"Lâdikli Ahmed Ağa" Kitabının Kapağı
1950'de annemle Hicaz'a gittik.
Benim ilk, annemin ikinci gidişiydi.
Mekke-i Mükerreme'deyiz, havalar çok sıcak, kaynıyor ortalık.
Akşam yaklaştı, Beytullah'a namaza gittik.
Ben de gittim Kabe'nin karşısına oturdum.
Namaza onbeş dakka filân var.
Bir de baktım, Ahmed Ağa!...
Ceketi koltuğunun altında...
Hemen yerimden kalktım:
Buyur Hacı Ahmed Ağa! dedim, eline vardım.
Beni kucakladı:
-Oğlum, şimdi tavaf duracak, biraz ileri gidelim! dedi.
Biraz ileri gittik, oturduk.
Akşam oldu, oluyor amma, yerler, mermer hâlâ ateş gibi sıcak, ayaklarım yandı.
Ayaklarım yanıp da ben oturduğum yerde şöyle kıvcırnaya (hareketlenmeye) başlayınca, Ahmed Ağa:
-Kalk! dedi.
Kalktım, eliyle şöyle bir sıvazladı mermeri, bir şeyler okudu:
-Otur! dedi, oturdum.
Ondan sonra yakmadı gayrı ayaklarımı mermer.
Ezan okundu, akşam namazını kıldık.
Ahmed Ağa:
-Oğlum, bana müsaade, arkadaşlar bekliyor! dedi gitti.
Nere gittiyse gayn bilmiyorum, fakat -sonradan babam anlattı- aynı akşam yatsıdan sonra babama uğramış İstanbul'da:
-Akşam namazını Hacı Musa ile beraber Harem'de kıldık, iyiler! demiş.
Azıcık oturmuşlar, sonra oradan da kalkmış gitmiş.
-Peki, efendim, o sene Ahmed Ağa zahir plânında, bildiğimiz anlamda hacca gitmiş miydi?
-Hayır, hayır!
O sene gitmedi Ahmed Ağa hacca, sonra gitti.
-Bir tayy-i mekan görüşmesiydi bu öyleyse?
-Evet, öyle!
Ahmed Ağa'nın hayatı böyle.
Kaynak: Lâdikli Ahmed Ağa, Mustafa ÖZDAMAR Sh.: 197-198
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder