Başka hiçbir kimsenin, hiçbir şeyin hoşnutluğu bu zamanın insanını alakadar etmiyor.
Hoşnutluğu aranacak yalnız nefsidir.
İşte onun için insanoğlunun başına ne felaket geldi ise kendi nefsinin hoşnudluğunun peşinde koşmasından dolayıdır.
"Çukurova üzerinde tayy-ı mekân giderken, bir arkadaşımızın gözü takıldı aşağıda pamuk toplayan kadınlardan birine de...
Pat diye attılar onu, anında yere!
Bir gün Sadreddin-i Konevi'nin günümüzde cami olarak ibadete açık bulunan záviyesinde bir toplantı vardı.
Hazreti Mevlânâ o gün çok hararetliydi, istiğrak halindeydi.
Hazreti Mevlânâ, yerlerin ve göklerin, zâhirin ve batının, görünen ve görünmeyen bütün âlemlerin coşkunluğunu kendi canında, kendi teninde tevhid ederek, vecd ve istiğrak içinde semâ etmeye başlayınca, dervişler arasında öyle bir cezbe kıyameti koptu ki:
Lâdikli Ahmed Ağa'nın torunu Lâdik Belediye Başkanı Mehmet Elma anlatıyor:
27 Mayıs 1960 ihtilâlinde pek çoklarına yapıldığı gibi dede mi de alıp götürmüşler sıkıyönetim mahkemesine, Konya'ya.
Sıkıyönetim hakimi alay etmeye kalkmış dedemle:
-Sen namazlarını Mekke'de kılarmışsın öyle mi?
Akşemseddin, bilhassa bulaşıcı hastalıklarla ilgilendi.
Bu hastalıkların bir hastadan diğer bir insana nasıl geçebileceği üzerine araştırmalar yaptı.
Sonunda "Maddetü'l Hayat" adlı tıp kitabında belirttiği şu neticeye vardı:
Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısî Hazretleri'nin Vaazlarının Derlendiği Kitap
Hz.Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm, kendisinden sonra ne olacağını soran sahâbesine;Hazreti Mevlâna'ya bir gün bir aziz:
-"Şeytan Muhammed'in kalbine vesveseler verir ve hiç şüphe yok ki Ömer'in gölgesinden kaçar" burulduğu vechile, Hazreti Peygambere bile vesvese verdiği halde, Hazreti Ömer'in gölgesinden bile kaçıyordu.
Hikmeti ne bunun, buradaki sır nedir? diye sordu.
Ahmed Ağa'nın yanında yöresinde çokça bulunan gönül dostlarından Şair Nuri Baş, bir gün Ahmed Ağa'ya sormuş:
-Ahmed Ağa, siz bu tayy-ı mekânlarda Avrupa'ya gidiyorsunuz, Amerika'ya gidiyorsunuz!
Hazreti Mevlânâ'yı seven sayan, ama bazı halterine takılan bir âlim, bir gün bir mecliste içinin içinden:
-Mevlânâ gibi bir ilim ve irfan padişahı, hem şeriatta hem tarikatta, marifetde ve hakikatda sultan olduğu halde, musiki ve sema gibi şeriata aykırı olan şeyleri nasıl olur da câiz görür? diye düşünmeye başlayınca, bu gizli durumu gönül ekranında seyredip duran Hazreti Mevlânâ, ona melâmet üzere şöyle söylemiş:
Sultan Veled anlatıyor:
Babam -Mevlânâ- daima:
"Ben beş yaşında iken nefsim ölmüştü!" derdi.
Hem böyle söyler, hem de çok sıkı riyâzat yapardı.
Bu böyle hep devam edince, bir gün kendilerine:
Hazreti Mevlânâ'nın bu dünyaya veda etme belirtilerinin başladığı günlerde, eşi Kira Hatun:
Hüdavendigâr Hazretleri'nin dünyayı hakikat ve mânâlarla doldurması için üçyüz, dörtyüz sene yaşaması gerekmez miydi? diye dolup taşınca, insanlığın piri Hz.Mevlânâ:
En az iki türlü rüşd, iki türlü ölüm var insan hayatında.
Birinci rüşd, ergenlik çağına ererek akıl bâliğ olmak.
İkinci rüşd, ermişlik mertebesine ererek, ârif ve kâmil (bilge ve olgun) olmak.
Lâdikli Ahmed Ağa'nın torunu Lâdik Belediye Başkanı Mehmet Elma:
Çocukluk yıllarımızda dedem bize Kur'an okutur, dinlerdi.
Kendisi değil okuyan dedemin hiç bir dilde okuması yazması yok biz okuruz, o dinlerdi. Anlayamadığım bir şey olurdu o zamanlar.
Azm-i Millî Sanayi ve Bilim Müzesi (Un Fabrikası), Aksaray şehir merkezinde, Zinciriye Medresesi'nin karşısında yer almaktadır.
"Azmi Milli", milletin azmi anlamına geliyor.
1924'ten 1997 yılına kadar hizmet veren fabrika, şimdi ise müze olarak ziyaretçilerini bekliyor.
Ülkenin zor zamanlarında un üretimini hiç aksatmadı.
Kavakköy, Konya'nın Seydişehir ilçesine bağlı, Seydişehir-Beyşehir yolu üzerinde bir köydür.
Seydişehir'e 15 km mesafede yer almaktadır.
Kavakköy, idari bölüm olarak daha önceleri köy iken, 2012 yılındaki yasa değişikliğinden sonra mahalle olmuştur.
2019 yılı itibariyle 450 kişi civarında nüfusu vardır.
Yıl 1950-51 filan, Kore Savaşı konuşuluyor her yerde.
İşte o günlerde, Ahmed Ağa'ya:
Hacı Baba, Kore'deki muhasarada neler oldu? Siz orada mıydınız? diye sordum.
Şunu anlattı bize o zaman:
Bir gece, Selçuklu Veziri sema ediyordu.
Sema o kadar uzun sürdü ki, Süleyman Pervâne, o anda yanında bulunan bir gönül dostunun kulağına:
Çok yoruldum!
Sen ortalığa göz kulak ol da ben azıcık kestireyim! diye fısıldayınca, ötelerde vecd ile istiğrak içinde sema etmekte olan Hz.Mevlânâ, gönül kulağıyla duyduğu bu fısıltıya karşı şöyle bir gazele başladı:
Lâdikli Ahmed Ağa'nın dünürü İshak Serdaroğlu'na sorduk:
-Ahmed Ağa, bizim şikâyetçi olduğumuz kötülüklerin, şerrin izâlesi için ne tavsiye ederdi?
-Valla şimdi- bu arkadaşlar da bilir ya:
"Ülen oğlum bu millet deli.
Milli Kahraman Yörük Ali Efe’nin İzmir’den dönüşünden ölümüne kadar yaşadığı Yenipazar ilçe merkezindeki evi 1980’li yıllarda çıkan yangında tamamen yanmıştır.
1995 yılında Aydın Valiliği tarafından Kültür Bakanlığı'na yapılan teklif kabul görmüş, Yörük Ali Efe’nin mirasçıları evin müze yapılması şartı ile evi Kültür Bakanlığı'na bağışlamışlardır.
Hazreti Ömer ve Sa'd İbni Vakkas Hazretleri, İran'a at satmaya gitmişlerdi. İran'a vardıkları zaman şehrin girişinde cirit oynayan bir kısım genç görüp seyre daldılar. Bir ara yabancıların kendilerini seyretmekte olduğunun farkına farkına varan gençlerden birisi yanlarına gelip "Bedeviler" gibi sözlerle hakaret ettikten sonra, satmak için getirdikleri ve üzerine bindikleri Arap atlarını ellerinden zorla aldılar.
«Herkes terler» deniyor.
Evliya da terler,
Enbiyalar da terler, orada.
Peygamber-i Zîşan'ın mübarek Cism-i Şerîfi'ne giymiş olduğu gömlek, dünyadan çıkarken su içinde kalmıştı.