31 Aralık 2021 Cuma

Meyyitzâde (Müeyyedzâde, Lohusa Hatun) Türbesi, Beyoğlu, İstanbul

Meyyitzâde (Müeyyedzâde, Lohusa Hatun) Türbesi, Beyoğlu, İstanbul
Sultan I. Ahmed Han zamanında yaşamış olan Meyyitzâde, fazîlet ve irfânıyla meşhur büyük bir Osmanlı âlimidir. 
Kendisine Meyyit-zâde, yâni “ölünün oğlu” isminin verilmesi, rivâyete nazaran başından geçen şu ilâhî tecellî sebebiyle olmuştur:
Meyyitzâde’nin babası yiğit bir askerdi. 
Birçok cengâver gibi o da, Sultan III. Mehmed’in 1596 yılında yaptığı Eğri Seferi’ne çağrılmıştı. 
Fakat o esnâda hanımı hâmileydi ve doğumu da bir hayli yaklaşmıştı. 
Bununla beraber, Allâh yolunda cihâdı her şeyin üstünde tutan cengâver baba, sefer hazırlıklarını tedârik etti ve hanımıyla helâlleşti. 
Ellerini edeble Cenâb-ı Hakk’ın ulvî dergâhına açtı. 
Gözlerine biriken merhamet damlaları arasında niyâz eyledi:

“İlâhî! 
Sen’in yolunda gazâya gidiyorum. 
Sen’den başka da kimsem yok! 
İlâhî! 
Şu vefâkâr ve çilekeş hanımımdan doğacak olan evlâdımı Sana emânet ediyorum. 
Lutuf ve kereminle onu muhâfaza eyle!”

Bundan sonra atına atlayan cengâver baba, hızla gözden kayboldu. 
Allâh’ın inâyet ve nusretiyle Osmanlı ordusu muzaffer oldu.

Dönüşte kumandanından müsâade alan cengâver baba, doğruca evine gitti. 
Ancak eve geldiğinde kimsecikleri göremedi. 
Oysa ordunun muzafferen döndüğü haberi her tarafta duyulmuş bulunduğundan hanımının evde kendisini bekliyor olması lâzımdı. 
Büyük bir merak ve telâş içerisinde hemen etraftaki komşulara koştu ve hanımını sordu. 
Cengâver babayı karşılarında gören komşular, mahzun bir şekilde:
–Yiğit! Allâh gazânızı mübârek etsin ve sizin ömrünüze bereket ihsân eylesin! dediler.

Bu cümleden kasdedilen mânâyı anlayan baba, bir anda kalbini saran yakıcı bir elemin verdiği irâdesizlikle:
–Hayır, olamaz! diye kekeledi ve ardından hafif bir sesle:
–Olamaz! Ben doğacak yavrumu Kâinâtın Rabbi’ne emânet etmiştim! 
O, muhâfaza edenlerin en hayırlısıdır! dedi.

Bir müddet derûnî bir sükûta dalan kederli baba, yanındakilere baktı; sonra içine doğan bir ilhamla:
–Elbette ki merhamet sâhibi olan Allâh, muhâfaza edenlerin en hayırlısıdır! 
Tez bana refîkamın kabrini gösterin! dedi.

Birlikte kabristana gittiler. 
Kabir kendisine gösterildiğinde, heyecanla kulağını mezarın toprağına koydu ve dinlemeye başladı. 
Bir müddet sonra haykırdı:
–İşte yavrumun sesini işitiyorum!
Hemen kazma ve küreğe sarılarak kabri açmaya koyuldu. 
Onunla beraber gelenler de, mezardan ince ince yayılan çocuk sesini duydukları için bu mahzun babaya yardım ettiler. 
Kabir tamamen açıldığında ortaya çıkan manzara, irâdeleri sıfırlayacak kadar hayret ve dehşet vericiydi:

Kabirde, ölü anneden doğmuş nûr topu gibi bir yavru vardı ve annesinin göğsüne yapışmış bir vaziyette duruyordu. 
Gâzî baba, hemen yavrusunu alıp bağrına bastı. 
Onun pembe yanaklarına bûseler kondurdu. 
Sonra yavruyu sıcak bir kundağa sardı. 
Açılmış olan kabri de, hanımına «Vedâ Fâtihası» okuyarak îtinâ ile kapattı. 
Herkes, bu mûcizevî tecellî karşısında hayret ve hiçlik makâmında, büyük bir tâzîmle Cenâb-ı Allâh’ı tesbîh ve takdîs ediyordu. 
Baba da, nemli gözlerle secdeye kapanmış, hanımının vefâtı dolayısıyla mahzun, evlâdı sebebiyle de mesrur bir gönülle Rabbine hamd ediyordu.

Bu yavru, güzel bir tahsîl ve terbiye içerisinde büyüdü ve şöhreti bütün Osmanlı mülkünü saran zâhid bir âlim oldu. 
Başından geçen bu mûcizevî tecellî dolayısıyla, hep Meyyitzâde diye anılageldi. 
O, Hak Teâlâ’ya mutlak ve samîmî bir teslîmiyetin ibretli ve hikmetli bir bereketiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder