu biz.
Batınla pek alış verişi olmayan bir zahir Hocasına gidersin, kendi ufkunu da, senin ufkunu da zifir gibi karartır:
"Bitti artık, her şey bitti!
Hiç bir şeyde hayır kalmadı!
İşte şudur budur" filan derken "havf" içinde "reca"yı boğar öldürür nerdeyse...
Müsbet bir tesiri de olmuyor tabii söylediklerinin...
"Hal" ve "kål" bütünlüğü var onlarda.
Kendisine "hal" olmayan bir şeyi "kal" (sōze) dökmüyor onlar.
Onun içinde tesirleri müsbet ve kalıcı oluyor.
Kaynak: Lâdikli Ahmed Ağa, Mustafa ÖZDAMAR Sh.: 172, 173, 174
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder