15 Haziran 2010 Salı

Saadet’in tazyikiyle hareket etmeyiz

Milliyet Gazetesi'nden Devrim Sevimay'ın AKP Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik İle Röportajı:

15 Haziran 2010



Çelik, “Saadet Partisi bizim rakibimiz. Ama İşçi Partisi de bizim rakibimiz. SP bizim politikamıza yön vermeyecek. Bugüne kadar yapmadık, bundan sonra da yapmayacağız. Türkiye’de siyasette sonuç alıp almama, Gazze politikasıyla bire bir ilintili olmaz” diyor

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’e 11 Haziran tarihli Milliyet’in birinci sayfasında çıkan Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün haritasını gösteriyoruz. “Ortadoğu Birliği’ne ilk adım olarak” da nitelendirilen haritadaki ülkeler arasında serbest ticaret ve vizesiz dolaşım başlatılması hedefleniyor. Çelik’e soruyoruz:

Sizi heyecanlandırıyor mu bu harita?

Tek bir istikamete mahkûm olmamış bir dış politika beni her zaman heyecanlandırıyor.

Doktora çalışmanız sırasında Yeni Osmanlılar Cemiyeti üzerine de araştırmalar yapmışsınız; oradan doğru baktığınızda bu harita ne diyor size?
O zaman şimdi müsaade ederseniz beni bir üç-beş dakika dinleyin. Birinci Dünya savaşıyla birlikte Osmanlı devleti tuzla buz oldu. Ve biz, bizden ayrılan 21 milyon kilometre karelik toprakların ve insanların hemen hemen hepsiyle kavgalı ayrıldık. Çünkü vuruşarak, boğuşarak ayrıldık.
Sonra kimisi İngiliz hâkimiyetine girdi, kimi Fransa hakimiyetine ve biz geldik Anadolu topraklarına sıkıştık. Milli İstiklal savaşıyla birlikte de Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları belirlendi. O güden beri de o büyük gövdenin üzerinde bir filiz devlet olarak devam ediyoruz.

Herkesin commonwealth’i
Şimdi gelelim İngiltere örneğine. İkinci Dünya savaşıyla birlikte İngiliz İmparatorluğu tasfiye oldu. Fakat İngilizler bizden farklı bir şey yaptılar: İngilizler bu insanların büyük bir kısmıyla vuruşarak ayrılmadılar. Onlar daha ustaca davrandılar bence, çünkü savaşmak yerine kendilerine yakın yönetimleri iş başına getirdiler ve Kraliçe onlara özgürlük bahşetti, özgürlük ikramında bulundu.
Sonra daha da önemli bir şey yaptılar, “Commonwealth of Nations” diye bir şey kurdular, yani “İngiliz Milletler Topluluğu”. Bu topluluğa üye 53 ülke var, yani BM’nin yüzde 25’ten fazlası ve bunun üçte biri de İslam devletidir.
Uluslararası bir oylamada İngiliz delegasyonunun eli kalktığı zaman peşinden 52 el kalkmasa bile 42 el kalkıyor. Buna Pakistan ve Bangladeş de dahildir ve bu çok önemli bir şeydir.

Türkiye de mi böyle olsun diyorsunuz?
Hayır, biz ille böyle bir yapı kuralım manasında söylemiyorum, ama bunu da gözardı etmeyin. Aynısını Rusya da yaptı. 90’lı yıllarda SSCB dağıldı, Putin elini hızlı tuttu, Birleşik Devletler Topluluğu’nu kurdu, Sovyet commonwealth’ını oluşturdu. İspanya’nın commonwealth’ı var, Portekiz’in commonwealth’ı var, Hollanda’nın, Belçika’nın commonwealth’ı var.

Treni kaçırmış Türkiye ama...
Biz kaçırmışız, evet. Şimdi gelinen nokta şu: Biz yeni bir Türk commonwealth’i kuralım peşinde değiliz, fakat ben mesela dün Bosna Hersek’teydim. Bakıyorum mesela Boşnakça’da, Sırpça’da 7 bin Türkçe kelime var. Bu insanlarla tarihi bağlarınız, bir kısmıyla inanç bağlarınız var. Saraybosna’daki Başçarşı’yla Bursa’nın bir farkını göremezsiniz mesela. Üsküp’ün merkezinin bir Bursa olduğunu zannedersiniz.

Bu haritaya Balkanlar da katılabilir mi sizce?
Tabii katılabilir, mesela Makedonya, mesela Arnavutluk, mesela Bosna Hersek, hatta Bulgaristan. Mevlana’nın güzel bir sözü var, diyor ki, “Aynı dili konuşan insanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşırlar.”
Şimdi bu önemli bir şey, çünkü dış politikada tek itici güç yoktur, dış politikada birçok etken vardır.

Dolayısıyla treni kaçırdık, ama parçaları birleştirerek de o noktaya varabiliriz mi demek istiyorsunuz?
Ben onları tekrar geri getirelim demek istemiyorum. Ama şu veya bu şekilde bunlar bizim ilgili olduğumuz coğrafyalar ve daha da yakın ilgi içinde olabileceğimiz coğrafyalar.


D-8 bir ütopyaydı
Yani sizin nihai olarak istediğiniz fotoğraf ne?
Fotoğraf şu: Yeni Osmanlı İmparatorluğu kurmak gibi bir hayalciliğimiz yok, aklımızdan bile geçmedi. Heraklitos’un bir sözü var, aynı suda iki kez yıkanılmaz diye. Aynı suda iki kez yıkanılmaz, o Osmanlı bitti. O bir geçmiş, eski, onu unut. Eski hâl, muhâl.
Ama sonuçta tarihi ve kültürel bağlarımızın olduğu insanlarla, sıcak bir zeminde, ekonomik bağlar ve siyasi bağlar da geliştiriyoruz. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Küreselleşme dediğimiz bir olgu var ve Türkiye bunun farkındadır.

Erbakan’ın D-8’i de bir tür küreselleşmeydi?
D-8 bir hayal ürünüydü. D-8’in pratikte hiçbir anlamı yoktu, bir ütopyaydı, biz realiteden söz ediyoruz. Ben şimdi size somut sonuçlara geliyorum, diyorum ki, Suriye’yle kanlı bıçaklı mıydık? Şu anda Şam’a, Halep’e gitmek, Gaziantep’e Hatay’a gitmek kadar kolaydır. Katılıyor musunuz buna?

Katılıyorum, ama şu anda değil, Öcalan çıkartıldığından beri?
Şimdi geçelim İran’a. Van’ın sadece İran’a 300 kilometre sınırı var. 15 bin kilometre öteden insanlar benim burada İran’la ilişkilerimi düzenleyemezler. İran’la Türkiye arasında 30 milyar dolara varan bir ticaret hacmi var. Meksika, Kanada ABD için ne kadar anlam ifade ediyorsa İran da bizim için önemlidir.

Sizce İran nükleer bomba yapmıyor ve yapmayacak mı?
Biz İran dahil komşularımızın hiçbirisinde nükleer silah olsun asla istemiyoruz. Bu en çok bizim açımızdan bir tehdit olur. Ama İsrail’de de olmasın.

Var ama... Ne yapacak Türkiye?
İşte diplomasi dediğiniz şey de budur. Bakın düne kadar kimse bunu telaffuz etmiyordu. İlk defa Başbakan telaffuz etti. Yani bende olsun, ama sende olmasın; doğru mu bu? İşte bizim dış politikamızın ekseni de bu: Haklı kuvvetli olmalıdır hep. Kuvvetliyim ben o zaman haklıyım anlayışını kabul etmiyoruz.
Sonuç itibariyle biz Afrikalıya da sempatik gelen Ortadoğuluya da sempatik gelen bir yapıdayız. Makedonya’da hâlâ daha çok izlerimiz var. AK Parti de bu coğrafya içinde Türkiye’yi bir küresel aktör yapma çabasındadır.

Küresel aktörlüğün içinde Ankara’nın kaderinin Gazze’yle bir olması da varsa, Türkiye’de yaşayan pek çok vatandaş bu kadere ortak olmak istemeyebilir.
Tamam, siz istemeyebilirsiniz, ama bunu isteyen de olabilir. Neticede sayın Başbakan böyle bir şey söyledi değil mi? Bu da düşüncedir. Siz buna katılırsınız ya da katılmazsınız, ama niye böyle söyledi deme hakkınız yok yani.

Bu sadece bir düşünce değil, bir rota. Kaldı ki, elbette Türkiye’de yaşayan herkes Gazze’deki zulmün bitmesini ister, ama kader ortaklığı başka bir şey. Herkes kendi evindeki Gazze’nin derdindeyken, acaba siz seçmeni tedirgin etmekten çekinmiyor musunuz? Son derece pragmatik bir seçmen kitlesi var karşınızda ve “Bir dakika, Gazze-Kudüs-One Minute iyi de, ben bir savaşa mı giriyorum, benim düzenim mi değişecek?” diye endişelenebilirler.
AK Parti hükümeti hiçbir şekilde Türkiye’yi bir maceraya sürükleyebilecek bir tavır içersinde, bir ütopyanın peşine takılarak giden bir yapı içersinde olmayacak. Bizim dış politikadaki bazı atraksiyonlarımız, çok yönlü çıkışlarımız birileri tarafından belki şu nedenle yanlış algılanabilir:
Psikolojide “öğrenilmiş çaresizlik” diye bir kavram vardır. Bilim adamları bir kutunun içersine üç beş tane çekirge koyuyorlar, üzerine cam kapak kapatıyorlar, çekirge camı boşluk zannettiği için sıçrayıp dışarı çıkmaya çalışıyor. Her sıçradığında cama çarpıp geri düşüyor. Bunu belki 100 kere yapıyor ve sonunda sıçrayarak buradan çıkamayacağına şartlanıyor.
Sonra bilimadamları o cam kapağı kaldırıyorlar. Kutunun üstü açık olmasına rağmen çekirge asla sıçramıyor ve orada ölüyor. Buna öğrenilmiş çaresizlik denir. Dış politikada Amerika’nın yüzde yüz ekseninde hareket etmek, NATO’nun bir ülkesi olarak her meselede ille de onların bakış açısıyla hareket etmek de böyle bir çaresizliktir.
MHP’nin bir tavrı yok
Saldırı esnasında gemidekiler Türk jetlerini beklemişler, göndermeyi hiç düşündünüz mü?
Duygularınızı tatmin etmek istediğiniz zaman hemen jetler gelsin, hatta İsrail’e savaş açılsın, Tel Aviv bombalansın diye içinden geçirenler de olabilir. Ancak, bazı insanların hayatını kurtarmak, eğer yüzlerce, binlerce, belki milyonlarca insanın ölümüne yol açacaksa bu akılcı bir tutum değildir. Eğer devleti yönetenler duygularını akıllarının önüne çıkarırlarsa kendilerini de ülkelerini de felakete sürüklerler.

Bir araştırmaya katılanların yüzde 66’sı “İsrail’e daha sert yanıt verilmeli” noktasında. Bu beklenti siyasi olarak sizi sıkıştırıyor mu? Hele de arkadan bir Saadet Partisi tazyiki varken...
Hiç öyle bir tazyik falan hissetmiyoruz. Elbette Saadet Partisi bizim rakibimiz. Ama İşçi Partisi de bizim rakibimiz. Demokrasilerde bütün siyasi partiler birbirinin rakibidir, ister yüzde 1 oy alsın ister yüzde 30 oy alsın.
Sonuçta biz AK Parti’yiz. Saadet Partisi’nin söyledikleri veya yapılmasını istedikleri bizim politikamıza yön vermeyecek. Nitekim bu güne kadar yapmadık, bundan sonra da yapmayacağız.

Askeri ve ekonomik anlaşmaları iptal etme noktasına gelmez misiniz?
Siyaset rasyonel zeminde yapılır. Eğer rasyonel zemin bunu gerektiriyorsa bunu yaparız, ama Saadet Partisi bunu istediği için değil. Kaldı ki bu arada kamuoyu da MHP’nin bir tavrının olmadığını izliyor.

Yok mu?
Siz görüyor musunuz? Yaptıkları açıklamaların birçoğunun ekseninde “Araplar bir şey yapmıyor”, “Biz niye bu kadar çok öne çıkıyoruz” gibi birçok yaklaşım var.

Sizin partiniz için de şu iddialar dile getiriliyor: “Bu meseleyi sürekli gündemde tutarak işsizliği perdeliyor, Kılıçdaroğlu gündemini değiştiriyor, referandum öncesi avantaj kazanıyor?”
Bir kere şunu da söyleyeyim, Türkiye’de siyasette sonuç alıp almama Gazze politikasıyla birebir hiçbir zaman ilintili olmaz. İnsanların Türkiye’deki kendi memnuniyetleri ve gayri memnunluğu siyasette sonuç belirler.

One Minute’dan 29 Mart yerel seçimlerine kadar oylarınız yüzde 5-6 oranında arttı; bir de böyle bir örnek var önümüzde...
Bunu bilmenizde fayda var, ben AK Parti’de genel başkan yardımcısıyım, parti sözcüsüyüm, bunun zerresi konuşulsa biraz da benimle konuşulurdu değil mi? Yok böyle bir şey. Hiç aklımızdan bile geçmemiştir, bu söz konusu bile olmamıştır.
‘İslami fobi’
Biliyorsunuz çekirgeyle ilgili “Bir sıçrar, iki sıçrar” derler. Ermenistan’la protokol yürütülmezse, Ruhban okulu açılmazsa, ABD Irak’tan çıkmadan bir Kürt açılımı tamamlanamazsa, AB’de, Kıbrıs’ta bir ilerleme sağlanmazsa, Afganistan‘a savaşan asker gönderilmezse, BM’de İran’a yaptırıma evet denmezse?.. Bunları “ABD’yle model ortağız” dendiği için sıralıyorum...
Bir dakika, Amerika bizden 10 tane şey istedi, bunlar olmadı değil mi? Peki, bizim bütün istediklerimizi Amerika yaptı mı? Biz Amerika’nın her isteğini yerine getirmekle görevli, Amerika’yı mutlu etmek için organize olmuş bir topluluk değiliz. Bizim milletimizin menfaatleri, bizim refah ve mutluluğumuz herkesin ne söylediğinden çok daha önemlidir.

Çok haklısınız da, mesela Brezilya lideri Lula bunu yaparken açıkça ilan ediyor, “Ben anti Amerikancıyım” diye; Sayın Erdoğan da artık böyle tanımlanabilir mi?
Hayır, biz böyle antiler üzerine falan politikalarımızı bina etmiyoruz. Mesela biz anti-Rusyacı da değiliz. Bizim şu anda bölgedeki en büyük ticari partnerlerimizden biri Rusya. Peki biz Rusya’nın rejimini beğeniyor muyuz? Mesela Amerikalılarda ciddi İslami bir fobi var. Bu doğru mu, bu da doğru değil. Sarkozy’ye bakın, adeta anti-Türk bir politika yürütüyor, Fransa’ya kapıları mı kapatacağız? Mevlana’nın güzel bir sözü var, kusursuz dost ararsan dostsuz kalırsın. Dolayısıyla biz hiçbir dönem öyle anti-mantilerle hareket etmeyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder