Halifet Gazi Türbesi, Amasya
Amasya’nın batısındaki Şamice Mahallesi’nde, Amasya Valilerinden Danişmendli Emir Mücahit el Mübarizüddin Halifet Alp İbn Tûli için 1226’da yaptırılmıştır.Son yıllarda onarılan türbe, kesme taştan kare plân üzerine sekizgen cepheli kule şeklinde yapılmıştır. Kümbet, kare planındaki bir kaide üzerinde, sekizgen bir plan biçiminde yükselir. Çatısı da sekizgendir. Diğer Selçuklu mezar anıtlarında olduğu gibi, burada da kümbete bir kaç basamaklı bir merdivenle çıkılır. Sekizgen odanın üstü bir kubbe ile örtülüdür. Odanın doğusundaki merdivenle, beşik tonozlu kare planlı mahzene inilir.
Türbe içerisinde 0,90 x 2.15 m. ölçüsünde mermer bir sanduka vardır. Sandukanın güneye bakan yönüne de kıvrık boynuzlu birer koş başı yerleştirilmiştir. Ayrıca bu iki koç figürü arasına, defne yapraklarından yapılmış bir girlandı taşıyan üç adet erkek figürü ile iki kanatlı melek başı görülmektedir. Bu figürlerin Antik Çağlardan alındığı sanılmaktadır. Büyük ihtimalle Halifed Gazi’nin bu motifleri beğenerek burada kullandığı sanılmaktadır.
Bir başka kaynakta ise Halifed Gazi Türbesi İle İlgili şu bilgiler yer almaktadır:
Kitabesinden 1210 yılında inşa edildiği anlaşılan medresenin bugün güney ve doğu bölümü kısmen ayaktadır.1647 depreminden sonra Müderris Hasan Efendi yıkılan yerleri ahşaptan yaptırmış, 1888 yılında ise Amasya müftüsü Hacı Osman Hilmi efendi binanın tamamını köklü biçimde tamir ettirmiştir.
Yapının banisi Halifet Gazi’nin 1225 tarihli medrese vakfiyesi elimizdedir. Bir Danişmendli emiri olan Halifet Gazi beyliğin ortadan kalkmasından sonra Selçukluların hizmetine girmiş ve 1215 yılında Sinop’u fetheden I.İzzeddin Keykavus tarafından Karadeniz Sahil Muhafaza Komutanlığına, I.Alaeddin Keykubad zamanında da Amasya valiliğine tayin edilmiştir (1222). Daha sonra Alaeddin Keykubad’ın Mengücükler üzerine yaptığı sefere katılıp zaferin kazanılması üzerine Erzurum Valiliğine getirilmiş, 1232 yılında Gürcülere karşı yapılan sefer sırasında şehit düşerek Amasya’daki türbesine gömülmüştür. Halifet Gazi adına bir tıp kitabı Farsçadan Türkçeye çevrilmiş ve XIII. Yüzyıl başında Anadolu’da yapılan sporlara dair bir kitap yazılmıştır.
Taş ve tuğladan inşa edilmiş olan medresenin güney bölümünde altı taş, üstü tuğla payeye oturan bir kemer yayı başlangıcı görülebilmekte, eski fotoğraflarda ise üç payeye oturan yuvarlak bir çift kemer fark edilmektedir. Doğuda türbeye bitişik duvarın moloz dolgusu büyük ölçüde ayaktadır. Ve buradan inşaatta devşirme malzeme kullanılmış olduğu anlaşılmaktadır. Yapı Danişmendname’ye göre kiliseden medreseye çevrilmiştir. Ve Albert Gabriel de bu kanaattedir. Aynı şekilde düşünen Metin Sözen ise ayrıca kemerli bölümün eski Bizans yapısının cephesi olabileceği görüşünü öne sürmektedir. Öte yandan Tanju Cantay kümbete doğru uzanan tonozlu mekanın üzerinde ikinci bir kat bulunduğunu ve bu bölümün medreseyi iki katlı hale getirdiği için önemli olduğunu söylemektedir.
Medresenin doğusuna bitişik inşa edilen kare kaideli, sekizgen gövdeli ve p,ramidal külahlı türbe çift katlıdır. Yapının çok harap durumda olan ve bugün girilemeyen alt katı Oluş Arık’a göre oval planlı olup ortada iri bir dikdörtgen payenin desteklediği basık kubbeyle örtülü bir mekan izlenimi vermektedir. Cantay, aslında bir Roma lahdi olan sandukada mumyalanmış bir naşın bulunduğunu, dolayısıyla kümbette mumyalık fonksiyonlu bir bölümün gereksiz olduğunu ileri sürer ve bu durumun kilise yapısına bağlı mahzenli bir memoriumun veya bir mezar şapelinin mevcudiyetini açıkladığını belirtir.
Merdivenleri yıkılmış olan üst kata güney cephesi eksenindeki basık kemerli kapıdan girilir. Üç sıra mukarnas kavsaralı ve kademeli sivri taçkapı nişinin üzerinde ikiz kemerli bir pencere görülür. Sekizgen gövdenin batı cephesinde basık kemerli ve şebekeli, doğu cephesinde yuvarlak kemerli birer pencere yer alır. Doğudaki pencerenin üzeri üç sıra mukarnaslıdır. Türbenin batı cephesinde medreseye açılan dikdörtgen bir kapı bulunmaktadır. Türbeyle medresenin ilişkisi kapının medresenin moloz taş dolgusu altında kalması, türbenin doğusunda bazı duvar kalıntılarının fark edilmesi ve her iki yapının malzeme ve teknik özellikleri dikkate alındığında, yaygın kanaatin (XIII.yüzyılın ilk çeyreği) aksine türbenin en geç medreseyle çağdaş veya daha eski olduğu düşünülebilir. Nitekim Doğan Kuban yapının XII.yüzyılın ortalarında, A.Gabriel ve Oktay Aslanapa ise 1145 yılında yaptırılmış olabileceği kanaatindedirler. Kaidesi moloz taşlarla örülen yapının cepheleri düzgün kesme taşlarla kaplanmıştır.
Sekizgen planlı gövde içte doğrudan duvarlara oturan basık bir kubbe ile örtülüdür. İç mekanın ortasında doğu batı yönünde yerleştirilmiş mermerden bir lahit yer alır. Köşeleri koç başları ile bağlı taçlara dayanan eroslar ve kanatlı medusalarla süslü olup üzerinde kıvrımları belirgin bir elbise giymiş uyuyan bir kadın tasviri vardır. Kapağın köşelerinde birer akroter dikkat çeker. Bu haliyle sandukanın Roma dönemine ait bir kadın lahdi olduğu anlaşılmaktadır.
Sekizgen planlı gövde içte doğrudan duvarlara oturan basık bir kubbe ile örtülüdür. İç mekanın ortasında doğu batı yönünde yerleştirilmiş mermerden bir lahit yer alır. Köşeleri koç başları ile bağlı taçlara dayanan eroslar ve kanatlı medusalarla süslü olup üzerinde kıvrımları belirgin bir elbise giymiş uyuyan bir kadın tasviri vardır. Kapağın köşelerinde birer akroter dikkat çeker. Bu haliyle sandukanın Roma dönemine ait bir kadın lahdi olduğu anlaşılmaktadır.
Kapının doğu ve güney pencere çerçeveleri dendan dizisi, yıldız, rumi, ve palmetlerin yanı sıra yazı ve rozetlerle bezelidir. Taçkapıda da örgü, zikzak, altıgen geçme, altı sekiz kollu yıldız ve yarım yıldızlarla kıvrık dal, rumi ve palmetlerden oluşan süslemeler yer alır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder