1930 yılında Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde doğdu ve 5 Ağustos 2005 tarihinde Karacaahmet Huzurevi’nde vefat etti. Asıl adı, Osman Nuri Doğan idi, fakat ismini şairane olan Osman Numan Baranus ile değiştirdi. Artık kendisi gibi ismi de bir şiir idi. Osman Numan Baranus ile ne yazık ki şahsen tanışma şansımız olmadı. Onun şiiriyle ilk defa 1990 yılında, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Divan Şiiri Etkileri adlı yapısalcı yüksek lisans tezimizi hazırlarken tanıştım. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Divan Şiiri Motif ve Mazmunları adlı içerikçi doktora tezimde de onun şiirinden bol bol yararlandım. Bu tanışıklık o günden bugüne sürüp geldi. Türk şiiri ile tasavvufta birer okul olmuş insanlarla ilgili yapmış olduğum çalışmalarda onun şiirini daha yakından inceleme, yorumlama ve eleştirme fırsatı yakaladım.
Osman Numan Baranus, Türk şiirinin en ilginç isimlerinden biriydi. Ne yazık ki, şiir podyumlarında pek fazla yer al(a)madığı için gerektiği gibi tanınamadı. Onun şiiri, garabetliklerle doluydu, bu yüzden de pek çok kimse kendisine ve şiirine aldırış etmiyordu. Modern bir dünyada arkaizmin şiirini yazıyordu o. İşte bu yüzden gereği gibi anlaşılamadı ve şiir piyasasında kendisine pek müşteri bulamadı ve bundan dolayı da tanınamadı. Bir süre yayınladığı Özün dergisi de kendisine bu imkanı bahşetmedi. Baranus, çıkarmış olduğu dergiyle bağlantılı olarak şiire de kendince bir isim bulmuş ve şiire ısrarla ‘özün’ diyordu. O, modern şiirde gün görmemiş, yakası açılmamış kelimelerle bir tarih/kültür şiiri yazıyordu ve bu yüzden de şiiri sıradan bir okuyucu için hayli kapalı ve anlaşılması da o denli zordu. Onun şiirini algılamak ve anlamak için çok ciddi bir birikim gerekiyordu. Hele kullanmış olduğu mazmunlar, imgeler ve simgeler nev-i şahsına münhasırdı. Osman Numan Baranus, şiir dünyamızda derin ırmaklar gibi aktı ve bir kahraman gibi isimsiz/sansız/ünvansız/ödülsüz bir şair olarak aramızdan ayrıldı. Bırakınız sıradan edebiyat öğretmenlerini, edebiyat profesörlerinin bile büyük bir çoğunluğu onun adını duymamıştır. Her an nöbette ve eli tetikte bekleyen mevcutlu şiir jandarmalarının da onun adını duymadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Osman Numan Baranus, şiirin kabullerini ve ilkelerini sarsan bir şairdi; statükocu şiirin gardiyanları elbette ki onun şiirini algılayamazlardı ve anlayamazlardı, anlasalar bile idrak edemezlerdi. Baranus, duygu ve duyarlılığı aklın mihverinde döndüren bir şairdi: Şiiri serâpâ kültür, serâpâ tarihti. Modernizmin damarlarımıza zerkettiği ve bireysel/toplumsal duyarlılığımızı iyice dejenere ettiği konformizle Osman Numan Baranus, kendi uzak burcunda yalnız olarak huzurevi denilen bir ortamda huzursuz [Hamdi Ökte mazmunu, Tanrı ona uzun ömürler versin] bir şekilde öldü. Sedat Umran da huzurevinde yaşamını sürdürüyor. Enver Gökçe ve Mehmet Bozkurt Esenyel de huzurevinde öldüler. Dünyanın mevcutlu huzurluları kılını bile kıpırdatmadı. Ne televizyonlarda öldüğüne dair bir haber geçti ne de gazetelerde yer alabildi. Hasan Bülent Kahraman, Radikal’deki 12 Ağustos 2005 tarihli yazısında yer vermeseydi, onun öldüğünden bile haberimiz olmayacaktı. Necip Türk medyası, mankenlerin kıymetli kıçlarından ayrılıp da huzurevinde yaşayan şairler antolojisi/programı hazırlayacak değildi ya!… Osman Numan Baranus, sağlığında tanınmadı/tanınamadı. Plajlardaki, bar ve pavyonlardaki küçük burjuvazinin öksürmesini, hapşırmasını ve yellenmesini kameraya almak için birbirlerini çiğneyen medya askerlerinin Osman Numan Baranus gibi bir şairin nasıl yaşaması umurlarında değil ise ölümü de umurlarında olmamıştır. Osman Numan Baranus, dergiciliğiyle, şiirleriyle, inceleme ve denemelerinin yanı sıra sohbetleriyle de dünyada iz bırakmış bir isim.
Şiirleri: Toyga (1945), Sevmek Egemen (1975), Ağrılar Toprağı (1982), Tuzhurmatu (1984);
İnceleme ve Denemeleri: Zihni Hazinedaroğlu (1980), Anadamar (1984);
Sohbet: Okulsuzculuk. (1986)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder