Artova arazisinin geneli dağlıktır. Köyler dere boylarında ve dere ağızlarında toplanmıştır. Yer yer dağ yamaçlarında da güzel köyler mevcuttur.
Sivas’tan gelip Samsun’a gidecek olan trene Artova istasyonundan binip hareket ettiğimizde hafif bir rampayı tırmandıktan sonra sağdaki Taşpınar köyünün yakınından geçip düzenli ve dış duvarları beyaz badanalı bu küçük köyü gerilerde bırakırız. Biraz ileride tatlı bir inişe geçtiğimizde önümüze Silisözü diye anılan ova gelmektedir. Artova’da çıplak olan tepeler yerine Silisözü ovasının her iki tarafında meşelikler ve bodur ağaçlarla yeşil yamaçlar görülür. Kuzeye bakan yamaçlar ise daha bir yeşilliktir.
Solda Bebekderesi köyü biraz içeride kalır ve görünmez. Ancak hem Artova-Zile karayoluna hem de Yenice ve Aktaş köyüne yakınlığı sebebiyle demiryolunun yüzeli- ikiyüz metre kadar solundaki arazilerine beş altı civarında ev ve ahır yaparak oluşturulan Bebekdere köyünün yeni bir mahallesi dikkati çekmektedir. Bu evlerde oturanlar zaten çocuklarını Bebekdere’ye değil yakınlığı sebebiyle Yenice köyündeki İlköğretim okuluna göndermektedirler. Trenin penceresinden etrafı izlerken sağdaki Aktaş köyünü derenin kıvrımı içinde kaldığı için göremeyiz. Karayolundan gitmiş olsa idik devlet tarafından afet konutları olarak yapılmış olduğunu aynı hizada ve tek tip olarak yapılmış evleri ve planlı sokaklarını görünce anlayıverecektik. Evlidere köyü sağda biraz yukarılardadır. Ulusulu istasyonu sağda, Ulusulu köyü ise ormanın eteğinde solda kalmaktadır. Trenimizin geride bıraktığı siyah dumanla birlikte bu doyulmaz harika manzaraları gördükçe insan derin hülyalara dalıp on yedi yaşını ve gençlik sevdalarını hatırlar ister istemez. Hani şair; “Sen benim on yedi yaşımsın, gençlik çağımsın, ilk gözağrım ilk sevdamsın.” diyor ya…Ulusulu istasyonunun iki katlı mini mini lojmanları o kadar sevimli görünür ki! Hele önündeki yemyeşil ağaçlar, yeşil çimenli bahçeler ve çocuklar için yapılmış salıncaklar.
İstasyonun hemen ilerisinde sağda önünde etrafı bir metre kadar yükseklikte duvarlarla çevrili ve beton voleybol sahası bile bulunan, dışı sarıya boyanmış iki katlı Ulusulu İlköğretim Okulu binası göze çarpmakta. Sarı boyalı okul binasını görünce “Başındaki yazmayı da sarıya mı boyadın.” diye başlayıp devam eden Tokat türküsü hiç kulakları çınlatmaz mı? Bir zamanlar sadece ortaokul olarak kullanılan, öğrencilerle cıvıl cıvıl dolup taşan, Türkiye voleybol yarışmalarında dereceye giren kız takımı çıkaran bu okulda sadece birinci kademe dediğimiz birden beşe kadar olan sınıf öğrencileri ders yapmakta ve toplam öğrenci sayısı yirmidört kadardır. Bu sayıyı da Ulusulu, Gümüşyurt, Tanyeli ve Mertekli köylerinden gelen öğrenciler oluşturmakta. Herkes bir İstanbul deyip tutturdu, terk edip gitti böyle güzelim köyleri ve diyarları. Boş kaldı köyler, evler, yollar, dağlar, yaylalar ve okullar. Ne yamaçtan yamaca akseden kaval sesleri var, ne koyun kuzu meleyişleri, nede söylenen sevda türküleri…
Ulusulu istasyonunun yukarısında eski adı İsbolus, yeni adı ise Gümüşyurt olan köy vardır. Önceleri köy biraz daha yukarılarda iken, toprak kayması sonucu oturulamaz duruma gelince biraz aşağıya istasyon yolu üzerindeki şimdiki yerine taşındı ve adı da Gümüşyurt olarak değiştirildi. Evlidere ve Ulusulu İsbolus köyünün mezraları durumunda iken sonra üçü ayrı ayrı köy statüsüne kavuşturulup ayrı muhtarlıklar oldular.
Trenimiz Ulusulu istasyonundan bir sren sesi ile birlikte harekete geçince sağda yüksek bir bayır üzerinde Sililözü’nün en büyük köyü; eski adı Heris, yeni adı ise Bayırlı olan ve ovaya, güneydeki yamaçlara ve aşağıdaki Artova-Zile karayolu ile Sivas-Samsun demiryoluna, Tanyeli ve Mertekli köyleri ile Zile ilçesine bağlı Çamdere köyüne kuşbakışı bakan köyü görmekteyiz. Trenimiz ilerledikçe solda Tanyeli(Fecirgen) ve Mertekli köyleri dikkatimizi çeker. Fecirgen boğazındaki kısa bir rampayı tırmandıktan sonra sağ tarafta kalan bahçeleri, bağları, uzun kavakları ile bir dağın yamacına sere serpe uzanmış olan Bayırlı (Heris) köyünü gerilerde bırakarak iki tarafı şeker pancarı ekili tarlaları geçip Zile ilçesine bağlı Güzelbeyli istasyonuna ulaşıyoruz.
Artova’yı iyi tanıyan bir halk ozanımız “Yukarıda Bolus’um, ortada Heris’im, aşağıda Silis’im.” demiş.
Bir Anadolu kültürü olarak Artova’nın merkez ve köylerin işlek sokak başlarına insanların istifadesi için yapılan çeşmelerin yanında ıssız düzlüklere, yol güzergâhlarına ve dağ başlarına da çeşmeler yapıldığı görülmektedir. Yorulan yolcular, tarlada çalışanlar, ve ömrü kırlarda geçen çobanlar için yapılmış çeşmelerde Artova’nın her türlü arazisinde karşılaşılmaktadır. Dağlarda, meralarda otlayan hayvanlar bile unutulmamış, çeşmelerin önüne akan suyu depolayan genellikle oyma taş, oyma ağaç ve son dönemlerde betondan yapılan tekneler bulunmaktadır. Özellikle küçük koyun sürülerenin buralarda sulandığı, vahşi hayvanların da buralardan su içtikleri gözlenmektedir. Genelllikle bu çeşmelerin yanıbaşına ve suyun akarının kenarına birkaç kavak ve söğüt ağacı dikildiği ve zamanla bunların büyüyüp kocaman ağaçlar olup gelip geçenlerin gölgesinde oturup çeşmeden akan soğuk su ile çıkınındaki azığı yediği görülmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder