Koramaz Dağı’nın eteklerinde hafif meyilli bir arazi üzerine kurulmuş olan Büyük Bürüngüz beldesi 1999 yılında belediyelik olmuştur.
Bürüngüz beldesinin adının kaynakları konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Kimi kaynaklar Bürüngüz adının Prenskopolis (Prenslerin sayfiye yeri) adından kaynaklanan Rumca bir ismin Türkçeleşmiş şekli olduğunu belirtmişler; kimileri ise Oğuz Türklerinin Büğdüz boyunun adını taşıdığını kaydetmişlerdir. Özellikle Osmanlı döneminde Ulu Bürüngüz ve Kiçi Bürüngüz olarak adlandırılan köyün Büyük ve Küçük Bürüngüz olmak üzere iki bölüme ayrıldığı ve Bürüngüz obasının iki ayrı bölümünü gösterdiği anlaşılmaktadır.
Köyün Türk yerleşimine geçmeden önceki durumu hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. Romalılar zamanında köyün yakınlarında bir Cizvit Kilisesi bulunduğu rivayetleri söylenmiş ise de konuyla ilgili yeterli delil bulunamamıştır.
16. yüzyıl kayıtlarında Bürüngüz köyünün %85’inin gayrimüslim olduğu Osmanlı kayıtlarında gösterilmiştir. 1500 yılında 99 haneli bir köydür Bürüngüz ve 4 tane bezirhanesi , bağ, bostan ürünleri, özellikleri ceviz ve keten üretimi ile öne çıkmıştır.
16. yüzyılda köye bağlı iki mezra gösterilmişti. Bu mezralar İlbeyli ve Arpat mezralarıdır. Bugün bu mezraların yerini de tesbit etmek mümkün olmamıştır. Lakin özellikle İlbeyli veya Elbeyli isimli mezraın adı oldukça önemli gözüküyor. Bugün Gaziantep ve çevresinde yerleşmiş meşhur Oğuz topluluklarından ilbeyli aşiretinin adını taşıyan bu mezra, belki de zamanla Bürüngüz köyü ile birleşmiştir. 16. yüzyıl itibariyle Kayseri yöresinin Karamanoğulları ile Dulkadiroğulları’nın mücedele alanında kaldığı, zaman zaman Karamanlıların, zaman zaman Dulkadirlilerin eline geçtiği bilinmektedir. Özellikle de Kayseri’nin doğu kesimine Dulkadirli topluluğuna mensup Türkmenlerin yoğun bir şekilde yerleştiği de bilinmektedir.
Halk anlatılarına göre Bürüngüz’e Türklerin yerleşimi Selçuklular döneminde olmuştur ve o tarihin anısına Gazlar (Gaziler) adını verdikleri bir mahalle, Türklerin ilk yerleşim yeridir. Yine yöre tarihçilerinin halk anlatılarından yola çıkarak düştükleri çelişkilerden biri ise Rumların oturduğu mahallenin de Karakoçlu Mahallesi olduğunu söylemeleridir. Karakoçlu şeklindeki bir ismin Türkçenin öz kelimelerinden biri olması dikkate değerdir ve Anadolu’nun birçok köyünde ve kasabasında olduğu gibi Türkmenlerin oymak adını meydana getirir. Koç, koyun, keçi gibi adları almak (Akkoyunlu , Karakoyunlu, Karakeçili, Sarıkeçili gibi ) çok eski bir Türk geleneğidir.
Köydeki tarihi eserlerden biri, Dulkadirli Beyi Alaaddin Devle Bozkurt Bey’in adını taşıyan Alaüddevle Camiidir. Camiin yapılış tarihi H.999‘dır (M.1591) ve iş böyle olunca da camiin Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’la ilgisinin bulunmadığı, Osmanlı döneminin mimari özelliklerini taşıması sebebiyle de Dulkadirli Beyi Alaaddin Devle Bozkurt Bey’le bağlantısının kurulabileceği anlaşılmıştır.
Bürüngüz beldesindeki diğer bir cami ise Daniş Ali Bey camiidir. Bu eser de Osmanlı eseri olup yapılışı h.996-997’dir ve M.1587 yılına tekabül eder. Bu camii de kimin yaptırdığı kesin olarak bilinmemektedir. Lakin Bürüngüz beldesindeki en eski eser 1572 yılında yapıldığı kitabesinden anlaşılan bir Osmanlı çeşmesidir.
Bürüngüz beldesinde dikkati çeken bir başka yapı ise halkın saray dediği tarihi binadır. Bu eserin Kayseri valilerinden Padişah III.Ahmet’in veziri Hacı İbrahim Paşa tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. İbrahim Paşa’nın Kayseri’ye geldiğinde Bürüngüz’de yaptırdığı bu konakta kaldığı sanılıyor. Tarihi bir şahsiyet olan İbrahim Paşa 1604 yılında Mısır isyanını bastırmak için gittiği Mısır’da bir isyancı tarafından öldürülmüştü.
Bürüngüz daracık sokaklarıyla Kayseri’nin diğer köylerinden oldukça farklıdır. Bu tarihi doku Osmanlının bir izi muhakkak ama taşa şekil veren eller yıllardır hep bu topraklarda yetişti. Bürüngüz, tarihin nefeslendiği bir yer, adeta taş ile ahşabın iç içe girdiği lakin taş ustacılığını bütün haşmetiyle galip geldiği bir yer. Bürüngüz insanını yüzyıllarca kavuran bir hasret olmuştur: O da İstanbul. Osmanlı döneminden itibaren sayısız ustalar yollamış İstanbul’a… Kimisi taş ustası, kimisi nakkaş, kimi demirci ustası… İşte bu durum değil midir ki o bağrı yanık gurbet türkülerini meydana getiren…
Birer birer saydım da yedi yıl oldu
Diktiğin fidanlar meyveye durdu
Seninle gidenler sılaya döndü
İstanbul yoluna diktim gözümü
Bugün İstanbul’da Beşiktaş’ta Bürüngüzlü 800 ailenin ikamet etmekte olduğunu söylersek sanırım tarihten bugünlere ulaşan izleri daha iyi anlatmış oluruz.
Bürüngüz, Osmanlı’ya sadece usta göndermemiş, aynı zamanda devlet adamı ve asker de yetiştirmiş. Bunlar arasında Osmanlı vezirlerinden İbrahim Paşa, Kütahya Mutasarrıfı Osman Bey, Nazilli Kaymakamı Lütfullah Efendi, Divaniye Mutasarrıfı Şaban Bey, Bağdat Divan Efendisi Osman Seyfi Bey, Urfa Mutasarrıfı Behçet Bey, Kayseri Mutasarrıfı Celaleddin Bey, Sakız Adası Mutasarrıfı Muhasıl Ağa, Mabeyn Başkatibi İbrahim Efendi, Abdülhamit devrinin su nazırı Kel Ömer Paşa, onun oğlu mekatı umumiye nazırı Rıza Paşa gibi birçok isim vardır.
Cumhuriyet döneminde de Osmanlı dönemindeki benzer özellikleri devam etmiştir. Cumhuriyet döneminde Behçet Kemal Çağlar, Atıf Hacıpaşaoğlu, Servet Hacıpaşaoğlu ve son dönemde de Hasan Basri Üstünbaş olmak üzere dört milletvekili çıkmıştır Bürüngüz’den.
Bürüngüz’ün sanatkar ruhlu insanlarının bulunduğunu söylemişken şair ve yazarlar yetiştirdiğine dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Osmanlı döneminde
Mevlüdüm Kayseri bedeni dehli
Ata-yı ecdadım Bürüngüz şehri
Diyen Aşık Müdami hakkında maalesef elimizde yeterli bilgi yoktur. Yine Osmanlı döneminde Osman Seyfi Bey(şair Behçet Kemal Çağlar’ın babasıdır) ve Abdüllatif Efendi gibi divan şairleri bilinmekte ise de bilgi noksanlığımız had safhadadır.
Cumhuriyet döneminin ünlü şairi Behçet Kemal Çağlar da aslen Bürüngüzlü’dür.
Behçet Kemal Çağlar “Hal Tercümesi” isimli şiirinde çocukluğunun geçtiği yılları ve Bürüngüz’ü şöyle anlatıyor:
Yalınayak basardım yaz-kış toprağa
Odun toplamaya giderdim dağa
Ata üzengisiz binmekti derdim
Bazlamaya çaman sürer yerdim de yerdim
Bezir yağı idi yanan lambada
Yıldız saya saya uyurdum damda
Yufka pişirmeye firez yolardım
Yazları üst daldan kiraz yolardım
Yonca otlatırdım sarı tosuna
Bayılırdım yanık un kokusuna
Güzün değirmende nöbet beklerken
Büyük anam “yasin”, babam “Türküm ben”
Ezberletirdi kışın her gece
Anam baş ucuma gelir gizlice
“Keloğlan masalı” söyler giderdi
Nutuk söylemekti hocamın derdi
Amcamın yanında askerdim dimdik
Yazın köylü, kışın şehirli idik
Mektepte leyliydim, bir uzun kıştı
Kitaplar okudum, aklım karıştı
Dünya güzelini düşümde gördüm
“Maden Mektebi”ne zorla giderken
Sonra Avrupa’yı dolaştım ben
Çeşit çeşit süsler, keyifler gördüm
Yine de gözümde tüterdi yurdum
Gurbette vatanı yaman özledim
Yine acıkınca çamanı özledim
Yine yıkanmaya aradım dere
Bildim, çabalamam benim boş yere
Ben ki hep bu dağın taşın çocuğu
Yüz yıl geçse on beş yaşın çocuğu
Faruk Nafiz Çamlıbel, 1922-1924 yılları arasında Kayseri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptığı yıllarda Behçet Kemal Çağlar’ın da hocası olmuştur. Faruk Nafiz, Kayseri ile ilgili anılarını anlatırken hep “Kayseri’de Behçet Kemal’i yetiştirdim.” diyerek övünmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder