İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca’da bulunan Keçeci Fuat Paşa Yalısı XIX. yüzyılda yapılmıştır. Yalıyı Keçecizade Mehmet İzzet Efendi’nin oğlu Doktor Mehmet Fuat Paşa harem ve selamlık olarak büyük bir bahçe içerisinde yaptırmıştır.
Keçecizade Mehmet Fuat Paşa (1815–1868) Sultan Abdülaziz zamanında iki defa sadrazamlık, seraskerlik, hariciye nazırlığı ve büyükelçiliklerde bulunmuştur. Şair Keçecizade İzzet Molla’nın oğlu olup, İstanbul’da doğmuş, Tıphane ismi ile ilk defa açılan Tıp Fakültesinde eğitim görmüş ve hekim olmuştur. Tophane Hekimi olarak Çengeloğlu Tahir Paşa’nın maiyetinde Trablus Seferine katılmıştır. Bundan sonra hekimliği bırakarak diplomat olmak için 1837’de Babıâli tercüme odasına girmiştir. Çok iyi Fransızca bilen Fuat Paşa’yı o zamanın Hariciye Nazırı Büyük Reşit Paşa tarafından himaye görmüştür. Mütercim-i Evvel ve Londra elçiliği başkâtibi (1838), Madrid elçisi (1844) ve Divanı Hümayun (1844) tercümanı olmuştur. Ardından Bükreş ve Petersburg elçiliklerinde bulunmuş ve Sadaret Müsteşarlığına getirilmiştir. Fuat Paşa Hariciye Nazırı iken Sultan Abdülaziz ile birlikte Avrupa seyahatine katılmış, aynı zamanda edebiyatla da ilgilenmiş Ahmet Cevdet Paşa ile birlikte ilk Osmanlı gramerini yazmıştır. Bu eser sonradan Cevdet Paşa tarafından kendisine mal edilmiştir. Nesir ve Divan tarzında şiirleri de bulunmaktadır.
Keçeci Mehmet Fuat Paşa Molla, hekim ve devlet adamlığı yanında, güzel konuşması ve nüktedanlığıyla tanınmış, 1869 yılında Fransa’nın Nice kentinde vefat etmiştir, cenazesi bir Fransız gemisi tarafından getirilmiş İstanbul’da Peykhane Sokağı’nda kendi yaptırdığı caminin yanına gömülmüştür.
Keçecizade Fuat Paşa bu yalıda Osmanlı İmparatorluğu’na yön veren kararlar almış ve siyasi görüşmeler yapmıştır. Burada düzenlenen toplantılara başta Sultan Abdülaziz olmak üzere yerli ve yabancı devlet adamları gelmiştir. Kanlıca Muayidesi ismi ile tanınan bir antlaşma da yine bu yalıda imzalanmıştır. O günlerde yalıyı sık sık ziyaret eden yabancı bir devlet adamı da Yalıyı şöyle tanımlamaktadır:
“Fuat Paşa’nın Kanlıcadaki yalısına ayak basan, kimin karşısına çıkacağını derhal anlar. Zira yalının görünüşü bile büyüklük ishar eder. Ali Paşa’nın konağı büyük bir konaktır, fakat Fuat Paşa’nın yalısına muhteşem tabirinden başka bir şey bulunamaz. Boğziçi’nin dağları üstünde kurulmuş olan bu yalı arkadaki tepelere kadar uzayan büyük koruluklarla çevrilidir. Koruluğun üst tarafına çıkıldığı zaman gözler Rumeli ve Anadolu kıyılarını tamamıyla kavrar. Yalının etrafındaki mükellef bahçeler herkese açıktır. Bildik ve yabancı kim isterse koruluğun altına girerek Boğaz’ın güzelliklerini seyredebilir.
Fransız gezgin yalıya bir sabah saatinde gitmiştir. Kendisini Fuat Paşa’nın dairesi altında bulunan bekleme salonuna aldılar. Salonda paşayı ziyarete gelen birçok Avrupalı iş adamı bulunuyordu. Hepsinin koltukları altında planlar, projeler vardı. Hepsi şimendifer gibi, kanal gibi sağlam banka teklifleri ile paşayı görmeye gelmişlerdi. Hepsi de Onu ikna ederek bir iki milyon alabilme hülyasındaydılar.
Fransız seyyah bu ziyaretçileri tetkik ederken üst kattan gelen bir piyano sesi salonu doldurdu. Beklemekten yorulan ziyaretçi orada rastladığı İzmirli bir Rum dostu ile beraber kayıkla Boğaziçi gezintisine çıktı. Rum dostu ona demişti ki; hele şöyle kayıkla bir gezinti yapalım karlı çıkarız. Emin olunuz İstanbul’da yegâne harika şu Boğaziçi’dir. İnsan Boğaz’ın sularında ne kadar gezerse, o kadar istifade eder. Bir iki saat sonra döneriz. Paşa’nın yalıdan çıkıp gittiğini öğreniriz ve üzüntüden kurtuluruz. İsterseniz yarın gene Kanlıca’ya gelebilirsiniz, bu defa bahçeleri koruları gezersiniz. Fakat paşayı yalıda görmeyi aklınızdan çıkarmalısınız.”
Keçecizade Fuat Paşa oğlu Nazım Bey’in Vükelâ Vapuru’na binerken ölmesi üzerine bir süre için yalıyı terk etmiştir. Fuat Paşa’nın ölümünden sonra da Sait Paşa yalıyı satın almak isterse de Sultan II. Abdülhamit “Denizden Hıdiv İsmail Paşa Yalısına yakındır” diyerek buna izin vermemiştir. Bunun ardından yalı Hıdiv İsmail Paşa’nın oğullarından Hüsnü Paşa’ya ihsan edilmiştir. Onun ölümüyle de Sait Paşa’ya satılmıştır. Meşrutiyet’in ilanından sonra Şehzade Yusuf İzettin Efendi ile Sait Paşa arasında yalının arazisi yanındaki Çavuşpaşa Çiftliği için bir ihtilaf çıkmış ve taraflar mahkemeye düşmüşlerdir. Bu durumdan da Sait Paşa kazançlı çıkmıştır.
Keçecizade Fuat Paşa’nın yalısı çevrede tutuşan otlardan sıçrayan kıvılcımla yanmış, yalının yüksek taş duvarları bir süre ayakta kalmışsa da tehlikeli bir durum gösterdiğinden yıkılmıştır. Yalının yanındaki kâgir kemerli su bendinin duvarları da Sultan Mehmet Reşat’ın emri ile yıkılmıştır. Bunun da nedeni Sultan Reşat Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa ile Söğütlü Vapuru ile boğazı gezdikleri sırada birçok insanın bu kemerli duvarların altında oturduklarını görmüş, bu yüzden de çökme tehlikesi olabileceğinden ötürü bu duvarları yıktırmıştır.
A.Cabir Vada’dan öğrenildiğine göre yalının bahçesi büyük çam ağaçları başta olmak üzere çeşitli ağaçlarla kaplı idi. Yalının arkasında Süngerli Köşk denilen bir yapı bulunuyordu. Bu köşk ahşaptan olup, üst katında biri büyük diğeri de küçük odalar vardı. Alt katında sünger taklidi merdivenler olmasından ötürü Süngerli Köşk ismi buraya yakıştırılmıştı. Yalı ve arsasının cephesinin 125 m. uzunluğunda olduğu, yanında kayıkhanesinin bulunduğu öğrenilmektedir.
Keçecizade Mehmet Fuat Paşa (1815–1868) Sultan Abdülaziz zamanında iki defa sadrazamlık, seraskerlik, hariciye nazırlığı ve büyükelçiliklerde bulunmuştur. Şair Keçecizade İzzet Molla’nın oğlu olup, İstanbul’da doğmuş, Tıphane ismi ile ilk defa açılan Tıp Fakültesinde eğitim görmüş ve hekim olmuştur. Tophane Hekimi olarak Çengeloğlu Tahir Paşa’nın maiyetinde Trablus Seferine katılmıştır. Bundan sonra hekimliği bırakarak diplomat olmak için 1837’de Babıâli tercüme odasına girmiştir. Çok iyi Fransızca bilen Fuat Paşa’yı o zamanın Hariciye Nazırı Büyük Reşit Paşa tarafından himaye görmüştür. Mütercim-i Evvel ve Londra elçiliği başkâtibi (1838), Madrid elçisi (1844) ve Divanı Hümayun (1844) tercümanı olmuştur. Ardından Bükreş ve Petersburg elçiliklerinde bulunmuş ve Sadaret Müsteşarlığına getirilmiştir. Fuat Paşa Hariciye Nazırı iken Sultan Abdülaziz ile birlikte Avrupa seyahatine katılmış, aynı zamanda edebiyatla da ilgilenmiş Ahmet Cevdet Paşa ile birlikte ilk Osmanlı gramerini yazmıştır. Bu eser sonradan Cevdet Paşa tarafından kendisine mal edilmiştir. Nesir ve Divan tarzında şiirleri de bulunmaktadır.
Keçeci Mehmet Fuat Paşa Molla, hekim ve devlet adamlığı yanında, güzel konuşması ve nüktedanlığıyla tanınmış, 1869 yılında Fransa’nın Nice kentinde vefat etmiştir, cenazesi bir Fransız gemisi tarafından getirilmiş İstanbul’da Peykhane Sokağı’nda kendi yaptırdığı caminin yanına gömülmüştür.
Keçecizade Fuat Paşa bu yalıda Osmanlı İmparatorluğu’na yön veren kararlar almış ve siyasi görüşmeler yapmıştır. Burada düzenlenen toplantılara başta Sultan Abdülaziz olmak üzere yerli ve yabancı devlet adamları gelmiştir. Kanlıca Muayidesi ismi ile tanınan bir antlaşma da yine bu yalıda imzalanmıştır. O günlerde yalıyı sık sık ziyaret eden yabancı bir devlet adamı da Yalıyı şöyle tanımlamaktadır:
“Fuat Paşa’nın Kanlıcadaki yalısına ayak basan, kimin karşısına çıkacağını derhal anlar. Zira yalının görünüşü bile büyüklük ishar eder. Ali Paşa’nın konağı büyük bir konaktır, fakat Fuat Paşa’nın yalısına muhteşem tabirinden başka bir şey bulunamaz. Boğziçi’nin dağları üstünde kurulmuş olan bu yalı arkadaki tepelere kadar uzayan büyük koruluklarla çevrilidir. Koruluğun üst tarafına çıkıldığı zaman gözler Rumeli ve Anadolu kıyılarını tamamıyla kavrar. Yalının etrafındaki mükellef bahçeler herkese açıktır. Bildik ve yabancı kim isterse koruluğun altına girerek Boğaz’ın güzelliklerini seyredebilir.
Fransız gezgin yalıya bir sabah saatinde gitmiştir. Kendisini Fuat Paşa’nın dairesi altında bulunan bekleme salonuna aldılar. Salonda paşayı ziyarete gelen birçok Avrupalı iş adamı bulunuyordu. Hepsinin koltukları altında planlar, projeler vardı. Hepsi şimendifer gibi, kanal gibi sağlam banka teklifleri ile paşayı görmeye gelmişlerdi. Hepsi de Onu ikna ederek bir iki milyon alabilme hülyasındaydılar.
Fransız seyyah bu ziyaretçileri tetkik ederken üst kattan gelen bir piyano sesi salonu doldurdu. Beklemekten yorulan ziyaretçi orada rastladığı İzmirli bir Rum dostu ile beraber kayıkla Boğaziçi gezintisine çıktı. Rum dostu ona demişti ki; hele şöyle kayıkla bir gezinti yapalım karlı çıkarız. Emin olunuz İstanbul’da yegâne harika şu Boğaziçi’dir. İnsan Boğaz’ın sularında ne kadar gezerse, o kadar istifade eder. Bir iki saat sonra döneriz. Paşa’nın yalıdan çıkıp gittiğini öğreniriz ve üzüntüden kurtuluruz. İsterseniz yarın gene Kanlıca’ya gelebilirsiniz, bu defa bahçeleri koruları gezersiniz. Fakat paşayı yalıda görmeyi aklınızdan çıkarmalısınız.”
Keçecizade Fuat Paşa oğlu Nazım Bey’in Vükelâ Vapuru’na binerken ölmesi üzerine bir süre için yalıyı terk etmiştir. Fuat Paşa’nın ölümünden sonra da Sait Paşa yalıyı satın almak isterse de Sultan II. Abdülhamit “Denizden Hıdiv İsmail Paşa Yalısına yakındır” diyerek buna izin vermemiştir. Bunun ardından yalı Hıdiv İsmail Paşa’nın oğullarından Hüsnü Paşa’ya ihsan edilmiştir. Onun ölümüyle de Sait Paşa’ya satılmıştır. Meşrutiyet’in ilanından sonra Şehzade Yusuf İzettin Efendi ile Sait Paşa arasında yalının arazisi yanındaki Çavuşpaşa Çiftliği için bir ihtilaf çıkmış ve taraflar mahkemeye düşmüşlerdir. Bu durumdan da Sait Paşa kazançlı çıkmıştır.
Keçecizade Fuat Paşa’nın yalısı çevrede tutuşan otlardan sıçrayan kıvılcımla yanmış, yalının yüksek taş duvarları bir süre ayakta kalmışsa da tehlikeli bir durum gösterdiğinden yıkılmıştır. Yalının yanındaki kâgir kemerli su bendinin duvarları da Sultan Mehmet Reşat’ın emri ile yıkılmıştır. Bunun da nedeni Sultan Reşat Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa ile Söğütlü Vapuru ile boğazı gezdikleri sırada birçok insanın bu kemerli duvarların altında oturduklarını görmüş, bu yüzden de çökme tehlikesi olabileceğinden ötürü bu duvarları yıktırmıştır.
A.Cabir Vada’dan öğrenildiğine göre yalının bahçesi büyük çam ağaçları başta olmak üzere çeşitli ağaçlarla kaplı idi. Yalının arkasında Süngerli Köşk denilen bir yapı bulunuyordu. Bu köşk ahşaptan olup, üst katında biri büyük diğeri de küçük odalar vardı. Alt katında sünger taklidi merdivenler olmasından ötürü Süngerli Köşk ismi buraya yakıştırılmıştı. Yalı ve arsasının cephesinin 125 m. uzunluğunda olduğu, yanında kayıkhanesinin bulunduğu öğrenilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder