Mehmet Bey, son derece âlîcenâp yüreğe sahip, bir hayır severdi.
Mehmet Aksu, Aşçı Dede'yi her ziyârete geldiğinde Fatma Teyzesiyle uzun uzun sohbet eder, halini hatırı sorar ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı.
Yine böyle bir sohbet esnâsında Mehmet Aksu'ya halini arz eden Fatma Hanım, oturduğu zâviye evinin iyice yıprandığını ve başına yıkılmasından korktuğunu anlatır.
Evin hakikâten pejmurde halini gören Mehmet Bey de, hiç geciktirmeden konuya duyarlılık gösterir ve o dönemin Meram Belediye Başkan ile görüşerek, evin her türlü finans ve işçilik konusunu organize ederek, Fatma teyzesine küçük ama şirin bir ev yapılmasını sağlar.
Fatma Hanım çok mutludur.
Çünkü artık genç değildir ve kışın soğuk günlerinde dışarıda iş yapması, onun sağlığını tehdit etmeye başlamıştır.
Türbedâr Hanım için bu ev kendi tabiriyle, ahîr gününde, Aşçı Dede'nin yüzü suyu hürmetine kendisine sunulan, Allah'ın takdîrî, bir lütfüydu.
Yavaş yavaş evine alışmaya çalışan Fatma Hanım evinden çok memnundur ama, Aşçı Dedesi mekânından pek memnun olmasa gerek ki, şu hadise zuhûr eder.
O dönemde yalnız yaşayan türbenin bendesi, bir gün sabah namazından sonra perdeyi aralayarak türbeye doğru dışarıya bakar.
Etrafa gâyr-i-ihtiyârî şöyle bir göz gezdirdikten sonra, türbenin tam karşısına denk gelen erguvân ağacına tutunmuş birini görür.
Biraz daha dikkatli bakmaya çalışsa da, onun kim olduğunu anlayamaz ve büyük cesaretle evin dışına çıkar.
Kapının eşiğine geldiğinde karşısında duran kişiye daha ya bakan Fatma Hanım, ârifâne bir sezgiyle hemen anlar ki, o, Ateşbâz dedesidir.
Türbedår Hanım o an hiç tereddütsüz:
-Dedem sen misin! diye sorar.
Aşçı Dede:
-Benim kızım Fatıma, benim!. diye mukabele eder...
Fatma Hanım'ın söylediğine göre, dedesinin yüzündeki ifade hiç hoş değildi.
Üzerinde siyahlara bürünmüş Mevlevî kıyafeti vardı, ama özellikle onun dikkatini çeken görüntü, karalara bürünmüş tennuresinin sırılsıklam olduğu ve eteklerinden sular aktığıdır.
Mürşidine endişeli gözlerle bakan türbedâr;
-Hayırdır dedem, ne oldu sana böyle?... diye sorar.
Ateşbaz-ı Velî, bendesine şefkatle bakarak:
-Kızım Fâtıma, aşağısı çok ıslak, nem almış ıslandım, onun için çıktım... der ve hemen gözden kaybolur.
Yıllarca hürmetle hizmet ettiği dedesinin bu hâli, türbedar hanımı çok üzmüştür.
Çünkü anlamıştır ki, dedesinin bir sorunu vardır.
O geceyi sıkıntıyla geçiren Fatma Hanım, sabah kalkar kalkmaz, ilk işi İl Emniyet Müdürü Mehmet Aksu'nun yanına gitmek olur ve hadiseyi olduğu gibi bu gönül dostuna anlatır.
Mehmet Aksu, Fatma teyzesini dinledikten sonra hiç düşünmeden, hemen birkaç kişiyi yanına alarak türbeye giderler ve etrafında bir problem olup, olmadığını anlamaya çalışırlar.
Bir de bakarlar ki, yağmurlardan biriken sular, zir-î zemin denilen türbenin alt katına sızmıştır ve inanılmaz rutubet yapmıştır.
Bunun üzerine Mehmet Bey, hiç zaman kaybetmeden konunun telâfisi için işçilerle konuşur ve türbenin alt katına muazzam bir bakım yaptırır.
Zîr-i zemîn artık tertemiz olmuştur ve daha da güzeli bu vesileyle, halkın ziyâretine açık hâle getirilmiştir.
Fatma Hanım artık müsterihtir.
Hâkezâ oğlu saydığı Mehmet Bey'e yaşadığı müddetçe çok dua etmiş ve kendisi Konya'dan ayrıldıktan sonra bile, gıyâbında onu hayırlarla yâd etmiştir.
- Ateşbâz-ı Velî, Nezahat BEKLEYİCİLER, s.112, 113, 114.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder