19 Eylül 2010 Pazar

Arykanda (Arycanda)
















 


Arykanda, Antalya, Finike-Elmalı yolu üzerinde Yaşgöz çayının (Başgöz çayı) doğusundaki Bey Dağı’nın güney-batı yamacındadır.

Arykanda sözcüğü Luwi dilinde “Sunak yeri” anlamına gelmektedir. Plinius ilk yerleşenlerin Thrak kökenli olduğunu söylemekte ise de bu şüpheli bir iddiadır. M.Ö. 2000’de bu kentin olduğu yerde Anna isimli bir yerleşimden bahsedilmektedir. Ama bu yerleşim ile Arykanda arasında kesin bir bağ kurulamamıştır. M.Ö. 2000’lere ait burada iki adet taş balta bulunmuştur. Bu baltaların bir benzerlerinin de Limyra ,Patara ve Kynaenai’de bulunması bu bölgede iskanın Bronz çağında varlığını gösterir.

M.Ö. VI.yy.dan itibaren kentin tarihini bilmekteyiz. Kent önce Pers egemenliğinin altına girmiş ve M.Ö.V.yy.da Perslerin sağladığı olanaklarla zenginleşmeye başlamıştır. Bu dönemde yaşamış olan Pindaros burada bir Helios kutsal alanından bahsederse de kazıları yürüten Prof.Dr. Cevdet Bayburtluoğlu bu döneme ait buluntuların çok seyrek olduğunu ifade etmektedir. Daha sonrada M.Ö. 333’ de Büyük İskender kenti özgürlüğe kavuşturmuştur. Onun ölümünden sonra önce Ptolemaiosların onu takiben de Seleukosların eline geçmiş. Apameia Antlaşması ile Rodos Perea’sına bağlanan kent, M.Ö. II.yy.da Likya Birliği'nin üyesi olmuş ve kendi adına sikke bastırmıştır. M.S. 43’de Roma İmparatoru Claudius zamanında Romaya bağlanmış ve bu devrinde kent son derece gelişmiştir. Volkanik bir bölgede olan bu kent tarihte bildiğimiz M.S.141 depreminden büyük zarar görmüştür. Devrin zenginlerinden Opramoas’ın depremden zarar gören kente 10.000 denar yardım yaptığı bulunan bir kitabede yazmaktadır. Daha sonra Ağustos 240 depreminde yine bir yıkıma uğramıştır. Bu depremden sonra kent yaralarını kolay saramamış ve fakirleşmeye başlamıştır. Hatta İmparator Maximianus ve Diocletianus Arykanda için bazı vergi indirimlerinde bile bulunmuşlardır. Bizans döneminde ise kent Orykanda, Akalanda adı ile anılmaya başlamış ve Myra Metropolitliği'ne bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur. Bu devirde yerleşim Bazilika çevresi ile Nal tepesinde ve Büyük Hamam’ın olduğu sahada yoğunluk kazanmıştır. Hatta hâlâ Pagan inancını taşıyanlar ile Hıristiyanlar kenti kendi aralarında böldüklerini, kiliselerin tamamının bir bölgede toplandığından anlamaktayız.



VIII. yy.a gelindiğinde ise eskinin o görkemli kenti artık bir köy durumundadır. Arkeoloji çalışmaları ilk kez XIX yy.da Th.Mommsen kitabeleri incelemesi ile başlamıştır. Kentin tam yerini daha sonra Ch.Fellows Mommsen’in kitabelerine dayanarak bulmuştur. Kazı çalışmalarına 1978 de Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi adına Prof.Dr. Cevdet Bayburtluoğlu başlamış ve günümüze kadar bu kazılar devam etmektedir.

Dik teraslar üzerine kurulmuş olan bu kentin en önemli kalıntıları arasında alt teras üzerindeki Gymnasium ve hamam ile yukarı terastaki Tiyatro,Odeon, Stadion,Agora ve küçük hamam gelmektedir. Ayrıca Akropol’de Traian ve Helios tapınakları ile Sebasteion (kutsal ev), Nal tepedeki Bazilika, doğu nekropolündeki Nekropol kilisesi de önemli kalıntılardır. Bunlar oldukça geniş bir araziye yayılmışlardır. Bu kentte karşılaşılan bir özellikte kenti çevreleyen koruma amaçlı surların yerine bu görevi bir bakıma teras duvarlarının üstlenmiş oluşudur. Akropol’de Şahinkaya denilen yerde ve terasların en üstünde tek taraflı oturma sıraları olan Stadium bulunmaktadır. Kazı çalışmaları sonunda oturma kademelerinin yanı sıra arkadaki nişler de ortaya çıkarılmıştır. Stadium’’n ortasındaki bir merdivenle de oldukça iyi korunmuş tiyatro’ya inilmektedir. Hellenistik tiyatroların tipik bir örneği olan tiyatro yarım daireden biraz daha geniş ve kemerlerle desteklenen oturma sıraları arazinin meyilli konumuna uydurulmuştur. Kazılarda çıkan buluntulara göre tiyatro geç Hellenistik döneminde yapılmış daha sonra Roma döneminde ise birçok ilaveler eklenmiştir. Tiyatronun 20 oturma kademesinin yanı sıra en üstteki iki sıranın kenarlarındaki silmelere Grekçe kitabeler yazılmıştır. Burası Arykandalı zengin ailelere ayrılmış localar durumundadır. Zira bu kitabelerden birinde M.S.II. yy.da yaşamış zengin Killortes ve ailesine, Apollon kabilesine ait olduğu yazılıdır. Scene ve Proskenenin 1982 de onarımı yapılırken sütun, architrav, triglif ve metoplar birleştirilerek etkileyici bir görünüş sağlanmıştır. Skene dışarıya ortadan bir kapı orkestraya ise proskenion’un altından beş kapı ile bağlanmıştır.141 depreminden büyük zarar gördüğünü oturma kademelerinin doğuya doğru kaymasından anlaşılmaktadır. Agustos 240 depreminin tahribatından sonra sahne binasının orkestraya bakan cephesine payeler eklenerek sağlamlaştırılmaya çalışılmıştır. Tiyatronun akustiği mükemmeldir. Sekiz adet, oturma sırasının yarı yüksekliğine eşit merdivenlerle yedi Cunei’ye ayrılmıştır. At nalı biçimindeki tiyatro sanki sahne binası ile iki ayrı yapı gibi bir görünümdedir. Kentin en büyük idari amirinin oturduğu prohedria bu tiyatroda yoktur. Soylulara ön sıranın ayrıldığı anlaşılmaktadır. M.S.VI.  yy.daki depremden sonra halkın pagan inançlarının terk etmesinin yanı sıra tiyatronun kullanılmadığını C.Bayburtluoğlu ifade etmektedir.

Tiyatro’nun altındaki terasta Odeon vardır. Güneyden üç ayrı kapı ile girilen Odeon’un ortasındaki orkestra kare plaklarla kaplanmıştır. Orijinal konumunda duvarlarının da renkli mermerle kaplanmış olduğu sanılmaktadır. Ayrıca cephedeki kapıların 1 m. üzerinde kasetlerin oluşturduğu bir frizin de olduğu izlerden anlaşılmıştır. Buradaki her kasetin ortasına İmparator Hadrianus’un portresi yerleştirilmiştir. Odeon’un arkasındaki iki kapı, teras duvarlarının önünden gelen rampalı yola açılır. Böylece batı caddesi ve Agoranın kenarını sınırlayan merdivenli cadde ile bağlantı sağlanmıştır. Kazılarda Odeon’un önündeki 75 m. uzunluğunda, 8 m. genişliğinde mozaik tabanlı bir portik ortaya çıkarılmıştır. U şeklindeki Agorayı çeviren bu portik dışında kalan yapıların arasında dükkanlar ve mabet olduğu sanılan bir yapı vardır. Agora’nın ortasındaki bu mabedin hangi tanrıya ait olduğu kesinleşememekle beraber Tykhe Mabedi diye isimlendirilmiştir. Bizans döneminde bu mabedin üzerine 16 x 6.35 m. ölçüsünde bazilika plânlı bir kilise yapılmıştır. Bunun çevresinde de Geç Roma dönemine tarihlenen kalıntılarla karşılaşılmıştır.

Tiyatro ile Agora’nın batısındaki terasa Bouleterion (Meclis binası) yapılmıştır. Bu yapının oturma sıraları doğal kayaya oyulmuştur. Hatta bu doğal duvar ile Stoadan ayrılmaktadır. İçerisinde boşluklar bulunan bu kaya bloğu muhtemelen depremlerden dolayı çökmüştür. Oturma sıralarında gördüğümüz çarpıklıklar da bunun sonucu olmalıdır. İç mekan hemen -hemen kareye yakındır. Girişler,kuzey duvarındaki kapılar ile sağlanmaktadır. Her iki yönde de aynı genişliği olan bu kapılardan üçer merdivenle koridor gibi bir kısma inilmektedir. Oturma sıraları ise son derece bozulmuştur. Kazılardan çıkan buluntulara göre çatının sedir ağacından yapılmış olduğu kesinlik kazanmaktadır.

Bouleterion ile Agora arasında yine Roma dönemine ait bir hamam ve çeşme yerleştirilmiştir. Hamamın hemen yanı başındaki Glmnasium Palestrası da 1981 yılındaki kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Hamam ve Gymnasium tek yapı kompleksinde birleştirilmiştir. M.S.II nci yy.a tarihlendirilir.Hamam 77 x 37 m. ebadındadır. Arka tarafı doğu nekropolünün bulunduğu terasa dayanmaktadır. Geniş cephesi güneydedir. Yapı malzemesi olarak duvarlarda kireç taşı, tonoz ve kubbelerde ise konglomera (doğal olarak sıkışmış çakıl ve kumdan oluşan tortul kayaç) kullanılmıştır. Taban ve bazı iç duvar kaplamalarında ise yöreye özgü bir çeşit kireç taşı görülür. Üst örtü olarak frigidarium’un kuzey ucu ile caldariumun güney ucunda yarım kubbe geri kalan tüm mekânlarda ise beşik tonoz kullanıldığını kalan izlerden anlamaktayız.

Hamama bitişik olan Gymnasion 25 x 20 m. ebadındadır. Paleestra ile aşağı yukarı birbirine eşit üç odadan meydana gelmiştir. Aynı duvar üzerine açılmış üç kapıdan herhangi biri kullanılarak hamama çok kolay bir giriş sağlanabilmektedir. Gymnasion-hamam kompleksinin en uzun kısmı Frigidarium ile apodyterium’dur. Burasının uzun tutulmasının nedeni çok işlevli kullanılmayı amaçladığı içindir. Batı duvarındaki dokuz kemerli bir bölmesi olan bu yerin zemini düzgün dikdörtgen kireç taşı plakalarla kaplanmıştır. Batı duvarı boyunca sıralanmış olan kapı ve nişlerin önünde ise havuzun suyunu boşaltmaya yarayan bir kanal vardır. Aykırı çay yakınındaki kayalardan yararlanılarak yapılmış olan su yolları Gymnasion’un batısındaki büyük sarnıca bağlanmaktadır. Havuzun tabanı da kireçtaşı plaklarla kaplıdır.

Akropolde, Agora’nın üstündeki terasta bulunan Helios Tapınağı son kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Kaya zemin üzerine yapılan temel bloklar üzerinde inşa edilmiştir. 6.40 x 9.40 ebadında, dikdörtgen plânlıdır. Zemin düzgün köşeli taş plaklarla kaplı olan bu tapınağın doğusuna .büyük hasar gördüğü anlaşılan 141 depreminden sonra tahminen 1. yy.da tonozlu bir mezar odası ilave edilmiştir. Tapınağa Helios adının verilmesinin sebebi ise antik yazarlarca bu güneş tanrısının yerinin Arykanda oluşudur. Bu civarda bulunan Helios’a ithaf edilmiş birçok adak steli bunu doğrulamaktadır. Akropolün kuzey-batısında Bouleuterion’un yakınında bulunan iki odalı, kült evi olarak kullanıldığı anlaşılan Sebasteion (Kutsal ev ) bulunmaktadır. Burası da in antis plânlı ve üçgen alınlıklı tapınak cepheli olduğu bulunan parçalardan anlaşılmaktadır. Üst örtüsü ise beşik tonozdur. Arykanda’nın nekropolü doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Batı nekropolü kentin batısından başlayarak Aykırı çayın ana kaynağına kadar uzanmaktadır. Büyük Hamamın yanındaki doğu nekropolünde mabede benzeyen, yüksek podyumlu bir mezar anıt ile karşılaşılmıştır. Önceleri In antıs ( Naos’un bir ucundaki kenar duvarları uzatılarak aralarında sütunlar olan bir portik şekli) plânlı korinth üslubundaki mezar anıtının mabet olduğu sanılmışsa da üzerindeki kitabesinden mezar sahibinin isminin okunuşu bu düşünceyi değiştirmiştir. Arykanda da oda mezarlar dışında, kitabeli lahitlere, kaya mezarlarına da rastlanılır.

Naltepe denilen yerdeki kalıntının Hereon olduğu 1984-85 yılı kazılarında anlaşılmıştır. Bu anıt-mezar M.S.I. yy.da Hermaios isimli, Arykandalıların dışında bütün Lykia halkı tarafından da onurlandırılmış bir yöneticiye aittir. Daha sonraki yüzyıllarda bu yapı önce bir hamam, sonra demirci atölyesi ve sonunda da kilise olarak kullanılmıştır. Özgünlüğü bozulmamış olan bir blok’un üzerinde kalkan ve mızraklı bir kabartma vardır. Anıt-mezar’ın 141 depreminde yerle bir olduğunu kazıları yürüten C.Bayburtluoğlu ifade etmektedir. Bunu takip eden 240 depremi ise burayı bir taş yığınına çevirmiş olmalıdır. Şehirin giriş-çıkış yolu üzerinde oluşundan dolayı buraya yeni bir işlev verilmek istenmiş, Hereon’a ait bloklar bir köşede istiflenmiş geri kalan taşların bir kısmı da kullanılarak hamam inşa edilmiştir. Hamam işlevini bitirdikten sonra muhtemelen 385 depreminin verdiği tahribatla olsa gerek, yarım daire plânlı mekanın demirci atölyesi ve erzak mekanı olarak kullanıldığını kazılarda burada çıkan demirci aletleri ve karbonlaşmış tahıllardan anlamaktayız. Bu arada kuzey-batı dış duvarına bitişik olan mekânda küçük bir kilise olarak kullanılmıştır.

Son dönem çalışmalarda M.S.III. yy.a tarihlenen ve III. Gordianus’un kullandığı Roma villası,küçük hamam, çok sayıda mezar anıtı, geniş cephesi güneye bakan, doğu-batı doğrultusunda uzanan ve Cevdet Bayburtluoğlu’nun şaraphane olarak nitelediği yapı, yamaç evleri, Asklepios Mabedi, Asklepios’un başı ve heykeli, Aphrodite ile Eros heykelleri bazilika bulunmuştur. M.Ö. II.yy.dan M.S.IV. yy.a kadar tarihlenen çok sayıdaki sikkeler de yapıların tarihlenmesinde büyük etken olmuşlardır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder