Hacı Veyis bir bilge.
Tek kuruş ücret almadan hizmet üreten bir bilge.
Onu, yıllar sonra, eşi Muhsine Hanım, torunu Ali Ulvi'ye şöyle anlatacaktır:
-Deden merhum, tam elli sene her işi yaptı.
Tek kuruş maaş almadı.
Köyde bir tarlamız vardı.
O tarlayı ektirir biçtirir, ordan gelenle geçinirdik.
Başka bişiyimiz de yoğudu.
Kıt kanaat geçinirdik amma kimseye belli etmez, kimseden bişiy istemez, almazdı.
Hep verirdi, verebildiğince.
Deden merhum, işte böyle bir insandı oğul!..
Kabri cennet olasıcaya, bir gün:
-Efendi, havalar yüzünü eğdi, kış geliyor, bana entarilik bir pazen alsan...dedim.
-İnşâallah! dedi.
Parası olmayınca İnşâallah der, başka bişiy söylemezdi rahmetli.
Bir iki gün geçti, bir daha söyledim, gine:
-İnşâallah!..dedi.
Birkaç gün sonra bir daha söğledim. Gine:
-İnşâallah!..deyince... Ağzımdan şu çıkmış:
-Efendi, bu mahallenin halkında hiç mi utanma yok?
Hiç düşünmezler mi, bu Hoca Efendi'nin de bir evi var, barkı var, çoluğu var, çocuğu var, ne yapar, ne eder diye?..
Bu hoca beş tane çocuk büyüttü, ne yerler, ne içerler, ne giyerler diye hiç akıllarına gelmez mi? dimissim (demişim, deyivermişim)!..
Amaniiin, amanin!
Deden merhum, kabri cennet olasıca, bir öfkelendi, bir öfkelendi...
Hiç öyle kızdığını görmemiştim:
-Muhsine, Muhsineee!..
Aman ağzındaki tükürüğü yutarım dime!
Yutma, tükür!..
Bu söz karnına gitmesin!
Ağzından çıkan bu söz, eğer Beyşehir gölüne düşse, göl zehirlenir, balıklar ölür.
Tükür o sözü çabuk, yutma!..
Tevbe et, istiğfar et!..
Ben boynumu büküp istiğfar çekmeye başlayınca, sesi yumuşadı.
Mesele ne olursa olsun kırmayı sevmezdi.
Yanık, gevrek bir sesle:
-Muhsine, benim mahallemdeki cemaat doğudan gelen muhacirlerdir.
Ben elimden gelse, hicret edip gelen bu insanlara maaş bağlarım.
Ben onlardan nasıl bir şey umarım?
* Hacı Veyiszâde, Mustafa ÖZDAMAR, 1992, s.47, 48.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder