Ali Ulvi Kurucu'nun vefatından bir hafta evvel İsmail Abi Medine'den beni aradı:
-Üstat rahatsızlandı, dedi.
-Hayrola, dedim,
-Beyin kanaması geçirdi ama konuşabiliyor, dedi.
-Sen neredesin? deyince;
-Ben yanındayım, dedi.
-Seni oraya nasıl soktular? dedim.
-Orasını karıştırma, görüşmek ister misin? dedi,
Telefonu verdi.
Hoş beş falan ettikten sonra:
-Efendim, İnşâallah sizi ziyarete geleceğiz, dedim.
-Hayır, gelmeyin. İnşâallah biz sizi ziyarete geliriz.
Biz sizi seviyoruz, Allah da sizi sevsin, dedi.
Aradan bir hafta geçti.
Akşam 10:30 sıralarında istirahat ediyordum, bir telefon geldi.
Baktım, gene İsmail Abi:
-Abi Üstad sizlere ömür, dedi.
Eyvah, bir kez daha göremedim,
Sabah zaten defnediyorlar.
Bizim gitme imkânımız yok.
Vizeler zaten kapalı.
Hacıların Arafat'a çıkma dönemi.
Kaldık.
O akşam 12 gibiydi, ben hesapları aldım, eve gittim.
O akşamki vardiyanın vefattan haberi yok.
Çünkü televizyon zaten kapalıydı.
Ertesi gün geldim.
Herkes çalışıyor burada, çalışıyorlar.
Televizyonun karşısında haberleri izliyorum.
Televizyonun altında parlak bir dolap var, oradan yansıyor, çay ocağını görüyorum.
Bir delikanlı var, kızarıp bozarıyor orada.
Televizyonda da "Ali Ulvi Kurucu Hakka Yürüdü" diye altyazı geçiyor.
Çaycı arkadaş, kasacı olana:
-Söylesene İsmail Abi'ye, diyor.
O da kızarıyor. Döndüm:
-Ne oldu, ne diyorsunuz oğlum, dedim. Dedi ki:
-Abi, Hocaefendi sabahleyin buradaydı.
Herhalde buradan çıktıktan sonra kazada öldü...
-Nasıl olur, dedim, bunları içeri çağırdım.
-Nasıl oldu, anlatın, dedim.
Bir tanesi kız kardeşimin kocası olur.
Anlattıklarına göre hadise sabahleyin saat 10.00 sıralarında gerçekleşiyor.
Saat 10'da bizim burada pek kimse olmaz.
Sandalyeleri toplar, temizlik yaparız.
Etraf silinir, yıkanır, süpürülür.
9.30'a kadar kahvaltı olur.
Ondan sonra temizlik başlar.
11'den sonra da yemek servisi başlar.
Neyse, birisi anlatmaya başladı,
10 civarlarında gelmiş.
Her zaman bastonu olurdu, ama bu kez elinde bastonu yokmuş.
Ama gözünde gözlüğü varmış.
Elini öpmek istedik, el vermedi.
Kasaya elini koydu:
-İsmail Efendi nerede? diye sordu.
-Efendim evde, hemen arayalım, dedik.
-Hayır, rahatsız etmeyin; "Medine'den Ali Ulvi Kurucu geldi, selamı var" deyin, dedi.
Sonra buradan çıktı, merdivenin başına kadar gitti.
Merdivenin başında Faruk'a sordum:
-Faruk git bak bakalım, Şükrü Abiyle mi geldi.
Üstadı hep o getirirdi.
Geri döndüm, kimse yoktu.
Koştuk, aşağıya baktık, kimse yok.
Güvenlik vardı, "yaşlı bir amca geldi biraz önce, gördün mü? dedim, görmemiş:
-Ali Ulvi Efendi geldi, sen tanımıyor musun? dedim.
-Tanıyorum,
-Görmedin mi?
-Görmedim.
Sanki yer yarıldı, yerin içinde girdi.
Bir daha da kimse görmemiş.
Burada işte böyle bir hadise yaşandı.
Allah dostlarının hikmetleri büyük.
Belki de bir hafta evvel telefonda; "Siz gelmeyin, biz geliriz" dediği için yaşandı bu hadise.
Allah, sevdiği kulunun söz verdiği halde sözünde durmadan dünyadan göçmesine izin vermedi belki de.
Üstad Ali Ulvi Kurucu, hiç "ben" diye bir kelime kullanmazdı, hep "biz" derdi.
Biz geliriz dedi ve vefatından 10-15 saat kadar sonra buraya geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder