Roma İmparatoru Sezar bir konuşmasında uydurma bir kelime kullanır ve bunu birkaç defa tekrarlar.
Âyandan biri hükümdarın sözünü keserek memleket diline hürmet etmesini rica eder.
Bir diğeri ona şöyle der:
“Bahis mevzu ettiğin kelime, tutalım ki memleket dilinden değildir.
Fakat mademki, Roma İmparatorunun ağzından çıkmıştır, artık memleketli olmuştur.”
Diğeri buna şu cevabı verir:
“Sezar! Sen dilediğin insanlara Roma vatandaşlığı sıfatı verir, mevki ve rütbe ihsan edersin.
Fakat memleket dilinden olmayan (uydurma) bir kelimeye Romalı olma hakkını veremezsin.”
Bin yıldır kullanarak millî bünyemize kattığımız, fikir dünyamızın temel taşı hâline gelmiş ve hâlâ kullanılmakta olan “hayat” dolu kelimelere eski damgası vurup, yerine “yaşam” kelimesini yerleştirmeye çalışmak, Türkçeleştirmek değil, olsa olsa dilimizi diri diri mezara gömmektir.
Böyle misaller saymakla bitmez.
Meselâ; “imkân” yerine “olanak”,
“ihtimal” yerine “olasılık”,
“hâkim” yerine “yargıç”,
birbirinden farklı mânâ inceliklerine sahip “ihtilâl”, “inkılâp” ve“ıslahat” gibi kelimeleri topyekün atıp yerine “devrim” kelimesini uydurmak, Türk diline hizmet etmek değil, bilâkis ihânet etmek demektir.
Bir mütefekkir şöyle der:
“Bir milleti değiştirmek istiyorsanız, önce kelimelerini değiştirin!”
Bu sebeple dinden uzaklaştırma siyâseti tâkip edenlerin en mühim vâsıtası dâimâ dil olmuş, yani ondan dînî kelimeleri ayıklamak olmuştur.
Zira insanlar -daha önce de ifâde ettiğimiz gibi- kelimelerle düşünürler.
Mefhumları ve kelimeleri azaltılmış, kısırlaştırılmış ve çarpıtılmış bir “dil” ile derin İslâmî ve millî tefekkürün heyecan ufuklarına açılmak aslâ mümkün değildir.
Bu yapılmadıkça da, davranış ve duygularımızın temelini teşkil eden tefekkür cılızlaşır ve gönül ufku daralır.
Sıhhatli fikirler üretemeyen sığ ve kısır bir tefekkür ile de millî ve mânevî bünyemize kasteden zararlı akımlara karşı durulamaz.
(Osman Nûri Topbaş, Genç Dergisi, Ocak-2015)
Âyandan biri hükümdarın sözünü keserek memleket diline hürmet etmesini rica eder.
Bir diğeri ona şöyle der:
“Bahis mevzu ettiğin kelime, tutalım ki memleket dilinden değildir.
Fakat mademki, Roma İmparatorunun ağzından çıkmıştır, artık memleketli olmuştur.”
Diğeri buna şu cevabı verir:
“Sezar! Sen dilediğin insanlara Roma vatandaşlığı sıfatı verir, mevki ve rütbe ihsan edersin.
Fakat memleket dilinden olmayan (uydurma) bir kelimeye Romalı olma hakkını veremezsin.”
Bin yıldır kullanarak millî bünyemize kattığımız, fikir dünyamızın temel taşı hâline gelmiş ve hâlâ kullanılmakta olan “hayat” dolu kelimelere eski damgası vurup, yerine “yaşam” kelimesini yerleştirmeye çalışmak, Türkçeleştirmek değil, olsa olsa dilimizi diri diri mezara gömmektir.
Böyle misaller saymakla bitmez.
Meselâ; “imkân” yerine “olanak”,
“ihtimal” yerine “olasılık”,
“hâkim” yerine “yargıç”,
birbirinden farklı mânâ inceliklerine sahip “ihtilâl”, “inkılâp” ve“ıslahat” gibi kelimeleri topyekün atıp yerine “devrim” kelimesini uydurmak, Türk diline hizmet etmek değil, bilâkis ihânet etmek demektir.
Bir mütefekkir şöyle der:
“Bir milleti değiştirmek istiyorsanız, önce kelimelerini değiştirin!”
Bu sebeple dinden uzaklaştırma siyâseti tâkip edenlerin en mühim vâsıtası dâimâ dil olmuş, yani ondan dînî kelimeleri ayıklamak olmuştur.
Zira insanlar -daha önce de ifâde ettiğimiz gibi- kelimelerle düşünürler.
Mefhumları ve kelimeleri azaltılmış, kısırlaştırılmış ve çarpıtılmış bir “dil” ile derin İslâmî ve millî tefekkürün heyecan ufuklarına açılmak aslâ mümkün değildir.
Bu yapılmadıkça da, davranış ve duygularımızın temelini teşkil eden tefekkür cılızlaşır ve gönül ufku daralır.
Sıhhatli fikirler üretemeyen sığ ve kısır bir tefekkür ile de millî ve mânevî bünyemize kasteden zararlı akımlara karşı durulamaz.
(Osman Nûri Topbaş, Genç Dergisi, Ocak-2015)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder