Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, mürşidi Şems-i Tebrizî'yi kaybettiği günlerden bir gün, olanca dalgınlığı ile çarşıdan geçiyordu.
Yolu farkında olmayarak, kuyumcular çarşısına uğradı.
Selâhaddin-i Zerkubî'nin bu çarşıda bir kuyumcu dükkânı vardı.
Günün âdeti üzere birkaç çırağıyla içeride altın dövüyorlardı.
Tam o esnada kapının önünden geçmekte olan Hz.Mevlânâ, bu sesi duyunca, olduğu yerde kala kaldı.
Çekiçlerin mahzun mükedder ve uyanık gönle işleyen sesleri, onu bir anda kendinden geçirmişti.
Birden bire bir vecd âlemine dalarak, bir eliyle feracesinin yakasını tutup, sema etmeye, olduğu yerde devretmeye başladı.
Çarşı halkı, büyük bir hayranlıkla bu manzarayı seyre dalmışlardı.
Bu cezbeli hali gören, sırra âşina Selahaddin-i Zerkubî, hemen elindeki çekici bırakıp, çırakları arasından çıkarak onlara:
-Aman siz devam edin, vurmayı bırakmayın.
Altun varaklarının ziyan olmasına bakmayın, diyerek, dükkânından dışarıya firladı ve Hz.Mevlânâ'nın yanına gelip, o da vecd âlemine daldı.
Hz.Mevlânâ o coşkunlukla şu mısralarını dile getiriyordu:
-Bu kuyumcu dükkânında bir hazine göründü!
Ne hoş sûret, ne hoş mânâ, ne güzellik, ne güzellik.
Bu coşkun semâ, saatlerce sürer.
Selahaddin-i Zekubî de mest olmuştur.
Bir ara etrafını çeviren meraklılara dönerek;
-Yağma, ey ahali, yağma, diye haykırdı.
Bu, dünyadan geçmenin, her şeye el sallamanın coşkunluğu idi.
Bu feyzin bereketinden, bu cömertlikten nasibini almak isteyenler, dükkânından saçılan altınları kapıştılar.
Herkes altınını o unutulmaz anın hatırası olarak sakladılar.
- Menâkıbü'l Ârifîn, Ahmed Eflaki Dede; II/145.
- Konya Velileri, Hasan Özönder, Sh. 56.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder