Lâdikli Âşık Ahmed Ağa'nın torunu Ahmed Elma anlatıyor:
Lâdikli Ahmed Ağa'nın Nesimî isminde veli olan bir arkadaşı varmış.
Bu arkadaşının veliliği, insanlar tarafından pek bilinmiyormuş.
Nesimi akşama kadar sokaklarda dolaşır, insanların bıçaklarını keskinleştirir, onlara bir şeyler satar, yani çerçilik yaparmış.
Kazandığı paralan fakire dağıtır, kendisi de çile ve zorluklar içerisinde yaşarmış.
Çaldıklarını gördüğü halde görmezlikten gelirmiş.
Bu durumu gören ve bilen Ninem:
-Senin arkadaşın ne biçim bir çerçi!
Çocukların aldıklarını görüyor, ne parasını istiyor, ne de geri alıyor.
Onlara da hiç kızmıyor; bu ne haldir, diye sormuş. Dedem:
-Onun görevi de o.
İleride iyi insan olacak çocukların başını okşuyor, sırtını sıvazlıyor, demiş.
Ninem de bu cevaptan bir şey anlamayarak ve adamın da garip hâlini görerek:
-Eşeğinin üstündeki heybede kırk tane yama var.
Galiba çok fakir birisi, deyince dedem:
-O yamalı heybesiyle kuyulardan çok insan çıkardı, demiş.
Ninem:
-Çok ağlıyor herhalde.
Yüzünde, gözyaşlarının akmasından izler meydana gelmiş, demiş.
Dedem:
-Onun gördüklerini görsen, sen de çok ağlarsın.
O, çocukların ileride nasıl bir hayat süreceklerini görür.
Dayanamaz, çok acır, çok merhametlidir; bu yüzden çok ağlar, der.
Bu Nesimi Hazretlerinin, kendisi gibi çok değerli bir de hanımı varmış.
Nesimi hazretleri bir gün:
-Hanım ayrılık yakın.
Allahü a'lem, ben yakında dünyamı değiştireceğim, deyince hanımı:
-Sen ölmeden ben öleyim.
Ben sensiz ne yaparım bu dünyada, diye gözlerinden sel gibi yaşlar akıtmaya başlar.
Eşini teselli etmek isteyen Nesimi Hazretleri:
-Hiç kaygılanma hanım, İnşaallah benim kabrime gelirsin, dünyada sağken konuştuğumuz gibi yine orada da konuşuruz, demiş.
Bir müddet sonra Nesimi Hazretleri söylediği gibi Allah'ın rahmetine kavuşmuş.
Aradan birkaç gün geçince hanımı kabrine ziyarete gitmiş.
Ancak ne eşiyle görüşebilimiş ne de konuşabilmiş.
Kocasının dediği gibi konuşup dertleşemediği için de üzülmüş ve bu şekilde kabirden ayrılmış.
Eşinin başına bir hal geldiğinden korkarak; "Bari onun gibi olan arkadaşıyla konuşayım, bu durumu söyleyeyim" diyerek dedeme gelmiş ve:
-Her hâlde başı selamette değil.
Bir de sen git kabrine bakayım, sana bir şey diyecek mi? der.
Dedem de hazretin kabrine gider, selam verir.
Az sonra kabirdeki yatan arkadaşı ona şöyle seslenir:
Dünyada pişirdim bir gaflet aşı
Secdeden çekmeyeydim, n'olaydı başı
Sorguya başladı, musalla taşı
Ben Rabbim'i bilmez miyim, yå melek?
Ol Hakk'ın bağından çağrıldım bir gün
Yolunda giderken, sandım bir düğün
Kabirde işittim şiddetli bir ün
Ben Rabbim'i bilmez miyim ya melek?
Akıl fikir ayrı düştü, ol tenden
Ol ruh bile, ürker oldu benden
Ey beni yaratan, hidâyet senden
Nerde kaldı ol kalpteki cevherden
Ol kabir solmadan, sıkmaya durdu
Zebâniler gelip, gürzünü vurdu
Çok şükür, ol Rabb'im hidayet verdi
Ben Rabbim'i bilmez miyim ya melek?
Ol nazik tenim de döndü soğene
Nerde ela gözler bakmaz cihâne?
Yedi gün sorguda durdum divâne
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek?
Kaldırdım kafamı sapmaya vurdum
Ruh tenden ayrılmış, giderken gördüm
Çok şükür, Münker'in sualin verdim
Ben Rabbim'i bilmez miyim ya melek?
Sağ yanımdan, sekiz kapı açıldı
Hem türâba misk-i amber saçıldı
Yakasız yensiz, hulleler biçildi
Ben Rabb'imi bilmez miyim yâ melek?
- Lâdikli Âşık Ahmed Hüdâî, Ahmet Elma, 2011, 5.Baskı, S.59, 60, 61.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder