Haliç, Marmara’nın ağzına yakın bir kısmında Alibeyköy (Kydaros) ve Kâğıthane (Barbyzes) derelerinin birleşmesiyle oluşup, Buzul Çağının sonlarında kara kesiminin sular altında kalmasıyla meydana gelen ve karaya 8 km. kadar içeri giren bir deniz girintisidir. Haliç’in genişliği Eyüp hizasında 200 m. olup en dar yeridir. Cibali-Kasımpaşa arasında ise 700 m.dir. Antik Çağda Haliç’e “Keras” denilmekte, bu isim Byzantion’un kurucusu Byzas’ın annesi Keroessa’dan gelmektedir. İstanbul’a ilk yerleşim de Haliç’in yukarı kısmındadır.
Roma İmparatorluğu’nun son yıllarında I. Konstantinos Byzantion’u ikinci bir merkez yapmak istemesiyle Cibali ile Fener arasında yeni surlar inşa ederek Haliç’e bir iç liman olarak kullanılmasını sağlamıştır. II. Theodosius ise bu surları Ayvansaray’dan Haliç’e inip Marmara’ya doğru uzatarak kenti emniyet altına almak istemiştir.
Haliç surlarından günümüze çok az parça kalmıştır. Bu surlar bu bölgede yapılan binalar arasında kaybolmuştur. Sarayburnu’ndan Bahçekapı’ya kadar olan kısım ise 1871’deki demiryolu inşaatı sırasında yıkılmıştır. Kara tarafı surlarına göre çok zayıf ve alçak olan bu surlar tek sıra halinde idi. Taş sıralarının arasındaki 6–7 kat tuğla hatıllarla yapılmıştır. Kâğıthane ve Alibeyköy derelerinin getirdikleri balçıkla Haliç’in dolması burada çürük bir zemin meydana getirmeleri nedeniyle bu duvarlar alçak, burçları ise kare şeklinde yapılmıştır. Bu nedenle doğal olarak burada birtakım kaymalar ve çökmeler oluştuğundan devamlı olarak onarılmıştır.
Kara Surları tamamlandıktan sonra Haliç kıyılarını da tamamlamak zorunluluğu doğmuştur. 626’daki Avar istilası da bu bölgede sur yapılması gereğini göstermiştir. İmparator Heraclius (610–641) Petrion surlarının güney bitimine üzerinde on iki burç bulunan surları yaptırarak Blachernai bölgesini emniyet altına almıştır. Petrion adı verilen çift surun ne zaman yapıldığı hakkında kesin bir tarih verilememekle beraber, İmparator Iustinianus zamanında yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu surların çevresinin uzunluğu 265 m.dir. Bu surun çevrelediği alanın içinde kilise ve bazılarında kadınların hapsedildiği bugünkü Patrikhane Kilisesi’nin yerindeki Hagios Georgios Manastırı vardı. Bu surun kapıları ise günümüze bir kısım duvar parçalarının kaldığı Fener ve Petri kapılarıdır.
Haliç surlarını III. Tiberius (698–705 ) Arap akınlarına karşı koymak amacıyla tamir ettirmiş ve Eugenis kulesinden Galata’daki bir kuleye bağlanan bir zincir çektirmiştir. Bu zincir sayesinde Arapların 717’deki akınlarında şehre girmeleri engellenmiştir. II. Anastasius’un (713–715) bu surları tekrar tamir ettirdiğini tarihçi Teophanos yazmaktadır. Yine aynı yazar 763 senesindeki kışın çok sert geçtiğini ve Karadeniz’den gelen büyük buz kütlelerinin bu sura çarparak büyük zararlar verdiğini yazmıştır.
II. Mikhael ve oğlu Theophilos sur duvarlarının yeterli yükseklikte olmadığını görerek Hagios Demetrius Kilisesi ile Sarayburnu arasında büyük bir onarım faaliyetine girmişler ve birtakım ilaveler yapmışlardır. Bu dönemde Haliç sahili ile Heraclius suru arasındaki sahayı kapatmak için dikine bir sur daha yapılmıştır. Bu sur üzerinde günümüzdeki Eyüp Caddesi’nin geçtiği yerde “Xylporta” adındaki kapının üzerine ve yanındaki burçlara bu onarımları belirten kitabeler konulmuşsa da bu kapı ve kitabeler günümüze ulaşamamıştır. Latin istilası sırasında şehri Haliç’ten kuşatan Haçlılar buraya çekilmiş olan zincirin ucunun bağlandığı Kastellion burcunu ele geçirerek zinciri açmışlar, Balat ile Petrion arasındaki surların denize en yakın olduğu yerden hücuma geçerek kurdukları asma köprülerin de yardımı ile kente girmişlerdir. Bu arada onlara yardım maksadıyla Venediklilerin çıkardıkları yangın da şehrin ele geçirilmesini kolaylaştırmıştır. Bu istila sırasında Haliç surları ve bu burçları büyük zarar görmüştür. 1264’de Latin istilası sonunda II. Mikhael bu surları yeniden onarmış ve yükseltmiştir. Bizans donanmasının denize hâkim olduğu önceki devirlerde bu surların alçak olmasında bir mahzur yoktu, fakat zamanla donanma zayıflayınca, Latinlerin istilası da yaşanınca buradaki surları yükseltmek gereği doğmuştur. VI. İoannes Kantakuzenos (1347–1354) Galata’da yerleşmiş olan Cenevizlilerin yardım talepleri üzerine Ceneviz donanması yola çıkıp da Marmara Ereğlisi’ni (Printhus) zapt ettikleri haberini alınca bütün sahil surlarını tamir ettirmiş, burçların üst kısımlarını kalın hatıllar ve ahşap malzeme ile biraz daha yükseltmiştir. Ayrıca sur ile deniz arasına bir de hendek kazdırmıştır. Bu onarımlara ait Cibali Kapısı üzerindeki kitabe ise bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir.
Cenevizliler şehre girememelerine rağmen çekilirlerken surların önündeki evleri yakmışlardır. Fetih sırasında ise Hasköy tarafına yerleştirilen toplar bu surlara büyük ölçüde zarar vermiştir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığında zincir yine Haliç’in girişini engelliyordu. Bu kuşatma sırasında Bizans’a yardım getiren Hıristiyan gemilerinin buraya girmesi için zaman zaman aralanan zincir henüz güçlü bir donanmaya sahip olmayan Osmanlı gemileri için yine de hayatiyetini koruyordu, fakat 21 Nisan gecesi Osmanlı kadırgalarının Galata sırtlarından Haliç’e indirilmesiyle fonksiyonunu tamamen kaybetmiştir.
Haliç surları Patrikhanenin bulunduğu Petrion’da bir iç kale meydana getiriyordu. Tahtakale’deki bir burcu ise Bizans devrinden beri hapishane olarak kullanılmış, Osmanlı döneminde de aynı işlevini sürdürmüştür. İmam Hüseyin’in çocuklarından olduğu ileri sürülen Seyid Cafer’in mezarının bulunduğu yer olmasından dolayı “Baba Cafer Zindanı” olarak adlandırılmıştır. Baba Cafer Şeyh Maksud ve yardımcıları ile birlikte Abbasi halifesi Harunreşit tarafından Bizans’a elçi olarak gönderilmiştir. Şehre girmeden az önce, daha evvel Kocamustafapaşa tarafında yerleşmiş olan bir grup Arap ile Bizanslılar arasında şiddetli bir çarpışma olmuş ve Arapların birçoğu öldürülüp cesetleri sokak ortasında bırakılmıştır. Bunu gören Baba Cafer İmparatora ağır sözler söylemiş, cezalandırılmak üzere o zaman hapishane olarak kullanılan bu zindana atılmış ve orada zehirlenerek öldürülmüş ve aynı yere gömülmüştür. Bugün bu mezarın yanında Çoban Ali Dede denilen ikinci bir mezar daha vardır. Osmanlı devrinde içinde bir de kuyunun bulunduğu bu zindan odası türbe haline getirilmiştir.
Osmanlı dönemindeki deniz tesisleri Galata surlarının dibinden Haliç’in yukarılarına Hasköy’e doğru yapılmıştır. Gemi inşa tersaneleri, divanhaneler, mahzenler ve ambarlar inşa edilmiş olup, burada çalışan işçi ve esirlerin kalmaları için bir kısım yerler yapıldığı gibi bir kısım esir de güvenlik açısından Galata Kulesi’nde yatırılıyordu. Bu yüzden buradan yabancı kaynaklarda “Tersane Zindanı” (bagne) olarak söz edilmektedir. Fatih Sultan Mehmet zamanında rüzgârlara karşı emin bir yer olarak görülen Kasımpaşa Deresi ağzında bir kadırga yapım yeri yapılmış olup burası Sultan I. Selim zamanında Cafer Paşa tarafından genişletilerek Kasımpaşa Tersanesi’ne dönüşmüştür. Bu tersane Sultan III. Ahmet ve Sultan II. Mahmut zamanında daha da genişletilmiş ve bir de divanhane yapılmıştır. Bu bina birtakım ilavelerle bugün Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’na ait olup halen kullanılmaktadır. Haliç’in kuzey kısmındaki gemilerin zincirlerinin yapım yeri olarak inşa edilmiş olan Lengerhane ise günümüzde Koç Vakfı’na ait Sanayi Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder