19 Ekim 2024 Cumartesi

Sen üzülme, çünkü haklısın!

Şefik Can, Seyda Hazretleri'yle [Muhammed Raşid Erol (1930-1993)] olan bir hatırasını şöyle anlatıyor: 

Bir arkadaşım vardı, Şinasi Bey isminde. 
Fevkalade bir dostluğumuz vardı kendisiyle, çok iyiydik.
O Kâdirî idi, ben ise Mevlevî idim. 
Bir gün bana:
-Efendim, Adıyaman'ın Menzil köyünde Muhammed Raşid Efendi isminde bir şeyh varmış.
O'na dünyanın her tarafından ziyaretçiler geliyormuş. 
Benim bir akrabam ona bağlı, ticaretle meşgul, arabasıyla gidiyor, arabada yer var, seni de götürelim, dedi.

Çok sevindim:
-Ben, öteden beri hangi yerde bir Allah dostu ismi duyarsam, onu ziyarete gitmek isterim, dedim.

Kalktım, onlarla beraber Adıyaman'ın Menzil Köyü'ne gittim. 
Köye vardık, bize bir oda verdiler, beş kişiyiz. 
Ama, oraya Anadolu'nun her yerinden ziyaretçiler geliyor. 
Orası adeta benzetmesi hata olmasın, kutsal yer haline gelmiş. 
Böyle onlarca battaniye yığılı, herkese battaniye veriyorlar. 
Yaz mevsimi, sonra çorba da veriyorlar, yiyecek veriyorlar. 
Orada misafir ediyorlar. 

O akşam kaldık. 
Namazları Raşid Efendi kendisi kıldırıyor, büyük bir zevk-i manevi içerisinde. 
Şimdi bizi götüren adam Raşid Efendi'ye:
-Ben, İstanbul'dan üç kişi getirdim onlar sizden el alacaklar, demiş. 
    Bana:
-Şeyh efendiden el alacağız, dediler. 
    Ben:
-Olmaz.
Ben bir şeyhe bağlıyım, kendisi hayattadır ve irtibatın devam ediyor. 
Ben ona saygısızlık yapamam.
Ben Mevlevîyim ama, onun emriyle Mevlevi'yirn. 
O benim rehberim, ben onu darıltamam, dedim. 

O zaman benim şeyhim sağ idi ve Medine'de idi.

Orada biraz münakaşa ettik.
Ben yine olmaz falan dedim. 
Onlar gittiler el aldılar. 
O gece gözüme bir türlü uyku girmedi. 
Kendi kendime devamlı düşünüyorum;
"Neden, o büyük zatı reddettim. 
Onlar gitti el aldılar, bir tanesi aksilik yapıyor, gelmedi, derlerse. 
Ya o bana darılırsa, ben ne olurum? 
O büyük bir veli, darıltırsam ben ne olurum vs." 

Ama bir taraftan da Hacı Sami Efendi gözümün önüne geliyor. 
Uyuyamadım, gecenin üçünde yavaşça kalktım; "Madem uyuyamıyorum, camiye gideyim, biraz tesbih çekeyim, oyalanayım" dedim. 

Aşağıya indim, saat üç.
Bir de baktım ki orada sıra olmuşlar, kuyruk olmuşlar.
Ben de kuyruğa girdim, abdest aldım, caminin içine girdim.
Ezan okundu.
Bekledim arkadaşlar geldiler. 
Namazı kıldık. 

Ben kendi kendime;
"Ben bunlarla gitmeyeceğim. 
Burada kalacağım.
Onlar gittikten sonra nasıl olsa İstanbul'a giden otobüsler var, ben onlarla giderim" diye karar verdim. 

Onlara da bir şey söyleyemiyorum ve Raşid Efendi Hazretleriyle görüşüp: 
"Efendim benim Medine'de şeyhim var; Hacı Sami Efendi.
Onu darıltırım diye sizden el almadım, beni affet" diyeceğim. 
Buna karar verdim. 
Uykusuzum, perişanım, onlardan ayrılacağım. 
Sonra vasıta bulabilir miyim, bulamaz mıyım ondan da korkuyorum.

Biz kahvaltı yapmaya odamıza gidiyoruz. 
Bir de baktık ki Raşid Efendi çıkmış evinden erkenden. 
Zaten biz camide epey kalmıştık, güneş de yükselmişti. 
Baktık bahçede bir şey yaptırıyor, ameleye bir şeyler tarif ediyor. 
Arkadaşlarım bana; 
-Sen şöyle kenarda dur, biz gidelim Şeyh Efendi'ye "Allah'a ısmarladık" diyelim. 
Çünkü sen el almadın ondan, ayıp olur, dediler. 

Beni bir kenara ittiler. 
Tabi ben zaten kendi kendime üzüntülüyüm.
Arkadaşların bu davranışları beni iyice üzdü. 
Tam o esnada Raşid Efendi şöyle uzaktan bir baktı bize, arkadaşlarım ona doğru yürürken, oradaki işini bıraktı, benim yanıma geldi, elini omzuma koydu ve bana;
-Sen üzülme, çünkü haklısın, 
Medine'de şeyhin var senin, o sebepten gelmedin, dedi. 

Bakın bakın, gönülden aşina, benim iç dünyamı nasıl anladı. 
Kurban olduğum Allah'ım.
Ben hemen eline sarıldım, bana tekrar:
-Yok yok için rahat olsun, haklısın, çok iyi yaptın, dedi. 
İçim ferahlamış bir şekilde döndüm.

İşte bir velinin kerameti. 
Ben şimdi sabahları ders yaparken Hacı Sami Efendi'yle beraber onun adını da zikrediyorum. 
"Raşid Efendi" diyorum, onu da zikrediyorum. 
Babamı ve diğer büyüklerimi zikrederken onun adını da zikrediyorum. 
İşte bunu da bir hatıra olarak size arz ediyorum. 
Yani büyük velilerden bir şey gizlenmiyor. 
Onlar gönle aşina, anlıyorlar, görüyorlar.

* Hak Dostlarından Hatıralar, Mahmut Bıyıklı, Mavi Yayıncılık, 2008, s.79, 80, 81.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder