İsrail oğullarından bir rahip vardı güzellik ve cemal sahibi biriydi. Eli ile sele sepet örerdi; satardı. Bir gün padişahın kapısı önünden geçiyordu.. Padişahın hanımına ait cariyelerden biri onu gördü. Hemen hanımının yanına gitti ve şöyle dedi:
Şurada bir erkek var. Ondan daha güzelini görmedim. Sele sepetle geziyor.
- Onu hemen içeri al, deyince, cariye onu içeri aldı. O erkek içeri girince, baktı; güzelliğine hayran oldu. Şöyle dedi:
- O sele sepeti at. Şu elbiseyi al. Sonra cariyesine döndü; şu emri verdi:
- Ey cariye yağ ve koku getir. Bu erkekle olan işimizi görelim. O da bizimle olacak işini bitirsin. Bundan sonra, o adama döndü, Şöyle dedi:
- Artık, seni bu sele sepeti satmaya muhtaç bırakmayız. O erkek:
- Ben, senin istediğini istemiyorum, diye bir kaç defa tekrarladı. Onun bu çekimser tavrına karşılık, hanım şöyle dedi:
- Eğer istemezsen, seninle olacak işimizi görmedikten sonra, buradan çıkamazsın. Sonra, emretti kapıları kilitletti. Abid, Bu hali görünce, söyle sordu:
- Sizin bu köşkünüzün üst katları yok mudur?
- Vardır, dedikten sonra, cariyesine emretti:
- Bunu al yukarı çıkar, elini yıkasın. Dam kısmına çıktığı zaman, Yüksek bir köşk olduğunu gördü. Hiç bir şeye takılmadan kendini aşağıya atabilirdi. Bundan sonra, nefsine çıkışmaya başladı:
- Ey nefsim! yetmiş yıldır; Rabbin rızasını istersin geceli gündüzlü hırsla O'na çalıştın. Öyle bir gece geldi ki, bütün yaptıklarını bozacak. Vallahi, bu gecenin hıyaneti sana gelirse, yapmış olduklarının tümünü hiç eder; Allah'ın huzuruna bu kalan işinle çıkarsın. Bundan sonrasını Rasûlullah (s.a.v)'tan dinleyelim. Şöyle anlattı:
- "O abid kişi, kendini aşağı atmaya hazırlanıyordu. Allah-u Teâlâ :
- Ey Cibril, buyurdu. Cibril şöyle dedi:
- Emret, yâ Rabbi! Allahu Teâlâ, tekrar şöyle buyurdu:
- Kulum, dargınlığımdan, Bana karşı günah işlemekten kaçmak için; kendini aşağı atmak istiyor. Kanatlarınla onu karşıla; ona bir kötülük gelmesin. Cibril kanatlarını açtı; şefkatli bir ana gibi onu yere indirdi. Bundan sonra karısının yanına gitti. Sele sepeti yoktu; güneş de batmıştı.
Karısı sordu:
- Sele sepetin parası nerede?
- Onlar para etmedi, deyince, şöyle seslendi:
- Peki bu gece ne yiyeceğiz?
- Bu gece sabrederiz, diye cevap verdi. Bundan sonra, karısına şu emri verdi:
- Kalk tandırı yak. Komşularımız tandırın yanmadığını görünce, kalpleri bizimle meşgul olur. Böyle bir şeyin olmasını hoş görmeyiz. Karısı kalktı; tandırı yaktı. Sonra gelip oturdu. Komşulardan bir kadın geldi:
- Ateşin var mı? Diye sordu.
- Var, içeri gir; tandırdan al, dedi. Kadın girdi; tandırdan ateşi aldı, çıkarken şöyle dedi:
- Oturup kocanla konuştuğunu görüyorum; ama ekmeğin tandırda, nerede ise yanacak. Kadın kaktı; tandırın başına gitti. Bir de baktı ki: tandır ağzına kadar ekmek dolu. Oradan ekmekleri aldı; kabına koydu; kocasının yanına getirdi ve şöyle dedi:
- Rabbin sana böyle bir şey yapması, onun katında ikrama lâyık biri olduğunu gösterir. Allah'a dua et; kalan ömrümüzü de bolluk içinde geçirmemiz için bize ihsanda bulunsun. Kocası:
- Bu hale sabret, dedi: ama kadın ısrar etti. Bu ısrara daha fazla dayanamadı:
- Olur, dedi. Namaz kıldı; Allah'a şöyle yalvardı:
- Allahım! zevcem bana istetiyor. Kalan ömrü için ona bolluk ihsan eyle. Aniden tavan açıldı; bir el uzandı. Onda yakut vardı. Güneş gibi evin içini parlatıyordu. Kadın yakınında uyuyordu. Ayağına dokundu.
- Kalk bak; dilediğin kadarını al. Kadın şöyle dedi:
- Ne acele ediyorsun. Beni bunun için mi uyandırdın? Ben bir rüya gördüm. Kürsülere bakıyordum. Sıra sıra altınlar dizili idi. Yakutla zebercetle süslü idi. Ama onda bir açık yer gördüm
- Bu kürsü kimin? diye sordum. Şöyle dediler:
- Senin zevcine ait. Yine sordum:
- Bu açıklık neden? Şöyle dediler:
- Bu açıklık zevcinden yaptığın istek dolayısıyla oldu. Bunun üzerine ben, senin köşkünde gedik açacak bir şeyi istemedim. Bunun için Rabbine duâ et. Allah'a duâ etti; el geri gitti."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder