O bize her zaman sevgi ile yaklaştı.
Bizi Islâh-ı Medaris'in gayretli talebeleri yerine koydu ve kucakladı.
Biz ise gençliğin verdiği umursamazlıkla ona karşı nâdânlık ettik.
Bab-ı şeriattan (şeriat kapısından) tarikat, marifet ve hakikat haremine geçemeyenler:
-Yahu, bu adamların (Allah Dostları'nın, Evliyaların) madem ki bu kadar güçleri var da, niye boyunlarını çekivermiyorlar şu namızsız gâvurların?
İslâmı hâkim kılıverseler ya yeryüzüne?
Şer fârelerinin, küfür böcülerinin işlerini bitiriverseler ya şöyle, sizin üzerinde çok durduğunuz şu meşhur "teveccüh" ve "tasarruf"larıyla? gibi itirazlar yöneltirler.
Selçuklu Veziri Süleyman Muineddin Pervane'nin sarayında bir gün bir sohbet ve semâ toplantısı vardı.
Gecenin
en ağır, en hatırlı davetlisi ve toplantının yıldızı olan Hazreti
Mevlânâ, toplantı başlayıncaya kadar Pervane'nin sarayının kapısında
bekleyerek adeta teşrifatçılık yapınca, Hüsameddin Çelebi:
-Niye böyle zahmet buyurdunuz efendimiz? diye sordu.
Her şey bir bilgisayar hatası ile başladı.
Amine, Kızılderili ailesi olan Cheroke kabilesindendi,
1975 yılında okulda alacağı dersleri seçti.
Sonra bir işi çıktı, Oklahoma’ya gitti, orada işleri uzun sürdü.
İki hafta sonra Teksas’a dönebildi.
Döner dönmez okulun yolunu tuttu, yanlışlıkla tiyatro dersine kaydedildiğini öğrendi.
Ders sonrası hocasına durumu izah etti, tiyatroda rol almak yerine alternatif ödev verilmesini istedi.
Hoca, teklifi olumlu karşıladı ve ondan Ortadoğu kültürünün kıyafetlerini tanıtmasını istedi ve Arap öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir sınıfa gönderdi.
Namlu, kılınç temizlensin pasından...
Kahrolsun kitapsız, kendi yasından...
O kirli alnının tam ortasından,
Sen vurmazsan; söyle kim vuracaktır?..
Emekli memur Nazım Erkal anlatıyor:
Bizim burda -Kadınhanı'nda Kamber Hoca diye bir Hocamız vardı.
Ahmed Ağa'nın dostuydu, Allah rahmet eylesin öldü o.
İşte onunla birlikte bir gidişimizde Ahmed Ağa bize şiirlerini okuyordu.
Şimdi o şiiri hatırlayamıyorum, ezberimde değil.
Hazreti Mevlânâ bir gün, Hazreti Musa'nın Asasını anlatıyordu.
-Hz.Mûsâ'nın asası, dinsiz sihirbazların sapıklıklarının eseri olup, yetmiş deve yükü tutan, dağları sahraları dolduran sihir aletlerini, celal sahibi Allah'ın inayetiyle öyle yuttu ki, bunlardan hiçbir eser kalmadı.Ahmet Ağa’nın Ekrem Babacan isimli bir dostu, henüz onunla tanışmadan evvel, Ankara’da gittiği bir Cuma camisinde anlatılan, veliler ve kerametleri hakkındaki hutbeden çok etkilenir.
Namazı müteakip imam efendiye “hocam, şu anda hutbede belirttiğin vasıfları taşıyan bir veli var mıdır?” diye sorar ve kendisine söylemesini ister.
Hoca efendi ise “aradığınız takdirde bulabilirsiniz” cevabını verir.
Sakın ha, bîvefâdan; vefâ bekleme dostum
Sadist ruhlu kimseden; sefâ bekleme dostum.
Diplomaya aldanıp, imansız bir tabîbin;
Yazdığı reçeteden, şifa bekleme dostum.
*Gönül Söyler Dil Susar, Abdullah GÜLCEMAL, 1986, s.74.
Hile ile rızık artmaz, belki malın bereketi gider.
Aldatarak azar azar biriktirilen şeyler, ansızın gelen bir felâketle yok olur, geride yalnız günahları kalır.
Yunus bin Âbid (Radıyallahü Anh) ipekli kumaş tüccarıydı.
Malını satarken hiç övmezdi.
Kemlik sâdır olmaz, yiğitten, mertten.
Dürüst toplum çıkmaz, bozulan fertten...
Felâh yok, aslına rücû etmezse
Hukukî, siyasi ve sosyal dertten.
*Gönül Söyler Dil Susar, Abdullah GÜLCEMAL, 1986, s.62.
Hazreti Mevlânâ'ya bir gün birileri:
-Bit öldürmek günah mıdır? diye sormuş.
Hazreti Mevlânâ: