Üveys El Karanî (Veysel Karanî) bir gün develerini dere kenarında otlamaya bırakmıştı..
Sonra bir ateş yaktı, su ısıttı...
Hem kendi eskilerini, hem annesininkileri yıkadı, kayalara serip kurumaya bıraktı.
Yorulmuştu.
Ekmeğini çıkarıp dinlenirken, yiyecekti ki gözü develere kaydı.
Şaşırdı gördükleriyle.
Develer, altı yedi metre boyunda üç ağacın sarkan dallarına sık sık gidiyor, kiraz kırmızılığındaki meyvasıyla birlikte, koyu renkli parlak yaprakları yiyorlardı.
Sonra, açılıyor, neşelenmiş gibi, garip hareketler yapıyorlardı.
Üveys, bu ağaçları eskiden de görmüştü..
Çiçekleri yasemine benzerdi ve açtıkları zamanı, sanki ağaca kar yağmış gibi olurdu..
Üveys, kendi kendine hükmünü verdi:
"Develerim, Allah'ın yarattığı şu nimetleri yiyerek böyle keyifleniyorlar.
Esasen Allah her nimeti bir fayda için yaratmış değil midir?"
Üveys, dayanamadı, ağaçlara gidip, olgunlaşıp buruşmuş meyvalardan kopardı..
Bu buruşuk meyvalardan birisini ısırdı; acıydı.
İçini açtı.
Orada yumurta gibi bir yerde, kimisi çift kimisi tek, çekirdekler vardı..
Onları da ısırdı...
Öylesine kemik gibi serttiler ki, zorlukla kırdı ama, yine dili acıdan kavruldu..
"Bunlar insanlara göre değil, hayvanlar için yaratılmışlar" diyerek attı ve sırtüstü uzandı.
Çok geçmedi ki, güzel, ferahlatıcı, bir koku etrafa yayıldı.
Üveys, tekrar doğrulup baktı..
Yaktığı ateşten geliyordu bu koku.
Attığı meyveler, ateşe düşmüşler ve kavrulmuşlardı.
Derhal kalkıp onları topladı ve çiğnedi.
Acılıkları kalmamıştı..
Bir saat sonra da Üveys'in aklı, içi bir hoş olmuş, daha iyi düşürmeye, kendisine güvenmeye başlamıştı.
Bu nimeti tanıtmalı, insanları faydandırmalıydı.
Gidip ağaçtan yeni meyvalar topladı.
Ateşte kavurdu..
Torbasına doldurdu; "Annem bunları yiyince kim bilir ne kadar sevinecek" diyordu.
O akşam develeri evlere dağıtıp, annesine dönünce, sabretti..
Yemeklerini yediler evvelâ.
Sonra karşılıklı oturdular.
O zaman Üveys, torbasından bir avuç kavrulmuş çekirdek çıkardı:
-Ey canım annem, şunları bir kokla.
Bak, güzellerin güzeli Allah'ımız bizler için neler halk ediyor, dedi.
Annesi kokladı, şaşırdı, ancak:
-Ferahladım, keyiflendim, içim açıldı, dedi.
Üveys, birkaç çekirdeği annesine verdi, kırdırıp yedirdi.
Bu arada onları nasıl bulduğunu anlattı.
Annesi:
-Köylümüz, hatta başkaları bu nimetten habersizler..
Belki görmüşlerdir ama, kavurmayı akıl etmemişlerdir, acaba ismi nedir?
Üveys derhal yakışan ismini söyledi:
-Mademki yiyeni keyiflendiriyor; "Keyfe" olmalıdır adı. Annesi:
-Doğru ey Üveys, dedi.
Üveys, ahlakına uygun olarak bundan yalnız kendisiyle annesinin değil, bütün insanların faydalanmasını düşündü.
Annesine fikrini açtı:
-Ey Annem!.. Sabahleyin, köy ağasına Keyfe'yi tanıtacağım.
Bu rızık kapısının nerede olduğunu tarif edeceğim, dedi. Annesi:
-Elbette ey oğlum, vazifendir.
Ama, her rızık da olduğu gibi, bunun da öyle sanıyorum ki azı karar, çoğu zarardır..
O gece anne oğul uyudukları zaman, Üveys sanki geleceklerde yaşadı..
Bulup tanıttığı ve "Keyfe" adını verdiği meyvayı, herkes kapışıyordu..
Ağacını sürgünden, yahut tohumdan yetiştiriyorlardı.
Yemen ülkesinin denizden üç dört yüz metre yüksekliğindeki yerlerde bahçeler halinde ağaçlar dolmuştu..
Yolcuların, Kabe'ye giden hacıların torbalarında behemahal, kavrulmuş çekirdekler bulunuyordu..
Diledikleri zaman çiğniyor, yorgunluklarını gideriyor, sıkıntılarını atıyor, daha iyi düşünebiliyorlardı.
Üveys, Allah'ın izniyle, geleceğin gaybında yüz yıllardan yüzyılları atlayarak, bulduğu meyvanın hikâyesini, hayatını, görüyordu bir filim gibi..
Roma'nın Hıristiyan kiliselerinde din bozulduğu için, baskıdan kaçan birkaç rahip, Allah'ın birliğini tanıyan Habeşiştan hıristiyanlarına katılmayı dileyip yollara düşmüşlerdi.
Yolları Yemen'den geçerken, "keyfe"yi tanımışlar, sevmişler, tohumlarını beraberlerinde Habeşistan'a götürmüşlerdi.
Orada yerleştikleri köyde bunu yetiştirmişlerdi.
Onlar "Keyfe" değil "Kaffa" diyorlardı..
Köyün adı meşhur olunca, "Kaffa" kaldı.
Nihayet yeryüzünün her tarafına götürüldü..
Kendisine uygun topraklarda yetiştirildi...
Her topluluk, kavrulan çekirdekleri başka türlü yedi.
Kimi çiğnedi, kimi öğüttü, kaynattı, kimi soğuk olarak içti..
Böylece, yorgunluk giderildi, baş ağrılarına çare oldu.
Sinir krizlerini dindirdi..
Kalbi kuvvetlendirip kan dolaşımını artırdı.
İslâm âleminde "Keyfe"nin adı "Kahve" oldu.
Hazreti Üveys'e bu keşfinden ne kalmıştı?
Bunu gaybdan da bilgi edindi Üveys..
Kahve için mü'min, onun Üveys tarafından keşf edilip insanlara tanıtıldığını bildiği için, şükran borcunu şöyle diyerek gideriyordu ve giderecekti:
"Veysel Karani Hazretleri'nin ruhuna değsin!"
- Hazreti Veysel Karanî, Ahmet Cemil Akıncı, 2.Baskı, 1972, Sh.64/68.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder