Derler ki bu onun ilk seferi idi.
O uğur ve bereketle Halep şehrine ulaşınca Halaviyye Medresesi'ne indi.
Babasının müridlerinden birkaçı da onunla beraberdiler.
Bir müddet orada oturdular. Halep'in beylerbeyi (Melik'ul-Ümerâsı) faziletli, engin bilgili, iş bilir, gönül sahibi ve aydın ruhlu bir adamdı.
Çok inancı olduğu için Mevlâna Hazretlerine pek çok hizmetlerde bulundu.
Daima O'nun hizmetine bağlıydı.
Çünkü Mevlânâ Celâleddin, Sultanü'l Ulemâ'nın oğlu idi.
Bu hükümdar, öğretimle meşgul oluyordu.
Hz.Mevlânâ'nın zâtında, büyük bir anlama ve zekâ kabiliyeti gördü.
Bunun için Hz.Mevlânâ'nın terbiyesine hadsiz gayret sarfediyor ve O'na diğerlerinden birkaç ders fazla veriyordu.
Hükümdarın bazı yakınları, öğrencileri ve başkaları, kıskançlıkları ve inkârları yüzünden O'nun Hz.Mevlânâ'ya olan teveccühünden usandılar.
Aynı zamanda medresenin kapıcısı da Allahü Teâlâ Hazretleri'nin yakınlarından habersizdi.
Birçok defalar hükümdarın nâiblerine:
-Mevlânâ gece yarısı hücresinden çıkıp kayboluyor, nerelere gittiğini de bilmiyorum.
Asıl şaşılacak şey de medrese kapısını kapalı buluyorum.
Artık bu, nasıl oluyor aklım ermiyor, diye şikâyet etti.
Padişah, o kıt anlayışlı noksan insanların dedikodusundan tereddüdde kalıyordu.
Nihâyet bir gece kapıcının hücresinde saklanıp durumu anlamak istedi.
Gece yarısı olunca, Mevlânâ Hazretlerinin kendi hücresinden çıkıp yürüdüğünü gördü.
Mevlânâ medresenin kapısına gelince kapı kendiliğinden açıldı ve o dışarı çıktı.
Padişah yavaş yavaş onun arkasından yürüdü.
Mevlânâ şehrin kapısına gelince, o kapı da, öteki kapı gibi kendiliğinden açıldı ve o dışarı çıktı.
Böylece Halilü'r-Rahmân Mescidine kadar gittiler.
Padişah baktı, gayb âlemine mensub yeşiller giyinmiş insanlarla dolu beyaz bir kubbe gördü.
Bütün ömründe onlar gibi nurlu insanlar görmemişti.
Onların hepsi Mevlânâ Hazretlerini karşılayarak baş koydular.
Padişah o heybet karşısında kendisinden geçti.
Kuşluk vaktine kadar kendinden habersiz bir halde orada uyuyup kalmıştı.
Uyanınca baktı ki, ne kubbe var, ne de o civarda bir insan.
Kalktı ağlayarak ve bu cüretinden dolayı pişmanlık duyarak ucu bucağı olmayan sahraya daldı.
Bütün gün, gün batıncaya kadar yol aldı, gözyaşları döktü, hiç bir konak ve bayındırlığa tesadüf etmedi.
Ayakları nazik olduğu için kabardı, çünkü bütün ömründe yaya yürümemişti.
Bütün gece sabaha kadar bağırdı çağırdı.
Ve Allah'tan günahlarının bağışlanmasını diledi.
Bu tarafta, padişahın yakınları onu, iki gün iki gece görmeyince deli oldular.
"Halep padişahı birden bire kayboldu" haberi şehirde yayılınca padişahın hâcipleri durumu medrese kapıcısından anladılar.
Sabahleyin bütün askerler şehrin kapısından dışarı çıktılar.
Padişahı aramak üzere o sahraya dağıldılar.
Birden bire Mevlânâ Hazretleri ile karşılaştılar.
Hepsi tam bir zilletle baş koyup ağladılar.
Hz.Mevlânâ, onların ağlamalarının sebebini öğrenince:
-Kaybettiğinizi bulmak için Halilür-Rahman Mescidi'nin yolunu tutun, diye buyurdu.
Padişahın rikabdârı bütün gün atını sürdü.
Nihayet bir sahrada, hükümdarı yorgun, bitkin, açlık ve susuzluktan kendi hayatından ümidini kesmiş bir halde buldu.
Attan indi, baş koyup bir hayli ağladı.
Yanında bulunan su ve yiyeceği ona verdi.
Padişah:
-Beni nasıl buldun? dedi.
O da:
-Halep şehrinin askerleriyle padişahı aramağa çıkmıştık, ben kulunuz uzak bir mesafede Mevlânâ Hazretleri'ne rastladım..
Meseleyi ona arzettim.
O da bu tarafı gösterdi.
Allah'a hamdolsun, aradığımı buldum, dedi.
Padişah hiçbir şey söylemedi.
Arap atına bindi.
Şehre ulaşınca büyük bir merasim (iclâs) ve davet yaptı.
Tam bir irâdetle Hz.Mevlânâ'nın candan müridi oldu.
Kıskananların hepsi utanıp mahcub oldular.
Halep şehrinin kadın erkek bütün halkı da onun müridi ve muhibbi oldular.
Halkın kendisine gösterdiği teveccühün haddi aştığını görünce, şöhret bulma âfetinden kaçarak üçüncü günü kalkıp Şam tarafına hareket etti.
Birkaç ay sonra Rum ülkesinin padişahı İzzeddin Keykâvus, Hz.Mevlânâ'nin kendi şanlı makamına dönmesi için Melik'ül-Üdebȧ (Ediplerin Sultanı) Bedreddin Yahya'yı elçilikle Halep hükümdarına göndermişti.
Padişah, bu olan biteni Bedreddin'e tamamiyle anlattı.
Melikul-Udebȧ Bedreddin Yahya da irâdet getirerek bu hikâyeyi, döndüğünde İslâm Sultanı'na ve O'nun yakın kimselerine anlattı.
Bunun üzerine onların hepsi Mevlânâ'ya âşık oldu ve inandılar.
- Konya Velileri, Hasan Özönder, Sh. 35, 36, 37, 38.
- Menâkıbü'l Ârifîn, Ahmed Eflaki Dede; I/156/159.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder