Erzurum'da aynı kabirde bulunan iki zatın kabir taşının bir
tarafında Hacı Osman Efendi,
diğer tarafında Hacı Galip Efendi yazıyor.
Yakın tarihin en tartışmalı
konularının başında İstiklal Mahkemeleri geliyor.
Kurtuluş Savaşı'ndan
önce Kuva-yi Milliye muhalifleri ile savaştan kaçanları yargılayan
mahkeme, Cumhuriyet'in ilanından sonra rejim muhaliflerini ve özellikle
mütedeyyin kesimi hedef aldı.
İstiklar Mahkemeleri'nin Cumhuriyetin ilanından
sonra yeniden hayata geçirilmesinin sene-i devriyesinde ilk defa konuşan
mazlum yakınları iade-i itibar istiyor.
İstiklâl Mahkemeleri’nin cadı avına çıktığı bu dönemlerde birçok münevver insanın hayatı karardı.
Anadolu’da yarası hâlâ kanayan binlerce İskilipli Atıf Hoca var.
Soyisimlerini, memleketlerini değiştirmişler.
Hiç olup, hayatta hep bir adım geri durmuşlar.
Şimdi tek istekleri dedelerinin mezar yerini öğrenmek ve iade-i itibar…
“Herhalde böyle bir mahkemede ben hâkim olmaktan ise, mahkum durumunda bulunmayı tercih ederim.” Bu sözler İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanan gazeteci-yazar Hüseyin Cahit’e ait.
İstiklal Mahkemeleri, Cumhuriyet tarihi ve Türk hukuk sisteminde en çok tartışılan uygulamaların başında yer aldı.
Bu mahkemeler; 29 Nisan 1920’de çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu’yla birlikte Cumhuriyet dönemi öncesi, savaş hukukunun olağanüstü şartlarında oluşturuldu ve 8 ilde hayata geçirildi. Bir süre ara verilen mahkemeler, 4 Mart 1925’te İsmet Paşa hükümetinin kurulmasıyla ‘İsyan Bölgesi ve Ankara İstiklal Mahkemesi’ olarak tekrar açıldı ve 1927’ye kadar faaliyet gösterdi. Dayanağı kanun, Tek Parti döneminde 4 Mayıs 1949’a kadar yürürlükte kaldı.
Bu mahkemeler, Milli Mücadele döneminde düzenli orduyu kurmak için asker kaçaklarına karşı olması gereken tavrı sergiledi. En büyük özelliğiyse avukat ve temyiz hakkının bulunmamasıydı.
Mahkemelerde yargılananların birçoğu aynı gün içinde tutuklanır, yargılanır, cezaları verilir ve idam edilirdi.
Bu sayede ulusal otorite sağlanmaya çalışılıyordu.
Fakat bir süre sonra, binlerce mazlum insanın idam edildiği bir yapı haline geldi.
Muhalif ve devrim karşıtı isimlerin yargılanıp sindirildiği bu mahkemeler, tartışmalı hukuk kararlarıyla masum insanların ortadan kaldırıldığı bir sürecin de mimarı oldu.
Özellikle 25 Kasım 1925’te Şapka Kanunu’nun kabulüyle yüzlerce insan idam edildi, binlercesine de hapis ve sürgün cezası verildi. Birçok mağduriyeti de arkasında bıraktı…
Bu mahkemelerde yargılanan ve idam edilen İskilipli Atıf Hoca’yı hemen herkes bilir.
Şapka Devrimi’nin ruhudur o.
Ya diğerleri...
Şapka giymediği için vatan hainliğiyle suçlanan, haksız yere idam edilen birçok mazlumun ailesi ve geride bıraktıkları hiç konuşulmadı.
Bugün Anadolu’nun değişik yerlerinde hikâyesine hiç dokunulmamış başka Atıf Hocalar da var aslında.
Erzurum, Kahramanmaraş, Yozgat ve Rize’de bu mazlumların izini sürdük.
Ulaştığımız birçok aile hâlâ korkuyor ve konuşmak istemiyor ne yazık ki.
Görüştüğümüz aileleriyse gözyaşlarıyla dinledik.
Mağduriyet ve travma kuşaktan kuşağa devam etmiş.
Bir kısmı memleketini terk etmek ve soyismini değiştirmek zorunda kalmış.
Çoğu, dedelerinin mezar yerini hâlâ bilmiyor.
Bilenlerse yakın zamana kadar mezar taşını bile dikememiş.
İşittiklerimiz, Necip Fazıl Kısakürek’in son devrin din mazlumlarıyla ilgili söylediklerinde ne kadar haklı olduğunu gösteriyor:
“Bunların hikâyesini anlatmak ve dinlemek bile bana giran geliyor, azap veriyor.
Zulüm gölünün neresinden bir bardak veya bir yüksük su alınsa tahlilleri birbirinin aynı çıkar.”
- Şapkaya İtirazı Yoktu Ama Konağının Önünde İdam Edildi
- Aynı Aile Beş Soyisimi Taşıyor
- Geriye Çeyiz Sandığında Bir Kitap Kalır
- Talebeleri Her Gün Hatim İndirdi
- Tokat'ta İdam Edilen Küçük Ağa
- Bu İşte Bir Çapanoğlu Var!
- "Benim Adım Maşallah, Şapka Giymem İnşallah"
- Erzurum'da Aynı Kabirde İki Âlim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder