Limyra, Finike’nin 4 km. kuzey-doğusundaki Toçak Dağı’nın güney eteğindeki ovada kurulmuş bir liman kentiydi. Günümüzde bu liman bereketli bir ovaya dönüşmüştür. Limyra antik kenti de denizden 5 km. içeride kalmıştır. Strabon Coğrafya'sında kentin yerini şöyle tarif eder:
“...denizden yirmi stadia yukarda, yüksek bir tepe üzerinde olan Myra’ya gelinir. Sonra Limyros (Alakır Çayı)nehrinin ağzına ve sonra içeriye doğru yaya olarak yirmi stadia giderek küçük bir kasaba olan Limyra’ya ulaşılır...”
Plinius ise “Limyra, içine Arykandos’un (Aykırı Çay) döküldüğü nehrin olduğu şehir..” diye yer belirtmektedir.
Konum itibariyle, antik çağdan günümüze kadar gelen süreçte Limyra her zaman bereketli toprakları ile önemli bir yerleşim alanı olmuştur. Limyra’nın varlığı M.Ö. V.Yüzyıldan beri bilinmektedir. Kentin tarihini ise kitabelerinden öğrenmekteyiz. M.Ö. IV.Yüzyılda Limyra’lıların basmış olduğu bir sikkede Lydia’lı Perikles’in adı geçmektedir. Yerel bir kral olan Perikles, o dönemde daha çok dini karakteri ağır basan bir birlik kurmaya çalışmış ve kentin çevresine egemen olarak başkenti Limyra yapmıştır. Perslere bağlı bir satrap olan Perikles aynı zamanda Lykia’nın sönmeyen ateşini de bu kentte yakmıştır.
Büyük İskender’in bölgedeki Pers hakimiyetine son vermesinden sonra onun atadığı vali Nearkhos tarafından yönetilmiştir. İskender’in ölümünden sonra önce Antigonos’un, M.Ö.310’da Ptolemaiosların, sonra da M.Ö. 301’de Lysimakhos’un yönetimine geçmiştir . M.Ö.197’de Suriye krallığına bağlanan kent Magnesia savaşında III.Antiokhos’un yenilmesi üzerine yapılan Apameia antlaşmasıyla Rhodos Pereasına bağlanmıştır. Sonunda Romalılar M.Ö. 167’de Limyra’yı Rodoslulardan alarak kendi yönetimlerine bağlamışlardır.
Roma egemenliği sırasında Limyra sikke basmıştır. Roma İmparatoru Augustos’un torunu ve evlat edindiği Gaius Caesar, Ermenistan’da aldığı bir yaradan ağır derecede hastalanmış ve İmparatorun talimatı üzerine deniz yoluyla Roma’ya dönerken almış olduğu bu yaradan ötürü 21 Şubat 4’de Limyra’da ölmüştür. Cesedi Roma’ya götürülmüş ve Augustus’un Mausoleion’una konulmuştur. Limyra ise, onun anısına deniz kıyısında içi boş bir mezar (Knotaphion) yapmıştır.
M.S. I.- II.Yüzyıllar Limyra’nın en parlak dönemi olmuştur. 1982’de yapılan kazıda bulunan bir yazıttan Roma senatosunun Limyra’ya metropolis (Metropolis tou Lykion ethnous) unvanını verdiğini öğreniyoruz. Yine aynı kazıda bulunan bir sütunun üzerindeki başka bir yazıtta da bu unvanın İmparator Commodus (180-192) zamanında da devam ettiğini anlıyoruz. Hıristiyanlığın ilk yayıldığı yıllarda Limyra Aziz Paulus’un ziyaret ettiği kentlerden biridir. Bizans döneminde ise kent bir piskoposluk merkezidir. IV.Yüzyıl. ile IX.Yüzyıl arasındaki bu merkezliğini, burada mezarları olan 6 piskoposun ölüm tarihleri yazılı mezarlarından anlamaktayız. (Diatimos (375), Lupicinus (381), Stephanos (451), Theodoros (553) , Leon (787) ve Nikephoros (879). Kent IX.yy.da Arap akınlarından etkilenmiş, buna depremler ve diğer doğal felaketler de eklenince şehir terk edilmiştir.
M.S. 141 yılı depreminde kent bütünüyle yıkılmıştır. Rhodiapolisli (Sarıcasu) zengin Opramoas, kentin yeniden imarına çalışmıştır. Tiyatro ile bunun hemen güneyindeki surlar onarılmıştır.
Kentin baş tanrısı Zeus Olympia’dır. Her sene onun şerefine spor festivallerin düzenlendiğini kentteki yazıtlardan öğrenmekteyiz. Zeus’un yıldırımı Limyra sikkelerinde işlenmiştir. Ayrıca kaynaktan su içen hörgüçlü boğalar ve köpekler de resmedilmiştir.
Kent kehanetleriyle de devrinde ünlüdür. Plinius, Limyra’da balık aracılığı ile işaretlerin verildiği bir kehanet çeşmesinden bahseder. Balıklar kendilerine atılan yiyecekleri yerlerse bu iyi bir kehanettir, şayet kuyrukları ile uzağa fırlatırlarsa bu da kötü bir kehanettir. Kentin İmparatorluk dönemi sikkelerinin üzerindeki “kehanet” sözcüğü bu geleneği doğrulamaktadır. 1838’de Charles Fellows buraya ilk gelen araştırmacıdır. Limyra’nın kalıntılarını bu ziyaretinde tesadüfen görmüş, bunu üzerine araştırma yapmak için iki yıl sonra tekrar gelmiştir. Daha sonra 1842’de Julius August Schönborn buraya gelmiş onun en çok ilgisini nekropoldeki yazıtlar çekmiştir. Onun ardından İngiliz Spratte ve Forbes, Limyros çayından yukarıya doğru ilerleyerek kalıntılarla karşılaşmışlardır. Spratt ve Forbes’den sonra uzun bir süre Limyra ile ilgilenilmemiştir.
İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü uzmanı Jürgen Borchart 1965’de Myra’da yüzey araştırması yaparken Limyra ile de ilgilenmiş, nekropolleri, üçgen kale tepesi ile Heroon’u bulmuştur. Bunun üzerine 1969-1974’de kazılara başlamıştır. Çalışmalarının başında Kral Perikles’in Heroon’unu ve Gaius Caesar’ın boş mezarını kazmış, ardından yamaç teraslarına, Bizans Piskoposluk kilisesi üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Limyra kazılarına beş yıllık bir aradan sonra Frankfurt Üniversitesi 1985’de yeni bir kazı çalışmasına başlamıştır. Kentin batısında başlatılan sondajları, aşağı kentin planının çıkarılması ve Bizans surları içerisinde kalan yerler onun bu dönemine aittir. Limyra’nın bu şekilde düzenli ortaya çıkarılışından sonra Otto Benndorf’un Viyana Klasik Arkeoloji Bölümü başkanlığına atanmasıyla kazılar daha da hız kazandı. Nekropoldeki ilk sistematik kazı gerçekleşti,saray çevresindeki çalışmalar yoğunlaştırıldı ve kentteki en erken yerleşim katları ortaya çıkarıldı. Prof. Dr. J.Borchardt’ın çalışmaları ile kentin birçok anıtı ortaya çıkarılmıştır.
Limyra’nın savunmasını kuzeydeki bir iç kale ile güneyde üçgen şeklinde genişleyen ayağı kale sağlıyordu. Aşağı kalede surlar,sarnıçlar ve bir de Bizans kilisesi ortaya çıkarılmıştır. Perikles’in Toçak Dağı’nın uzantıları üzerine kurdurduğu kale yüksek bir burç ile desteklenmiş, alt kesimleri eğimli bir yüzeyle güçlendirilmişti. Kaleye, kayalara oyulmuş basamaklar ve platformlarla ulaşılmaktadır. Kalenin içindeki su gereksinimin sarnıçlarla sağlandığını buluntulardan anlamaktayız.
Limyra’nın aşağı kentinde yapılan kazılarda 4 m. yüksekliğinde, yaklaşık 9 ton ağırlığında bir üst eşik ortaya çıkarılmıştır. Buna dayanılarak kalenin batı yamacında Perikles’in sarayının olduğu düşünülmüştür. Burada yoğunlaşan kazılarda kırmızı figürlü Yunan keramiklerinin yanı sıra M.Ö.VII ve M.Ö. X.Yüzyıllara kadar inen keramiklerle karşılaşılmıştır. Bu keramikler Hitit kaynaklarında adı geçen Zumarri kentinin burada olduğu düşüncesini kuvvetlendiren delillerden bir tanesidir.
Akropolün güneyinde surları yanında yapılan çalışmalarda 10.40 x 6.80 m. ebadında bir anıt mezarın kalıntıları ile karşılaşılmıştır. J.Burckhardt bunun bir Heroon olduğu düşüncesindedir. Bunu da şöyle açıklamıştır:
“ Heroon biçimine uygun olarak egemen unsurlar şunlardır: Kahraman mezarının bulunduğu veya öyle sanıldığı zemin kat sağlam,yontma taş bir yapı. Yanda küçük bir kapısı var ve bu da yalnız kültle (kurban kanı ve şarap dökerek) ilgili kişilerin içeri girebilmeleri için. Bunun üzerinde bir küçük tapınak veya tapınağa benzer açık bir galeri,dinsel törenler için değil,sadece insan üstü bir varlığın huzuruna sunulmak amacıyla...”
Böylece IV.Tüzyılın Liykia krallarından Perikles’in mezar anıtı ile sarayı ortaya çıkarılmıştır. Heroon’un yeri özenle seçilmiş ve Amphiprostylos (Ön ve arkada iki portikosu olan, ama yanlarda sütunları olmayan tapınak şekli) tipinde yapılmıştır. Bu anıtsal mezarla sanki daha da yüceltilmiştir. J. Borchhardt’ın ekibi burada yaptıkları çalışmalarda taşların bazılarını yerlerine koyarak rekonstrüksiyonunu yapmışlardır. Alınlık bölümünü süsleyen kabartmalardan bazıları bugün Antalya Müzesindedir. Ancak anıtın bazı kabartma ve mimari parçaları evvelce Viyana’ya götürülmüş, bugün Viyana Müzesindedir.
Heroon’un üzerinde durulacak bir özelliği de çatısının ön ve arkasında yer alan ölü sorumluları Hora’lar ve Kharitlerden teşekkül eden karyatidlerdir. Bunlar adeta Periklesin Heroon’unun bekçileridir. Ayrıca yan duvarlar üzerinde, 6 m. uzunluğunda frizler bulunmaktadır. Bu frizlerde dört atın çektiği bir savaş arabası,arkasında kral ve yanındakiler,at üzerinde süvariler,kalkan ve mızraklarıyla piyadeler görülmektedir. Askerlerin kıyafetlerinden bunların Pers ve Lykia’lı oldukları kolayca anlaşılmaktadır. Kuzey alınlıkta Perseus’un Medusa’nın başını kesişi sahnesi işlenmiştir. Akroter’in ortasında ise Perseus.başını kestiği Gorgo-Medusa’dan hızla uzaklaşmaktadır. Köşe akroterlerde ise Medusa&nın kaçışan kardeşleri vardır. Perseus’un işlenişi enteresandır, bu tip konularda Perseus daima Hades başlığı giyer. Burada ise başında Pers krallarının giydiği dik Tiara vardır. Bu Heroon, Perikles’in ölümünden sonra M.Ö. 370 senesinde yapılmıştır.
Toçak Dağı eteklerindeki Tiyatro Turunç ovadan Kumluca’ya giden yol üzerindedir. Tek diazomalı caveası,yarım daire şeklindeki oturma kademeleri denize yöneliktir. Alt kısmında 16 yukarıda ise daha fazla oturma sıraları vardır. Diazomanın arkasındaki 1,5 m. yüksekliğindeki duvarın arkasında cavea’nın çevresini dolaşan ve üstünde diazomaya doğru açıklıkları bulunan üstü kapalı bir geçit yer alır. Ancak erozyon ve deprem nedeniyle tiyatronun büyük bir kısmı yıkılmıştır. Limyra’nın ilk araştırılması sırasında D.de Bernardi Ferrero, Batı Anadolu’daki tiyatroları tanıtırken önceliği bu tiyatroya vermiştir. Limyra’daki 1974 yılı kazı çalışmalarında Scene’nin çevresi temizlenmiş,etrafa dağılan taşları galeriler içerisinde düzenlenen depolarda koruma altına alınmıştır. Orkestra bölümünde 1984-85 yıllarında yapılan kazı çalışmalarında mimari bloklar, scenenin bezemeleri ve oturma kademelerinin bir bölümü ortaya çıkarılmıştır. Her iki yanında büyük, tonozlu birer girişi olan Orkestra tiyatronun ana planına göre orantısız bir büyüklüğe sahiptir. Tiyatronun bazı kesimlerinde dikkati çeken düzensizlikler onun çeşitli evreler geçirdiğine işaret etmektedir. Nitekim M.S. 141-142 yıllarında bu bölgeyi şiddetle sarsan deprem tiyatronun da bir bölümünü yıkmıştır.
Lykialı Opramoas, depremden zarar gören yapıların yeniden onarılması için Lykia birliğine özel servetinden 20.000 dinar yardım yapmış ve bu arada tiyatro da yenilenmiştir. Tiyatronun üstünde Nekropol sahası uzanmaktadır. Çoğunluğu M.Ö. IV.Yüzyılda yapılmış olan ortalama 400 mezar bu kentin Nekropolünün büyüklüğünü , yerleşiminin önemini ve nüfusunun yoğunluğunu göstermektedir. Nekropol alanı batı,doğu ve kuzey olmak üzere üçe ayrılmıştır. Batı bölümündeki en önemli mezar anıtı M.Ö. IV.Yüzyıla ait, hükümdar adına savaşmayı görev sayan sınıfın temsilcisi ve hazinedarı Tebursseli’nin kayaya oyulmuş tapınak cepheli mezarıdır. Mezar kitabesinde şunlar yazılıdır: “ Bu mezarı Tebursseli yaptırdı. Zzaja’nın babası, Perikle’nin krallığında, Lysandros’un kız kardeşini ve Xntabura’nınkini gömdü” Diger bir köşede ise: “ Tebursseli Lysander’in ve kralın onuruna bunu vakfetti. Zafer kazanan Tebursseli,Perikle ile birlikte Arttumpara’yı ve Mpara ordusunu yok ettiğinde, bunu yaptırdı” ibareleri yazılıdır.
Buradaki diğer önemli anıt mezar ise Limyra kralı Perikles’in kardeşi olan Katabura’ya ait olanıdır. M.Ö. 350 tarihine ait olan bu mezarın kaidesi kabartmalarla süslü kaidesinin üzerinde semerdamlı çatısı olan lahid yükselir. Doğu nekropolünde ise IV.Yüzyıla tarihlenen İon sütunlu, kabartmalı mezar da dikkat çekicidir. Bunların yanı sıra Xuwata’nın süt ninesi için yaptıdığı mezar, Kaineus’un mezarları ve bunların üzerindeki Lykçe yazılar ile çifte balta stel buradaki diğer eselerdir.
Kentin doğusunda sütunlu cadde ve Hamam kompleksi son kazılarda ortaya çıkarılmıştır.
- Akalissos (Asar Önü), Kumluca
- Alanya (Coracesium, Alaiye, Kolonoros)
- Antiphellos, Kaş
- Arykanda (Arycanda)
- Apollonia, Kaş
- Aperlai (Aprilla)
- Aspendos (Belkıs), Serik
- Ariassos
- Attaleia (Antalya)
- Dağlık
- Gagai, Finike
- Isında
- Istlada
- İdebessos, Kumluca
- İotape
- Kandyba, Kaş
- Kekova (Dolichiste) Batık Şehir
- Khoma (Hacı Musalar), Elmalı
- Korydalla, Kumluca
- Kyaneai (Yavı), Kaş
- Laertes
- Lissa (Lissai)
- Myra
- Nisa, Neisa, Nysa, Kaş
- Olympos (Cirali)
- Perge, Aksu
- Phaselis (Tekirova)
- Phellos (Felen), Kaş
- Podalia (Podala), Elmalı
- Rhodiapolis (Eskihisar, Sarıcasu), Kumluca
- Selge
- Selinus (Sellinous)
- Side, Manavgat
- Simena, Samaona (Kale), Kaş, Finike
- Soura (Sourai-Sura), Kale
- Syedra
- Syllion
- Termessos
- Tlos (Tlava), Kemer
- Tyberissos (Tyrmisson), Kaş
- Trysa, Kaş, Finike
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder