Hacı Veyiszâde Hocamızın Konya İmam Hatib Okulundan öğrencisi yayıncı Ahmet Altıntepe anlatıyor:
İmam Hatib Okulu ikinci veya üçüncü sınıftayız.
O zamanlar üç sömestir olurdu.
Üç kere karne alır, her karneden sonra bir hafta tatil yapardık.
Hacı Veyiszâde Hocamızın Konya İmam Hatib Okulundan öğrencisi yayıncı Ahmet Altıntepe anlatıyor:
İmam Hatib Okulu ikinci veya üçüncü sınıftayız.
O zamanlar üç sömestir olurdu.
Üç kere karne alır, her karneden sonra bir hafta tatil yapardık.
Yukarı evdeki komşuları gelerek:
-Hacı Ahmed Ağa, bize bugün mutlaka bir şeyler göstereceksin, diye ısrar ederler.
At arabasını hazırlatır.
Beraberce Çalıbağ'a giderler.
Müsaade alır.
Yukarı dağlara doğru gider.
Sana ne ki neşesinden yasından?..
İlaç bile olsa içme tasından...
Dil de tüy bitti de anlatamadık;
İpek çıkmaz, kendir fabrikasından.
*Gönül Söyler Dil Susar, Abdullah GÜLCEMAL, 1986, s.53.
Şeyh Osman Rûmî Türbesi, Konya'nın Merkez Meram İlçesi Sahib-i Ata Mahallesi’nde, Yavuz Selim Caddesi Ahmet Küçük Armağan Sokak’ta Şeyh Osman Rûmî Camii'nin yanında bulunmaktadır.
Burası, Şeyh Hasan Rumi Türbesi, Şeyh Osman Rumi Türbesi, bir zaviye ve bir mescidden ibaret külliye şeklinde idi.
Şişli Müftüsü Mustafa Pektut Hacı Veyiszâde ile alakalı hatırasını anlatıyor:
Bahar aylarından birinde, bir gün, sınıftayız, dersteyiz.
Şimdi hatırladım, bir cumartesi günüydü.
O zamanlar Cumartesi günleri de ders vardı, öğleden sonra tatil olurdu.
Tatil heyacanı içinde dalmış gitmişim; taa köyüme.
Lâdikli Ahmed Ağa'nın Torunu Mehmet Elma anlatıyor:
Beraber katıldıkları bir muharebede, asker arkadaşı yaralandığı zaman dedeme:
-Benim bir oğlum var.
Adı Necmeddin Sami, şu anda on yaşlarındadır.
O benim oğlumsa, seni bulacak.
Ne olur şu mektubumu ona ver" diyerek, mektubu emanet eder.
Onuncu asrın sonlarında yetişmiş, cüzzamın sebep ve tedavilerini 900 sene evvel açıklayan meşhur Müslüman Tabib.
İsmi, Ahmed bin İbrahim bin Cezzar olup, künyesi Ebu Cafer'dir.
İbn-i Cezzâr diye meşhur olmuştur.
Avrupalılar L'Algizhar diye bilirler.
M.920/H.307 senesinde Kayravan'da doğdu.
M.1005/H.395 senesinde yine Kayravan'da vefat etti.
Bir hafta sonu tatilinde, Konya İmam Hatib Okulu'ndan bir grub öğrenci Lâdikli Ahmed Ağa'nın ziyaretine gitmişlerdi.
Ahmed Ağa, kerâmeti açık bir veliydi.
Kendisini ziyarete gelen öğrencilere Konya ve civarında, hatta Türkiye'de bulunamayan bir çok şey ikram etmişti.
İkram edilen şeylerin çoğunun ismini bile bilmiyorlardı öğrenciler.
Sordular Ahmed Ağa'ya:
-Ahmed Ağa, nerden buluyon sen bunları?
Ahmed Ağa'nın ıkınıp sıkınma adeti yoktu, rahat bir insandı:
-Nerden bulacağım oğlum, Hızır Aleyhisselâm getiriyor!
Kapkara tabloya, Ak mı diyelim?..
Necis olanlara, Pak mı diyelim?...
Biz bir Bâtıl için, başka Bâtıl'a
Allah'dan korkmadan, Hakk mı diyelim?
*Gönül Söyler Dil Susar, Abdullah GÜLCEMAL, 1986, s.33.
Lâdikli Ahmed Ağa'nın öğrenci olan bir ziyaretçisi:
-Efendim! Ben de sizlerle beraber olsam, ben de hizmet etsem, deyince Lâdikli Ahmed Ağa:
Hacı Veyiszâde Hocamızın Konya Iniam Hatib Okulundan öğrencisi yayıncı Ahmet Altıntepe anlatıyor:
Sene 1953 veya 54...
Konya İmam Hatib Okulunda üçüncü sınıftayız.
Arkadaşlarımızın pisbıyık lakabını taktıkları Türkçe hocamız bir ödev verdi:
10 Kasım'da ......... hakkında duyduklarınızı yazınız!..
Süleyman Özkafa kalktı: "Duymasak ne olur?" gibilerden hoca'ya ters gelebilecek bir şeyler söyledi.
اَللَّهُمَّ إِلَيْكَ أَشْكُو ضَعْفَ قُوَّتِي
وَقِلَّةَ حٖيلَتٖي وَهَوَانِي عَلَى النَّاسِ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ
12 asır evvel kâğıt fabrikasını kuran vezir İbn-i Fâzıl (739 – 805).
Abbasi İmparatorluğu'nun meşhur vezirler yetiştiren Bermekiler soyundandır.
Asıl adı Yahya'dır.
Yahya bin Fazıl veya sadece el-Fazıl diye de anılır.
Babasının adı Halid olduğu halde, kaynaklara "Fazıl'ın oğlu" diye geçmiştir.
Aytunç Altındal anlatıyor:
Ben Sayın Erbakan'ı 1973 yılında tanıdım.
1973 yılında ben o sırada Avrupa'da; İsviçre, Almanya, Avusturya, Belçika ve Fransa'nın Orta Doğu politik analisti olarak görev yapıyordum.
Diyarbakır'daki seçimleri izlemek için İsviçre Devlet Televizyonu ile beraber Diyarbakır'a gittik.
Diyarbakır'a gider gitmez, beni ve dört İsviçreliyi polis gözaltına aldı.
Peki, nedir mesele?
Tahir Büyükkörükçü Hoca, Konya'nın Sarayönü İlçesi'ne bağlı Lâdik Kasabası Çarşı Camii'nde yaptığı vaaz-ı nasihatinde şöyle anlatıyor:
Lâdikli Ahmet Ağa ile 25 sene sohbetimiz var.
Gece gelirdik, gündüz gelirdik.
Hafta sonunda gelirdik, hafta içinde gelirdik.
Bizi hüsnü kabulle kabul eder, kucaklar, bağrına basardı.
Bazen de odasında sabahlardık.
Sabahladığımız gecelerde; "Siz istirahatinize bakın, ben vazifeye gidecem" der ve giderdi.
Hacı Veyiszâde Hoca Efendi'ye hürmet çoktu Konya'da.
Faytonlar taksiler sıraya girerdi gittiği her yerde.
Onu biz taşıyacağız diye.
Bu milletin huzurun bozanın
Gözleri kör olsun, eli kırılsın...
Rüşvetçi memurun, dinsiz ozanın
Kalemi kırılsın, teli kırılsın.
*Gönül Söyler Dil Susar, Abdullah GÜLCEMAL, 1986, s.23.
14. ve 15. asırlarda yaşamış, ondalık kesirleri ilk defâ kullanan büyük Müslüman-Türk matematik ve astronomi âlimidir.
İsmi, Cemşîd bin Mes’ûd bin Mahmûd et-Tabîb el-Kâşî olup, lakabı Gıyâseddîn’dir.
14.asrın nihayetine (sonlarına) doğru Kaş şehrinde doğdu.
Uluğ Bey Ziyci adlı eserin önsözünde, H.833/M.1429 senesinin sonbaharında Semerkand’da öldüğü bildirilmektedir.
Hem Âlim, hem Velî: Dâvûd-i Kayseri (1258-1350)
Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde yetişen alim ve velilerden.
Asıl adı; Davud bin Mahmud bin Muhammed, lâkabı Şerefüddin'dir.
Dâvûd-i Kayseri diye meşhur olmuştur.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekte ise de, 1258 veya 1261 senelerinde doğduğu tahmin edilmektedir.
Kayseri'de doğmuştur.
Karaman'da doğduğunu söyleyenler de vardır.
1350 senesinde İznik'te vefat etti.
Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Merkezi Fıkıh Müderrisi Mehmet Savaş Hoca, hocası Hacı Veyiszâde'yi anlatıyor:
Şefik CAN anlatıyor:
İlk görüşmemizde Ahmet Ağa aynı Yunus gibi çok güzel şiirler okudu, adeta kendinden geçti.
Ben edebiyat hocalığı yaptığım için şaşırdım bu coşkunluk karşısında.
Daha sonraki zamanlarda tek başıma onu ziyarete gitmeye başladım.
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْقَسْوَةِ وَالغَفلَةِ وَالْعَيْلَةِ وَالذِّلَّةِ وَالْمَسْكَنَةِ
وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْفَقْرِ وَالْكُفْرِ وَالفُسُوقِ وَالنِّفَاقِ وَالشِّقَاقِ وَالسُّمْعَةِ وَالرِّيَاءِ
وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الصَّمَمِ وَالْبَكَمِ وَالّبَرَصِ وَالْجُنُونِ وَالْجُذَامِ وَسَيِّئِ الأَسْقَامِ
Allahım, acımasızlıktan, gafletten, fakirlikten, zillete düşmekten ve miskinlikten sana sığınırım.Fakirlikten, küfürden, doğru yoldan sapmaktan, ihtilafa düşüp parçalanmaktan, şöhretten ve iki yüzlülükten sana sığınırım.Sağırlıktan, dilsizlikten, barastan (deride lekelerin meydana gelmesinden), delilikten, cüzzamdan, hastalık ve sıskalıktan sana sığınırım.
Bir gün Hz. Ömer Radıyallâhü Anh, elinde bir kısım Tevrât sayfaları ile Peygamber Efendimiz’e gelip:
-Ey Allah’ın Rasûlü!
Bunlar Tevrat’tan bazı kısımlar.
Onları Zurayk Oğulları’na mensup bir arkadaşımdan aldım, dedi.