Bir komutanımız var ki, şeker gibi...
Onu bir baba gibi görüyoruz.
İçimde sanki komutanım saldırıya uğrayacakmış gibi bir his.
Elim, otomatik silahımın tetiğinde, gözlerim ufukları tarıyor..
2.5 saattir harekâttayız... Bir ara komutanımız, ayağı fark edemediği çukura girince sendeliyor.
Tam o anda başının hizasını yalayıp geçen kurşun sesi, yüreğimizi ağzımıza getiriyor.
Peşinden şiddetli bir çatışma başlıyor...
Bu çatışmada dört arkadaşımız şehadet şerbetini içti.
Komutanımız şehit olan askerlerin kimliklerini tespit ederken, birinin göğüs cebinden çıkan nota dikkat kesiliyor, bize dönüp soruyor;
-Kayserili falanca asker kim?
Hiç ses çıkmadı...
Meğer o da şehit olmuş...
Komutan, hemen o askerin de cebine bakıyor, cebinden çıkan notu okuyan komutanımızla beraber bütün bölük gözyaşı döküyor...
Niçin ağladığımızı bilmeden, sadece komutanımız ağladığı için ağlıyoruz...
Az sonra sakinleşip dedi ki;
-Arkadaşlar! Sizlere moral vermesi ve maneviyatınızın kuvvetlenmesi bakımından, şehadet şerbeti içen arkadaşlarınızın sırrını ifşa ediyorum...
Yozgatlı arkadaşımız yazdığı notta:
''Komutanım, bir sırrımı size yazıyorum.
Eğer şehit olursam, Kayserili arkadaşımdan borç aldığım, 20 lirayı ödeyebilir misiniz?
Ahirete borçlu gitmek istemiyorum." diyordu.
Benim için bundan daha şerefli görev olur muydu?
Bir şehit askerimin borcunu ödeyecektim...
Onun için, alacaklının kim olduğunu araştırdım...
Merak ederek Onun da cebine baktım...
Onun notunu da okuyorum:
"Komutanım! Yozgatlı falanca arkadaşımın borcunu, helal ettiğimi mahcup olur diye söyleyemedim.
Eğer şehit olursam, bana olan borcunu ödeyemedim diye üzülmesin.
Siz ona, hakkımı helal ettiğimi söyleyiverin..!''
Hepimiz beynimizden vurulmuşa döndük...
Bu ne samimiyet, bu ne asalet idi böyle?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder