Mehmet Tekin:
Bizim Tevfik'in Kore'ye gitmeden önce dinle donla pek alâkası yoktu.
Pek çok insana, askere zahmet olan Kore, bizim Tevfik'e rahmet oldu.
Kore'den dönünce dinine donuna öylesine sıkı sarıldı ki, onun önceki haline alışık olan hanımına ağır geldi bu durum.
Kaldıramadı, taşıyamadı Tevfik'in bu halini.
Tevfik'i tekrar eski haline döndürmeye uğraşıyordu.
Tevfik onu İslâmî hayata çekmeye uğraşırken o da Tevfik'i alafranga yaşayışa çekmeye çalışıyordu.
Günler, haftalar, aylar derken bu çekişme ve çekiştirme hali patlama noktasına geldi dayandı.
İşte o günlerden birinde Tevfik bana:
-Ben bu karıyı boşayacağım Memet! dedi.
Arkadaşın halini, sıkıntısını biliyorum ama, şöyle bir irkildim:
-Dur Tevfik, ağır ol, kendini topla!
Bu iş mutlaka olacak bile olsa böyle olmaz! dedim.
-Eeee? Nasıl olacak peki? diye sordu.
Ben de:
-Hoca Efendiye gideriz, durumunu anlatırız, ne derse onu yaparız! deyince, kendini topladı.
Aklına yattı bu.
-Tamam, hadi gidelim! dedi.
Gittik.
Hoca Efendi, o tarihlerde, hem İmam Hatib'de öğretmen, hem de Aziziye Câmii'nde İmam.
Vardık, içeri girdik.
Tatil bir gündü o gün.
Bizim nöbetimiz filân yoktu.
Vaktimiz müsâit, Hoca Efendi'yi uzun uzadıya dinlemeye niyetliyiz.
İmam odasında Hoca Efendi'nin yalnız kaldığı bir anı kolladık, girdik birlikte.
Hoca Efendi'nin bir göz kırpması vardı bazen.
Yine öyle yaparak:
-Ne haber, ne hayır? dedi.
Tevfik susuyor ben konuşuyorum.
Ben, meseleyi özetleyerek:
-Arkadaşın avradı dindarlığına karşı çıkıyormuş.
Arkadaş da bu şartlar karşısında avradını boşamaya karar vermiş.
Size danışmaya geldik, deyince, kaşlarını şööyle çatarak:
-Sust!. Sust!.
Benim Hanım kızım Elifba heceliyor, Kur'an bellemeye çalışıyor, siz ona iftira ediyorsunuz! dedi, kesti.
Bize daha o mevzuda bir tek kelime bile söyletmedi.
Ağzımızı bile açtırmadı.
Sonra, câmiden çıktık, ben evime, o evine gitti.
Ertesi gün anlattı Tevfik, evde olup biteni:
-Eve vardım, usulca içeri girdim, bir de ne göreyim?
Bizim Hanım pencere ışığına oturmuş, önünde bir Elif cüz'ü, Elif-Bâ'yı sökmeye çalışıyor.
Daha önce örtünmeden ürken kadının başında da sakız gibi bembeyaz bir yaşmak!..
Şaşırdım kaldım.
Ondan sonra arkadaşın durumu düzeldi Elhamdülillah.
Hanımı da, dünya âhiret bacımız olsun, Hurileri kıskandıracak bir İslâmî necâbetin için girdi.
Hoca Efendi Hazretlerinin bir tasarrufuydu bu.
Biz işte o "Sust! Sust!" la çok hafif bir zılgıt yedik amma, durum da anında düzeliverdi Elhamdülillâh.
* Hacı Veyiszâde, Mustafa ÖZDAMAR, 1992, s.199, 200.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder