Hacı Veyis Efendi'nin küçük oğlu İbrahim Efendi, bu kara devir içinde çatlama noktasına geldi.
Haftanın bir kaç günü evde, bir kaç gününü de hapiste, nezarette geçiriyordu.
Artık zorlanmaya başlamış, bütün sabır ve takâtı, "ya tahammül, ya sefer!" noktasında düğümlenmişti.
Bu darlanma içinde, oğlu Ali Ulvi'yi Mısır'a, Ezher'e göndermeye karar verdi:
-Oğlum, benim aşkım sizi okutmak.. Seni ben Mısır'a, Ezher'e göndereceğim, dedi, Ali Ulvi'ye.
Ali Ulvi, babasının bu kararından ötürü hem sevindi, hem üzüldü.
Kekremsi buruk bir mutluluk duygusu, yanık yüreğini yaladı geçti.
Zira, kendi öz yurdunda parya kalmanın neticesiydi bu.
O günlerde, İbrahim Efendi'nin bu kararından haberdar olan, Konya'nın âyânından Hacı Mehmed Ağa İbrahim Efendi'ye:
-Hocam, yarın akşam bize buyurun! dedi.
Hacı Mehmed Ağa, İbrahim Efendi'ye uğurlama ziyafeti çekecekti.
Ziyâfete, Konya'nın önde gelen bütün alimleri davetliydi.
Aralarında Müfessir Çelikzade Mehmed Vehbi Efendi de vardı.
Ertesi gün, yemekten sonra, Hacı Mehmed Ağa, İbrahim Efendi'ye:
-Hocam, maaile hicret ediyormuşsunuz?
Nereye gidiyorsunuz?
Memleketin size ihtiyacı var.
Sonra bir de şu...
Ben hacca gittim.
Bugünlerde Hicaz'da muazzam bir fakirlik var.
Sanatınız yok, mesleğiniz yok, ne yapacaksınız orada?
Ne yiyip ne içeceksiniz? dedi.
İbrahim Efendi, yanık, buruk, kırık bir sesle:
-Hacı Mehmed Ağa, yurdumda garib oldum yahu!..
Mehmed Akif'in iki mısrası var:
Görünmez aşina bir çehre olsun, rehgüzarımda,
Ne gurbettir çöken İslam'a, İslam'ın diyarında!..
Sadece İslâm'ın diyarında değil, evimde de garib oldum ben.
Oğlumu okutmak istiyorum, okutamıyorum yahu!
Bütün mel'anet serbest, zabtiyenin işi gücü beni takib etmek.
Üç gün evde, dört gün nezarette hapiste kalıyorum her hafta!
Bir tarlam vardı, onu sattım.
Ailemin ziynetini sattım.
Onlar bitinceye kadar bunları okutacağım.
Biterse sakalık yapacağım.
Huccaca su taşıyacağım.
Hamallık yapacağım.
Kalbi kırık, hayalleri yanık İbrahim Efendi böyle söyleyince, Mehmed Vehbi Efendi:
-Hacı Mehmed Ağa, bu hâle gelmiş imana aşk derler, aşk.
Bunun önünde durulmaz.
Bırakın gitsin de yavrularını okutsun.
Benim iki oğlum var, ikisi de câhil kaldı.
Birisi tüccar oldu, birisi hukuk mezunu...
Kitaplarım hangi mezatta satılacak onun gamını çekiyorum.
Bu aşk, bu gayret, bu hamiyet ve samimiyetin sahibi İbrahim Efendi'nin suçu, tek suçu; okutmak, çocuk okutmak, talebe okutmaktı!..
İbrahim Efendi, Medine'ye gitmiş, temiz Ravza'da serinlemişti ama, doğup büyüdüğü memleketinin ahvâlini de yüreğinde taşıdığı için, gamdan kederden âzâde bir hayat sürememişti.
Bu arada, Zeval Paşa dönemi sona ermiş, ama İsfenks Paşa dönemi başlamıştı.
Resmi terör azalmadan, hatta artarak devam ediyordu.
Devrinin Dahiliye Vekili'nin imzasıyla bir tamim gelmişti bütün gazete ve dergilere:
Allah'tan ve ahlâktan bahsetmek, resmen yasaktı.
İşte bu sosyal ve siyasal yangınlar içinde, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi, Konya'da, kardeşi İbrahim Efendi'nin bıraktığı boşluğu da doldurmaya çalışarak, geceyi gündüze gündüzü geceye katlayarak, yangının çekirdeğinde bir gülistan oluşturma gayretiyle çırpınıyordu.
* Hacı Veyiszâde, Mustafa ÖZDAMAR, 1992, s.52, 53, 54.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder