28 Mart 2022 Pazartesi

Tamamını yiyebilseydin babanın yerine sen yürüyecektin!

"Lâdikli Ahmed Ağa" Kitabının Kapağı

Sene 1969, hasat mevsimi. 
Lâdik harmanlarında harıl harıl döven dönüyor. 
Arpa buğday, nohut mercimek, zeğerek, Allah ne verdiyse, bir taraftan dövülüyor bir taraftan ambarlara çekiliyor.
Hasat mevsiminde köylülerin çoğunluğu harmanda yatar kalkar. 

Ben de yattım kalktım çocukluğumda bu harman yerlerinde.
Her harmanın bir "küme"si, kümelesi olurdu o zamanlar. 
Uçları çatallı dört beş ağacın üstten birbirine çatılması ve aralarının da sık yapraklı çalılarla kapatılması suretiyle yapılırdı bu serin "küme"ler.
Çiftçilerin harman evleriydi bu "küme "ler. 
Yemek orda yenilir, su orada soğuk tutulur, orada istirahat edilirdi. 
Harmanların tek kuytu ve gölge yeri bu "küme"lerdi.
Gündüz istirahatleri yakıcı güneş dolayısıyle "küme"de yapılır da, gece yatılarında "küme"nin dışarısı, sap arası ya da "çec"in kenarı tercih edilirdi.
Gece yatılarında -mevsim sıcak- altınızda bir çul cuval, üstünüzde yine bir çul çuval, öyle yatarsınız. 
Bazan sapın, buğday sapının içine de sokulup yatabilirsiniz. 
Arpa sapının içinde yatmak çok zordur, arpa tozu çok feci yakar. 
Yakar ve kaşındırır.
Ahmed Ağa'nın büyük oğlu Zekeriya, çecin kenarına yatmış.
Elektriksiz köy gecelerinde yıldızlar yeryüzüne o kadar yaklaşır ki, galaksi çınarları dallarını salıverirler aşağılara sanki. 
Böylesi köy gecelerinde, hele hele berrak bulutsuz günlerin leylinde, ellerinizi uzatsanız dokunacak gibi olursunuz yıldızlara.
Zekeriya yorgun, uykunun koynunda öylesine dalmış gitmiş ki, düş içinde düş görüyor. 
Rüyasında, harmandan ambarına zahire çekiyor, ama mahsul o kadar çok ki, çeke çeke bitiremiyor. 
Harmanla ev arasında sırtında bir yırtık çuvalla, etrafa döke saça gide gele o kadar yoruluyor ki, harmana son dönüişünde: 
Şurada azıcık dinleneyim! diye yan gelip uzandığı bir sırada, bu kez de babası gelip dikiliyor tepesine:
-Zekeriya!
Zekeriya uyanamıyor. 
Bir kez daha sesleniyor Ahmed Ağa:
-Zekeriyaa!..
Zekeriya uykunun derinliklerinde şöyle sağına soluna bir dönüyor ama, yine uyanamayınca, Ahmed Ağa ayağıyla dürtüveriyor: 
-Zekeriyaaaa!.. Kalk oğlum kalk, misafirlerimiz var odada!.. 
Üçüncü seslenişte Zekeriya ayağa fırlıyor, heyecan içinde.
Şöyle etrafına bir bakınıyor, tam seher vakti. 
Fecr-i sadık sökmek üzere:
-Bismillahirrahmanirrahim!
Kümelesindeki çanak ibrikle bir abdest alıyor, dooğru eve, odaya gidiyor.
Oda, Ahmed Ağa'nın misâfir odası, hariciye... 
Dört beş basamaklı taş merdivenden çıkılan girişinin bir tarafı evine, öbür tarafı sokağa açılıyor.
Oda kapılarının anahtarları Zekeriya'da, fakat içerde ışık yanıyor. 
İçerde bir kaç kişi var. 
Lâdikli Ahmed Ağa

Ahmed Ağa'nın sözünü ettiği misafirler, içerdekiler.
Babasının ölmeden önce tembihatı olduğu için fazla şaşırmıyor ama, yine de tam teskin edemiyor heyecanını. 
Biraz da korkuyor hatta. 
Öyle ya, babası Ahmed Ağa, ölümünden bir kaç gün evvel: 
-Oğlum, ben öldükten bir müddet sonra üç kişi gelecek! 
Geldikleri zaman şu emanetleri onlara ver! demiş ama, gecenin bu en beklenmedik saatinde geleceklerini söylememiş.
Her neyse, öyle de olsa, yine de bir heyecan uyanır insanda öylesi anlarda, böylesi durumlar karşısında.
Zekeriya kendini şöyle azıcık toparladıktan sonra anahtarlarını kilitlere sürmüş ve açmış kapıları içeri girmiş, usulca:
- Es Selâmü Aleyküm!
İçerdekilerin üçü birden, çömeldikleri yerden hafif önlerine eğilerek, elleri böğürlerinde:
Ve Aleykum Selâm ve Rahmetullahi ve Berakâtühuuu!.. diyerek alıyorlar selamını Zekeriya'nın.
Hilal şeklinde oturmuşlar içerdekiler. 
Hilâlin ucundaki boşluğu Zekeriya'ya ayırmışlar. 
İçlerinden biri eliyle işâret ediyor Zekeriya'ya, şuraya otur der gibi. 
Zekeriya da hemen oturuveriyor tabii. 
Zekeriya da oturunca el ele tutuşarak bir halaka oluşturuyorlar.
Ve bir zikir başlıyor.

Hû hû hû hû hû hû hû!
Lâ i-lâ-he il-lâ hủ!
Hû hû hú hú hú hû hû!
Lâ ma'-bû de il-lâ hû!
Hû hû hû hû hû hû hû!
Lâ mak-sû-de il-lâ hû!
Hû hû hú hû hû hû hû!
Lá mev-cû-de il-lâ hû!

Zikrin sonunda akar kokar bir şey veriyorlar Zekeriya'ya, yemesi için:
İnsâniyetine kat şunu! diyerek, ne olduğunu bilmediği bir şey tutuşturuyorlar eline.
Zekeriya, eline tutuşturulan şeyden bir lokma alıyor ağzına ama... 
Aaaan-nah!.. Ne yenir, ne yutulur bir şey fakat, ağzından çıkarıp da atacak hali yok. 
Çar naçar, yarı çiğnenmiş, yarı çiğnenmemiş yutuyor o lokmayı artık. 
Geriye kalanı da şöyle aklı sıra farkettirmeden bir kenara koyduğu sırada, içlerinden biri:
-Kısmetin bu kadarmış... 
Eğer tamamını yiyebilseydin babanın yerine sen yürüyecektin!.. demiş.
Böyle söylenince, Zekeriya hemen koyduğu nesneye sarılmış ama, eli boş kalmış. 
Kendisine ikrâm edilen şey her ne ise -ki bence o, bir imtihan, sınama kısmet lokması, kısmet helvası- ortadan kayboluvermiş.
Bi biri, bi biri konuşuyormuş bu üç kişinin. 
Zekeriya öyle azıcık kıvranınca, yine o üçten biri:
-Efendi, demiş, sen... Harımda (harman yerinde) gördüğün rüyanda da döktün seçtin ya kısmetini, o yırtık çuvalla? Ama gene de kısmetsiz değilsin...
Zekeriya'nın şaşkınlığı zirveye çıkmış artık bunun üzerine iyice. 
Zekeriya'nın hayreti gayreti üzerinde dövünürken, yine üçten biri:
-Biz, babanın sana bıraktığı emanetleri almaya geldik, demiş.
Zekeriya, içinin içinde kendi kendine: 
"Emânet... Babamın bana bıraktığı emanet, bir şecere, bir hırka, bir mühür... 
Evet, elbet bişiy bunlar ama... 
Ehemmiyeti ne bunların bu kadar acaba?.." diye döküp düşünürken, yine üçten biri kalbinden geçirdiği şeye cevap vererek, şunu söylemiş:
-Bir şecere, bir hırka, bir mühür, erbabı için çok şey, ama erbabı olmayan için hiç bir şey... 
Zevâhir (zahirler, görünenler) bevâtının (batınların, görünmeyenlerin) elbisesidir... 
Bevatını elbisesiz, çıplak görmeye herkesin tahammülü yoktur. 
Üçten biri böyle söylemiş ya, hakikaten de az sonra aynısı gerçekleşmiş bunun.
O üç kişi Zekeriya'dan emanetleri alınca:
Hadin, demişler, hep birlikte Ahmed Ağa'yı ziyâret edelim! 
Hep birlikte odadan çıkmışlar, kabristana doğru yürümeye başlamışlar. 
Bahçe aralarından.
Ahmed Ağa'nın eviyle kabristan arasında bahçeler varmış o zaman. 
Elmalar, erikler, armutlar, vişneler ve sıra sıra kavakların yer aldığı bahçeler...
Gökte yıldızlar, yerde böcekler ve şurada burada tek tük kuş sesleri.
Herkes uyurken ortaya çıkan gece kuşlarının sesi bir garibtir. 
İnsanı başka âlemlere çeker götürür.
Zekeriya ve o üç gayb ricâli evliya bu manzara içinde kabristana doğru giderken, bir an için Zekeriya'nın keşfi açılıverir. 
Zerreden küreye her şeyin tesbihâtını duymaya başlar. 
Taşların, ağaçların her şeyin, kimisinin rükuya vardığını, kimisinin secdeye kapandığını görür. 
Sağından solundan, önünden ardından, üstünden altından her taraftan bir tesbihât uğultusu gelmektedir. 
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder; mülk O'nundur ve hamd O'na dır ve O her şeye  kadirdir." Teğabun Sûresi 1.âyetinin bütün esrarı gözlerinin önüne serilince, Zekeriya bayılır düşer.
O üç gayb ricâli evliya, kollarından tutup kaldırırlar Zekeriya'yı: 
Kalk Efendi, kalk!.. 
Bu âlem halkının basiretinin bağlı oluşunun da bir faydası olduğunu gözlerinle gördün işte! 
Eğer herkesin basireti açık olsa, hiç kimse şu yapıp ettikleri şeylerin hiç birisini dünyada yapamazlar. 
Herkes el etek çeker dünyadan o zaman.
Sonra, o lâhûtî cümbüş içinde, o gayb erenler, geldikleri gibi sır olurlar giderler.
Zekeriya, azıcık toparlanır gibi olduğu zaman, babasının kabri başında bulur kendini.
Yâsin Sûresi'nin "O bir şey istediği zaman ol der, odahemen oluverir. 
Her şey O'nundur, O her şeyin üstünde ve ötesindedir. 
Hepiniz O'na döneceksiniz." meâlindeki son âyetleri dökülmektedir o anda Zekeriya'nın ağzından.
Elini yüzüne çalarken, sabah ezanları başlar Lâdik'de...

Kaynak: Lâdikli Ahmed Ağa, Mustafa ÖZDAMAR Sh.: 64, 65, 66, 67, 68


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder