Lâdikli Ahmet Ağa'nın torunu Ahmed Elma anlatıyor:
Bir marangozhanede çalışan genç bir çırağın yanına, dedemi daha evvel ziyaret eden bir misafir gelir.
Gelen misafir dükkanda dedemle ilgili bazı şeyler anlatır.
Dikkatle bu misafiri dinleyen çırak, bir anda, "Onu mutlaka görmem lazım!" diyerek keserini masanın üstüne koyar ve hiç vakit geçirmeden bulduğu bir vasıtayla hemen Lâdik'e gelir.
Dedemin nerede olduğunu sorup öğrendikten sonra odaya gelir.
Kapıdan içeri girer, selam verdikten sonra en alt tarafa geçip oturur.
Yirmi dakika kadar hiçbir kelam etmez, öylece bekler.
-Evladım, neden işini gücünü bırakıp buraya geldin.
Ne güzel işin var, çalışsaydın ya!
Ne işin var benim yanımda, çoban olduğumu, cahil olduğumu söylemediler mi, duymadın mı? der. Misafir de:
-Ben senin yüzüne gözüne bakmaya gelmedim.
Ben senin Rasûlullâh'a olan aşkını görmeye geldim, deyince dedem:
O zaman yaklaş da beraber Mevlâ'yı arayalım, demiştir.
Bu marangoz çırağı dedemin çok sevdiği Hayreddin Baba'dır.
Dedem bu arkadaşı için; "Dünyalık hiçbir isteği olmadan yanıma gelen kişidir" demiştir.
Hayreddin Baba, başka bir zaman da, dedemle odada yemek yerken, yanlarında Lâdikli bir kişi olduğu halde, bir ara coşmuş:
-Benim kimseye ihtiyacım yok! diyerek sofrada bağırmış.
Bunun üzerine Lâdikli olan kişi:
-Senin Allah'a da mı ihtiyacın yok? diye çıkışmış ve tam yumruğunu kaldırıp vurmak üzereyken, dedem hemen müdahale etmiş:
-Komşu, dokunma ona, Sen onu hoş gör, demiş.
Sohbetten sonra herkes evine gitmiş.
O gece Lâdikli olan adamı rüyasında mandalar kovalamışlar, ona vurmuşlar; adamcağız sabahı zor etmiş.
Hemen odaya gelip Hayreddin Baba'nın elini öpmüş ve özür dilemiş.
O da:
-Ne haber?
Geceyi nasıl geçirdin, sabahı nasıl buldun? deyince:
-Sen üzerindeki çamaşırları çıkar hele, ben onları bir yıkatayım; başka türlü kendimi sana affettiremem, demiş.
Hayreddin Baba, dedemin posta memuru gibiydi.
Vazifesini hiç aksatmadan harfiyyen yapardı.
Hiç evlenmedi, evi barkı, dünyada bir mekânı yoktu.
Ekseriyetle Havran'da Terzi Mehmet ağabeyinin dükkânında kalırdı.
Bir gün Kamber Hoca kendisine:
-Sana ufak bir ev yapalım.
Senin de dünyada bir mekânın olsun, dediğinde:
-Hoca Efendi, sen hiç yorulma.
Benim mekânım belli değil.
Bakalım hangi dağ başında ölüp kalacağım, der.
Gerçekten de Karabük'te bir dağ başında vefat eder.
Cesedini jandarmalar bulur.
Elbisesinden İstanbul'daki bir eczacının adresi ve telefonu çıkar.
Hemen telefon ederler, eczacı da:
-Kimsesi olmayan garip birisidir.
Vefat ettiği yere yakın bir kabre defnedin, der.
Hayreddin Baba'nın mezarının bulunduğu yerin yakınından şimdi bir anayol geçmiş ve oraya bir köy kurulmuştur.
Kaynak:
- Lâdikli Âşık Ahmed Hüdâî, Ahmet Elma, 2011, 5.Baskı, S.71, 72.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder