Bir gün Sadreddin-i Konevi'nin günümüzde cami olarak ibadete açık bulunan záviyesinde bir toplantı vardı.
Hazreti Mevlânâ o gün çok hararetliydi, istiğrak halindeydi.
Hazreti Mevlânâ, yerlerin ve göklerin, zâhirin ve batının, görünen ve görünmeyen bütün âlemlerin coşkunluğunu kendi canında, kendi teninde tevhid ederek, vecd ve istiğrak içinde semâ etmeye başlayınca, dervişler arasında öyle bir cezbe kıyameti koptu ki:
-Yahu mirim! Hazreti Mevlâna büyük bilge ama, müridlerinin pek çoğu bakkal çakkal çırak be yahu! Olacak şey mi bu yani? diye fısıldayınca, bu işitilmez fısıltıyı can kulağıyla duyan Mevlânâ, celál şimşeklerini kamçı edinerek, hem semaya devam etti, hem de semâdan yeryüzüne yıldırım gönderir gibi gürledi.
-Ey kahpenin kardeşi!
Bizim Mansur, Hallaç (pamukçu) değil miydi?
Şeyh Ebubekir, Nessâc (dokumacı) değil miyydi?
Şu beriki kamil Zeccac* (camcı) değil miydi?"
Onların zenaatları, kanaat ve marifetlerine ne ziyan getirdi ki Allah'ın rahmeti üzerine olsun diyorsun?
Mesaj yerine ulaşınca, Mahfel Emiri Kemaleddin başını açtı ve tövbeye durdu.
* Muhammed Zeccác
* İnsanlığın Pîri Hazreti Mevlânâ, Mustafa ÖZDAMAR, Sh.:50, 51.
"İnsanlığın Pîri Hazreti Mevlânâ" Kitap Kapağı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder