Bugün Amasya’da Şamlar Mahallesi’nde şehre hakim yüksekçe bir tepe üzerinde inşa edilmiş olan türbesinde medfun bulunan Halidi şeyhin efsaneleşen hayatı, şehrin sırlarla dolu mistik kimliğini zenginleştiren unsurlardan sadece bir tanesidir. Osmanlı sadrazamı Mehmet Rüşdü Paşa’nın babası İsmail Efendi’nin Rusya’da başlayan hayat hikayesi, uzun ve yorucu badirelerden sonra Amasya’da noktalanır.
1782 yılında Rusya’nın Şemahi kazasına bağlı Kürtemir’de dünyaya gelen İsmail, Muhammed Nuri Efendi’den ders alır. 18 yaşında eğitimine devam etmek üzere gelmiş bulunduğu Erzincan’da Evliyazade denilen zatın rahle-i tedrisinden geçer. Ardından Tokat’a kendisini çekmiş bulunan Şeyh Yahya el Mervezi’den Hadis ilmini öğrenir. Bu arada Ademoğlu lakabıyla tanınan Molla Muhammed namındaki zattan felsefi ilimleri tahsil eder. Fıkıh öğrenimi için de uzun bir yol kat etmesi gerekecektir. 1805 yılında Bağdat’tan Burdur’a gelir. Artık öğretim sırası gelmiştir ve bunun için de doğduğu memlekete dönecektir. Yedi yıl boyunca Kürtemir’de ders verir. Hicaz yolu görünür. Dönüşünde İstanbul’a geçerek (1813) birkaç ay burada kalır. Tasavvufun çekiciliğine kapılır ve Hindistan’da bulunan Seyyid Abdullah Dehlevi Hz.lerini ziyaret etmek üzere şehirden ayrılır. Fakat Şeyhin elini öpmek nasip olmayacaktır. Basra’ya geldiği zaman vaki olan manevi bir işaret üzerine Bağdat’a yönelir. Burada Mevlana Halid Şah Süleymani Hazretlerine intisab eder ve bu alimden seyr-i sülükünü tamamladıktan sonra pek fazla müride nasip olmayan ve bugün türbesinde asılı olan icazetname ile Hilafet rütbesi alır (1817). Artık zahiri ve batıni ilimleri yaymakla görevlidir. Otuz beş yaşlarına geldiği o günlerde mürşidinin izni ile Şirvan’a döner ve dokuz yıl kadar orada irşad görevi ile meşgul olur, ve bu arada evlenir.İsmail Şirvani Hazretlerinin Şirvan’da Abdulhamit adını koymuş bulunduğu bir oğlu dünyaya gelir fakat bu zat Karadeniz’e bir yolculuk esnasında vapurun batmasıyla (veya Amasya’da 1846’da suda boğularak) vefat etmiştir. Mevlana İsmail Seraceddin, kendi memleketinde Şeyh Şamil, Şeyh Mehmet Efendi, Şeyh Ahmed El Ağdaşi gibi zatlara hilafetname verir.
Baskıların dayanılmaz boyutlara ulaştığı Rusya’da zulme karşı Kafkas Kartalı olarak Şeyh Şamil vakası zuhur edince, kısa zamanda Mevlana İsmail Şirvani’nin Şeyh Şamil’in hocası olduğu anlaşılır ve derhal Ruslar tarafından hapsedilir. Ancak müridlerinden Şeyh Ahmet El-Ağdaşi kendilerine kefil olmak sureti ile üstadını hapisten kurtararak 1827 yılında Ahıska’ya sağ salim getirir. Rusya sınırları içersinde çevresine faydalı olamayacağı anlaşıldıktan bir müddet sonra kendisini izleyen müridleriyle birlikte şeyhin Amasya’ya geçtiği görülür. İleride Osmanlı Devletinde sadaret makamına yükselecek olan oğlu Mehmed Rüştü Paşa burada dünyaya gelir (1829). 1826’da Yeniçeri Ocağının kaldırılıp Bektaşi Tekkelerinin kapatılmasının ardından bu tekkelerin şeriata bağlılıklarıyla tanınan Halidilere verilmesi ve Halidiyye’nin İstanbul’da siyasi nüfuz ve güç kazanması, devlet yönetiminde sıkıntılara yol açar. Halidilere karşı yürütülen mücadele sonunda tarikat mensupları İstanbul’dan uzaklaştırılır. 1828’de İstanbul’daki Halidilerin tamamına yakın bir kısmı Sivas’a sürülür. Muhtemelen bu sebeble Amasya’dan ayrılarak Sivas’a giden İsmail Şirvani dokuz sene Sivas’ta ikamet eder. Burada mürid çevresi genişleyen Siraceddin İsmail’in sonradan İstanbul kadısı olacak olan oğlu Ahmed Hulusi dünyaya gelir (1834). Sivas’taki müridlerinden biri de Nigari mahlasıyla anılan Mir Hamza’dır ve Mevlana Halid’e yetişemeyen aşık, Siraceddin’in peşini bırakmaz. Sonunda 1840’ta Şeyhin Amasya’ya döndüğünü görürüz. 1844’te oğlu Mustafa Nuri efendi dünyaya gelir. 1848 yılında kolera salgını sebebiyle İsmail Siraceddin Ramazan ayının 17. gününde vefat ederek Şamlar kabristanına defnedilir.
Kendisine Siraceddin lakabı Hazreti Mevlana Halit tarafından verilmiştir. Alimler arasındaki lakapları Fakirullah, Kutbü-l Aktab, Gavsü-l Enam, Seyyid Ennüceba, Şah İsmail Şirvani, Hazreti Mevlana’dır.
Bugün türbesinde metal bir levha üzerine yazılı hayat hikayesi ile birlikte yer alan Mevlana Halid’in kendisine vermiş olduğu icazetname kopyası incelendiğinde Nakşi tarikatının inceliklerini görmek mümkündür. Arapça olan İcazetname mealen şöyledir.
“Hamd sadece Allah’a mahsusdur. Salavat ve selam vahyine seçtiği Hz. Muhammed’e (s.a), ailesine ve sahabesine olsun. Bundan sonra Allah’ın halifesi olarak şefkatli, sadık dost, alim, ariflerin ve faziletlilerin menbaı, sedat-ı tarik-ı Nakşibendiyyenin emri ile kuvvetlendirilmiş kardeşim, sevdiğimiz uca(!) ve kerem sahibi Hacı İsmail Efendi’ye icaze verdim. Allah-u Teala bereketini, derecelerini ve hallerini artırsın. Talebelerine feyzlerini yağdırsın. Ona nakşibendiye tarikatında irşad, zikir ve tevhid telkini ile taliplere nazarının tesirini, nurları muayyen etmekteki ve perdeleri kaldırmaktaki iktidarını tecrübe ettikten sonra icaze verdim. Bu icazeyi, silsile-i aliyenin büyüklerinden aldığım müsade ve peygamberin sünesi üzerine istihareden sonra verdim.
Evliyanın yoluna teşebbüs eden herkes onun sohbetini ganimet bilsin.
Ona kitap ve sünnete sarılmayı tavsiye ederim. Keşf ve vicdan ehli imamlara uygun olarak fırka-i naciye olan ehli sünnenin görüşlerinin gereği olan akideyi tashihe emredip çalışmayı vasiyet ederim.
1782 yılında Rusya’nın Şemahi kazasına bağlı Kürtemir’de dünyaya gelen İsmail, Muhammed Nuri Efendi’den ders alır. 18 yaşında eğitimine devam etmek üzere gelmiş bulunduğu Erzincan’da Evliyazade denilen zatın rahle-i tedrisinden geçer. Ardından Tokat’a kendisini çekmiş bulunan Şeyh Yahya el Mervezi’den Hadis ilmini öğrenir. Bu arada Ademoğlu lakabıyla tanınan Molla Muhammed namındaki zattan felsefi ilimleri tahsil eder. Fıkıh öğrenimi için de uzun bir yol kat etmesi gerekecektir. 1805 yılında Bağdat’tan Burdur’a gelir. Artık öğretim sırası gelmiştir ve bunun için de doğduğu memlekete dönecektir. Yedi yıl boyunca Kürtemir’de ders verir. Hicaz yolu görünür. Dönüşünde İstanbul’a geçerek (1813) birkaç ay burada kalır. Tasavvufun çekiciliğine kapılır ve Hindistan’da bulunan Seyyid Abdullah Dehlevi Hz.lerini ziyaret etmek üzere şehirden ayrılır. Fakat Şeyhin elini öpmek nasip olmayacaktır. Basra’ya geldiği zaman vaki olan manevi bir işaret üzerine Bağdat’a yönelir. Burada Mevlana Halid Şah Süleymani Hazretlerine intisab eder ve bu alimden seyr-i sülükünü tamamladıktan sonra pek fazla müride nasip olmayan ve bugün türbesinde asılı olan icazetname ile Hilafet rütbesi alır (1817). Artık zahiri ve batıni ilimleri yaymakla görevlidir. Otuz beş yaşlarına geldiği o günlerde mürşidinin izni ile Şirvan’a döner ve dokuz yıl kadar orada irşad görevi ile meşgul olur, ve bu arada evlenir.İsmail Şirvani Hazretlerinin Şirvan’da Abdulhamit adını koymuş bulunduğu bir oğlu dünyaya gelir fakat bu zat Karadeniz’e bir yolculuk esnasında vapurun batmasıyla (veya Amasya’da 1846’da suda boğularak) vefat etmiştir. Mevlana İsmail Seraceddin, kendi memleketinde Şeyh Şamil, Şeyh Mehmet Efendi, Şeyh Ahmed El Ağdaşi gibi zatlara hilafetname verir.
Baskıların dayanılmaz boyutlara ulaştığı Rusya’da zulme karşı Kafkas Kartalı olarak Şeyh Şamil vakası zuhur edince, kısa zamanda Mevlana İsmail Şirvani’nin Şeyh Şamil’in hocası olduğu anlaşılır ve derhal Ruslar tarafından hapsedilir. Ancak müridlerinden Şeyh Ahmet El-Ağdaşi kendilerine kefil olmak sureti ile üstadını hapisten kurtararak 1827 yılında Ahıska’ya sağ salim getirir. Rusya sınırları içersinde çevresine faydalı olamayacağı anlaşıldıktan bir müddet sonra kendisini izleyen müridleriyle birlikte şeyhin Amasya’ya geçtiği görülür. İleride Osmanlı Devletinde sadaret makamına yükselecek olan oğlu Mehmed Rüştü Paşa burada dünyaya gelir (1829). 1826’da Yeniçeri Ocağının kaldırılıp Bektaşi Tekkelerinin kapatılmasının ardından bu tekkelerin şeriata bağlılıklarıyla tanınan Halidilere verilmesi ve Halidiyye’nin İstanbul’da siyasi nüfuz ve güç kazanması, devlet yönetiminde sıkıntılara yol açar. Halidilere karşı yürütülen mücadele sonunda tarikat mensupları İstanbul’dan uzaklaştırılır. 1828’de İstanbul’daki Halidilerin tamamına yakın bir kısmı Sivas’a sürülür. Muhtemelen bu sebeble Amasya’dan ayrılarak Sivas’a giden İsmail Şirvani dokuz sene Sivas’ta ikamet eder. Burada mürid çevresi genişleyen Siraceddin İsmail’in sonradan İstanbul kadısı olacak olan oğlu Ahmed Hulusi dünyaya gelir (1834). Sivas’taki müridlerinden biri de Nigari mahlasıyla anılan Mir Hamza’dır ve Mevlana Halid’e yetişemeyen aşık, Siraceddin’in peşini bırakmaz. Sonunda 1840’ta Şeyhin Amasya’ya döndüğünü görürüz. 1844’te oğlu Mustafa Nuri efendi dünyaya gelir. 1848 yılında kolera salgını sebebiyle İsmail Siraceddin Ramazan ayının 17. gününde vefat ederek Şamlar kabristanına defnedilir.
Kendisine Siraceddin lakabı Hazreti Mevlana Halit tarafından verilmiştir. Alimler arasındaki lakapları Fakirullah, Kutbü-l Aktab, Gavsü-l Enam, Seyyid Ennüceba, Şah İsmail Şirvani, Hazreti Mevlana’dır.
Bugün türbesinde metal bir levha üzerine yazılı hayat hikayesi ile birlikte yer alan Mevlana Halid’in kendisine vermiş olduğu icazetname kopyası incelendiğinde Nakşi tarikatının inceliklerini görmek mümkündür. Arapça olan İcazetname mealen şöyledir.
“Hamd sadece Allah’a mahsusdur. Salavat ve selam vahyine seçtiği Hz. Muhammed’e (s.a), ailesine ve sahabesine olsun. Bundan sonra Allah’ın halifesi olarak şefkatli, sadık dost, alim, ariflerin ve faziletlilerin menbaı, sedat-ı tarik-ı Nakşibendiyyenin emri ile kuvvetlendirilmiş kardeşim, sevdiğimiz uca(!) ve kerem sahibi Hacı İsmail Efendi’ye icaze verdim. Allah-u Teala bereketini, derecelerini ve hallerini artırsın. Talebelerine feyzlerini yağdırsın. Ona nakşibendiye tarikatında irşad, zikir ve tevhid telkini ile taliplere nazarının tesirini, nurları muayyen etmekteki ve perdeleri kaldırmaktaki iktidarını tecrübe ettikten sonra icaze verdim. Bu icazeyi, silsile-i aliyenin büyüklerinden aldığım müsade ve peygamberin sünesi üzerine istihareden sonra verdim.
Evliyanın yoluna teşebbüs eden herkes onun sohbetini ganimet bilsin.
Ona kitap ve sünnete sarılmayı tavsiye ederim. Keşf ve vicdan ehli imamlara uygun olarak fırka-i naciye olan ehli sünnenin görüşlerinin gereği olan akideyi tashihe emredip çalışmayı vasiyet ederim.
Ve ona Kur’an muallimlerine, fıkıh alimlerine, sufilere hürmet etmeyi, kalp selameti, nefis semaheti, cömertlik, güleryüzlülük, eziyetten çekinmek, kardeşlerin kusurlarını affetmek, büyüklere ve küçüklere nasihat, düşmanlıkları terk etmek, tamahı terk etmek, ihtiyacının karşılanacağı hususunda Allah’a itimat etmek (Allah kendisine güvenenleri darda koymaz) , kurtuluşun ancak doğrulukta olduğundan (doğruluktan) asla ayrılmamak, ve Allah’a vasıl olmak ki, bu ancak Hz. Muhammed’e tabi olmaktır (Salavat ve selam Hz. Muhammed’e (s.a), ailesine ve sahabesine olsun). Kendisini hiç kimseden üstün görmeyip nefsini herkesten aşağı görsün, aleyhinde hareket edenleri ve hased edeni Allah’a havale etsin. Başına gelen şeri gayreti ile def etmeye çalışmasın. Bu tarikat-ı aliyenin şeyhleri kimi himmetleri ile sana yetişecekler. Eğer isterse Allah-ü tealanın kudreti ile fesadı o anda maddi olarak bağlarlar. Bendelerinin sayısınca, razı olduğu nefisler adedince, dünyanın ziyneti ve kalemlerinin mürekkebleri sayısınca (mikdarınca) Allah’ın salavat ve selamı yine Nebiy-i ümmisi muhammedin aile ve sahabesinin üzerine olsun.
Alemlerin Rabb’ına hamd olsun.
Ben fakir ve miskin Halid en Nakşibendi, el Müceddidi
Mevlay-ı Kerim’in büyük fazlına erişmiş
Mühr-ü şerif;
El Halidi, El Nakşibendi, El Müceddidi, El Kadiri, El Kübrevi, El Sühreverdi, El Çişti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder