Eskiden dükkân sahipleri perde indirir, içerde ya yatar, ya camiye gider, ya evine dönerdi.
Böyle olduğu gibi evliyaların hepsi evvelden âyân olarak görünürlerdi, şimdi böyle setrlerini perdeleyivermişler.
-Neden?
Hazret bana hikâye etti:
"Şâm-ı Şerif'te câmide halvet ve riyâzâtta bulunuyordum.
Bir gün orada hizmette iken Ekâbiru'l Ricâlden büyük Evliyalardan olan Salâhaddin-î Mağribi Hazretleri oraya hazır oldu.
'Bende hal var o zaman' diyor, Şeyh Hazretleri.
Dedim ki:
"Nedir bu sizdeki mürüvvet kıtlığı?
Sizde hiç mürüvvet namına bir şey kalmadı mı?
Neye gizlenip duruyorsunuz?
Ebu Bekir de yakında otururmuş.
-Ebu Bekir!
Git içeriye, bizim aileye söyle, çayı hazır etsin, diyerek onu oradan savdım.
Ondan sonra böyle söylediğimde Selahaddin-i Mağribi Hazretleri dedi ki:
-Yâ ahî!
Bize, bizim sözü dinleyecek ve kabul edecek yerinde bir kimse gösteriniz, biz meydana çıkalım.
Kalplerine tesir edecek bir kimse gösterin, ona göre bizdeki ulûmu meydana dökelim!
O vakit Şeyh Efendi Hazretleri öyle söyledi.
-Nâzım Efendi!
Bırak ulema sınıfını.
Ulema sınıfında tesir sıfır, zaten sıfırın altına da düştü.
Ulemanın ilminden millete hidayet vesilesi olacak kuvvet büsbütün düşmüştür.
Ulemanın milleti bu akınlarından kurtarıp Hakk canibine döndürmeye ilmi kudretlerinin de artık bir gücü kalmamıştır, sıfıra düşmüştür.
Bir defa Mısır'a gitmiştim.
İskenderiye'de bir genç âlim benim yanıma yaklaştı.
-Nerdensin? diye, bana sordu.
-Şam'dan geliyorum, dedim.
-Bu İskenderiye'de yüzellibin Ezherî âlim vardır,dedi.
Bir Ezher âlimi buraya gelirse bizim âlimler dut yemiş bülbül gibi mahpus kalırlar.
Onun yanında konuşacak bir cümle bulamazlar.
Ezheri âlimler öyle kuvvetli âlim;
Mısır ehlinin hem lîsanları, hem okumaları itibariyle onların ilmi ve hafızası da, natıkası da, dilleri de kuvvetli.
O vakit dedim ki:
-Maşâallah!
Hem sana, hem o yüzellibin âlime.
Yüzellibin âlimin bulunduğuna bu memleket şehâdet ediyor mu?
Yüzellibin âlimin bulunduğu bir memleket bu halde mi olacak?
Böyle mi olması lâzımdır?
Nerde sizin ilmi kudretiniz?
Demek ki sıfırdır.
Bu kadar ifsat olduğu vakitte yüzellibin âlimi bana niye söylersin?
Nerde sizin ilminizden istifade eden kimseler?
Sen bana demek istedin ki, bu memleketin hepsi hastadır.
Doktoru yok mu?
Yüzellibin doktor!
Yüzellibin doktor olduğu memlekette bu kadar hasta olur mu?
Demek ki sizin hiç tedavi edeniniz yok, yahut verdiğiniz ilaçlar, hepsi müddeti geçen ilaçlar.
Ya sizin verdiğiniz ilaçların vakti geçti, ya da siz hastalıktan anlamazsınız.
Öyle ya, yüzellibin âlimin bulunduğu memlekette bu kadar fesat, bu kadar hasta insan, bu kadar itikatı bozuk adam nasıl olur?
Hazret:
"Bu akım önünde kayaları devirip giden müthiş bir sel gibidir.
Allah'tan kaçış cereyanı bu.
Bu akım, Allah'tan kaçmak akımıdır.
Öyle müthiş derecede akıyor ki, önüne gelen ne varsa devirip götürecek.
Büyük dehşetli kayaları da süpürüp götüren öyle bir selin önüne onu durdurmak için âlimler oraya toplanmışlar, ellerine kürek almışlar ve yanlarında dağlar gibi saman var.
Seli durdurmak için o samanı kürekleyip selin önüne atıyorlar.
İşte onların yaptığı iş o.
- Öyle müthiş seli saman durdurabilir mi?
İmkânı var mı?
İmkânı yok.
Bununla beraber söylediklerinde, eğer hakkını verip söylerlerse onlara dair fazîlet vardır.
İşte biz durdurmaya uğraşıyoruz durmuyorsa o başka mesele.
Şeyh Efendi Hazretleri bana;
-Bırak âlimleri, bütün evliyalar da bütün peygamberlerin kuvveti ile de bu kaçan insanlara yetişmeye imkân yoktur, dedi.
Öyle bir seğirtiyorlar.
Allah'tan kaçışta, onların arkasından yetişip de önleyecek kimse yok.
Evliyaların kuvveti yetişmiyor şimdi.
Önleseler, söndürebilirler lâkin öyle bir koşup kaçıyorlar ki, evliyalar velâyet kuvveti ile bile arkasından yetişemiyorlar.
*Tasavvuf Sohbetleri, Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısî, Sh. 201, 202, 203.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder